Hattın ve tuğranın üstadı
Mustafa Râkım Efendi’nin eserleri çürüyor
Celî sülüs yazı ve tuğraya getirdiği yeniliklerle Türk hat sanatında
çığır açan Râkım Efendi’nin eserlerinin bir kısmı ‘varaklama’ yöntemiyle
korunmaya alındı; ancak pek çok çeşme, türbe ve mezarlık kitabesi dış
etkenlerin acımasızlığına terk edilmiş durumda.
Çeşmeler, türbeler, mektepler ve mezar taşları üzerindeki kitabeleri
okuyabiliyor olsaydık, yağmurun, karın değil; ama kirli havanın silikleştirdiği
yazıların altındaki zarif imzaları da fark edebilirdik... Ve elbette, yazı
sanatı ve tuğrada yaptığı devrimle ‘Râkım öncesi–Râkım sonrası’
diye iki devir oluşturan Hattat Mustafa Râkım Efendi’nin ismi bize oldukça
âşina gelirdi. Râkım Efendi’nin Üsküdar’daki İhsaniye Çeşmesi üzerinde
bulunan celi sülüs yazısını okuyup da; ‘Hayatı olan her şeyi sudan yaptık.”
anlamındaki ayet–i kerimenin karşısında kendimizden geçmeyi isterdik
elbette; fakat kabul etmeliyiz ki şimdi, ‘anlamasak da koruyalım’ çağındayız.
Sanatında yeniliklere açık oluşu ve cesurluğuyla tanınan Hattat Mustafa
Râkım Efendi’nin hayatı ve eserleriyle ilgili oldukça kapsamlı bir kitap
hazırlayan Dr. Süleyman Berk, Osmanlı’da binlerce hattat varken Râkım
Efendi üzerine bir çalışma yapma gerekçesini şöyle açıklıyor: “Râkım
Efendi celî sülüs yazının estetiğinde ve istifinde başarı sağlamış ve
padişah tuğralarındaki hat ve şekil bozukluklarını gidererek güzelliğe
kavuşturmuştur. Her yazısında yenilik deneyen Râkım Efendi’nin harfleri
adeta birbirini kucaklar. O, kalem kalınlığı ile harfin büyüklüğü arasındaki
ölçüyü bulan kişidir.” Mustafa Râkım Efendi için söylenen; “...
Sinan Türk mimarlığında, Michelange heykeltıraşlıkta ne yapmışsa, daha
ziyadesini Râkım yazıda yapmıştır” ifadesi de onun Türk hat sanatındaki
yerini anlamamızı kolaylaştırabilir.
İstanbul dışında henüz bir eserine ulaşılamayan Râkım Efendi’nin
eserleri, Cihangir Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi,
Vakıflar, Türk Hat Sanatları Müzesi, Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi,
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve Eyüp Sultan Türbesi’nde, özel müzelerde
ve koleksiyonlarda bulunuyor. Râkım Efendi’nin birçok eseri de ‘açık
hava müzesi’ olarak görülen İstanbul’un değişik semtlerinde, önünden
geçip gittiğimiz eski okulların, camilerin duvarlarında, suyu kuruyan çeşmelerde,
mezarlıklarda kendisine değecek gözleri bekliyor. Râkım Efendi’nin çektiği
tuğralarla Topkapı Sarayı’na mühür vurduğunu söylemek ise abartı
olmaz; Topkapı Sarayı’nda, Hırka–ı Saadet Dairesi, Bâb–ı Hümâyun,
Bâb–ı Selam, Akağalar Koğuşu’nda bulunan tuğralardaki yeniliği
benimsemeyen diğer hattatların bu alanda varlık gösteremediği biliniyor.
Süleyman Berk, Mustafa Râkım Efendi’nin kitabelerini varaklama yoluyla
korumaya çalışıyor. Yağmur, kar, çamur gibi dış etkenlere maruz kaldığı
halde yüzyıllardır ayakta kalan mermer kitabeler hava kirliliğine boyun eğmiş
durumda. Kendisi de bir hattat olan ve Kültür Bakanlığı 2001 yılı Devlet
Hüsn–i Hat ödülünü alan Berk’e göre kitabeler yalnızca altın varakla
korunabilir; çünkü Osmanlı yeşili ya da ördekbaşı yeşili olarak bilinen
yağlıboyayla boyandıktan sonra varaklanan eserler bu şekilde en az 150 yıl
daha yaşayabiliyor. “Biz korunması gereken eserleri tespit ediyoruz, hayırseverler
gerekli bütçeyi ayırıyorlar, devletin korumaya aldığı kimi eserler de
oldu; ancak koruma çalışmalarının sistemli bir şekilde yürütülmesi
gerekiyor.” diyen Süleyman Berk, Karacaahmet’teki Miskinler Çeşmesi
kitabesinin acilen varaklanması gerektiğini söylüyor. 18’inci yüzyılda
Ordu’nun Ünye ilçesinde dünyaya gelen Mustafa Râkım Efendi’ye Ünyeliler
de sahip çıkıyor. Süleyman Berk’in hazırladığı ‘Hattat Mustafa Râkım
Efendi’ kitabından yüz adet alarak ilgili insanlara dağıtan Ünye
Belediyesi, bir parka da hattatın ismini vermiş.
Zaman
|