Sezer, orman arazilerinin satışını
öngören Anayasa değişikliğini veto etti
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Orman arazilerinin satışını öngören
ve seçilme yaşını 25'e indiren Anayasa değişikliğine ilişkin Yasa'yı
veto etti.
Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan açıklamaya göre Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet SEZER, 4960 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun"un yayımlanmasını uygun
bulmadı. Sezer sözkonusu Yasa'yı Anayasa'nın 175. maddesi uyarınca Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na geri gönderdi. Sezer'in veto gerekçesinde,
orman vasfını yitirmiş araziler olarak nitelendirilen arazilerin satışının,
"ormanlık alanların tahribine ve orman varlığının sona erdirilmesine
yönelik eylemlere anayasal dayanak kazandırılacağı, işgale ve ormanların
tahrip ve yağmasına süreklilik kazandıracağı" ifade edildi.
Sezer'in ayrıntılı gerekçesi şöyle:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca 29.07.2003 gününde
kabul edilen 4960 sayılı 'Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun' incelenmiştir:
İncelenen 4960 sayılı Yasa'nın 2. maddesiyle, Anayasa'nın 170. maddesi
başlığı ile birlikte değiştirilmiş; maddenin üçüncü fıkrasında,
31.12.1981 gününden önce bilim ve fen yönünden orman niteliğini tümüyle
yitirmiş ve orman sınırları dışına çıkarılmış yerlerin idaresi, satışı,
satış esas ve usulleri ve satış gelirinden orman köylülerinin kalkındırılmalarının
desteklenmesi ile ağaçlandırma ve erozyon kontrolü amacıyla ayrılacak payın
belirlenmesinin yasayla düzenleneceği; orman köyleri sınırları içinde
kalan yerlerin satışında, kullanıcısı orman köylüsüne öncelik tanınacağı
belirtilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce daha önce 04.04.2003 gününde kabul
edilen 4841 sayılı Yasa ile Anayasa'nın 170. maddesinde yapılan değişiklikte,
31.12.1981 gününden önce bilim ve fen yönünden orman niteliğini tümüyle
yitirmiş ve orman sınırları dışına çıkarılmış yerlerin "devri,
tahsisi, terki, kiraya verilmesi, üzerinde sınırlı ayni hak tesisi ve satışı"nın
yasayla düzenleneceği belirtilmişken, incelenen 4960 sayılı Yasa ile yapılan
değişiklikte, diğer hukuksal tasarruflar metinden çıkarılmış, söz
konusu yerlerin "satışı"na ilişkin yetki korunmuş, bunun yanında
bu yerlerin "idaresi"nin de yasayla düzenleneceği vurgulanmıştır.
Bu nedenle, 4841 sayılı Yasa'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir
kez daha görüşülmesi için geri gönderilmesine ilişkin kimi gerekçelerin
geçerliliğini koruduğu görülmektedir.
1- Ormanın genel tanımı bulunmakla birlikte hukuksal yönden ormanı tanımlamak
oldukça güçtür. Ağaç bulunan her yere hukuksal yönden orman denilemeyeceği
gibi, üzerinde ağaç bulunmayan kimi alanların orman kapsamına girmesi
olanaklıdır.
Ormanın tanımlanmasındaki bu güçlük, ülkeleri "orman
rejimi"ni belirleyerek, kimi alanları bu rejime bağlı kılmaya yönlendirmiştir.
Ormanların sağladığı çeşitli ve önemli yararlar, bunların korunmasının,
işletilmesinin ve ürünlerinden yararlanılmasının özel biçimde düzenlenmesini
gerektirmiştir.
Ormanlara ilişkin hukuksal rejim düzenlenirken kural olarak, çok önemli
doğa hazinesi ve ülke kaynağı olan ormanların "korunması ve sürekliliğinin
sağlanması" için "devlet elinde bulunması" ve "devletçe
idaresi ve işletilmesi" ilkelerinden esinlenilmektedir.
Ormancılığın uygar dünyadaki ekonomik, tarımsal, endüstriyel,
toplumsal ve kültürel önemini kavramış olan Cumhuriyet döneminde ormancılığın
hukuksal ve teknik esasları belirlenerek, ülkenin bu temel sorununa bilimsel yöntemler
kullanılarak ve yurt gerçekleri gözetilerek yaklaşılmıştır.
Ülkemizde, yukarıda belirtilen ilkelere uygun ilk orman rejimi,
08.02.1937'de kabul edilen 3116 sayılı Orman Yasası ile düzenlenmiştir.
Daha sonra, 31.08.1956 günlü, 6831 sayılı Orman Yasası çıkarılmıştır.
Bu Yasa'da da, uygar dünya orman rejiminde bulunması gereken ilkelere uygun düzenlemelere
yer verilmiştir.
1961 Anayasası ile, ormanların korunması ve sürekliliğinin sağlanması
için mülkiyetinin ve idaresinin/işletmeciliğinin devlet elinde bulunması
ilkesi, anayasal kurala dönüştürülerek, orman hukukunun temel ilkeleri
durumuna getirilmiştir. 1982 Anayasası'nda da bu ilkeler korunmuştur.
2- İnsanlığın geleceği yönünden, çağdaş ülkelerde, "süreklilik"
ilkesi ormancılık alanında benimsenen ve ormanların hukuksal düzenini oluşturan
genel ilke olarak benimsenmiştir.
Ormanlarda süreklilik ilkesi ile güdülen amaç, orman varlığının
korunması, genişletilmesi ve geliştirilmesinin sağlanmasıdır. Kuşkusuz,
insanlığın yararı gözetilerek ormanlardan olanaklar ölçüsünde yararlanılmalı,
ancak, bu yararlanma orman varlığına zarar verecek boyuta ulaşmamalıdır.
Ormanlarda süreklilik ilkesi, insanlığın ve ulusal ekonominin yararı için
ormanların kuşaktan kuşağa kutsal bir değer olarak devredilmesini
gerektirmektedir.
Ormanlarda süreklilik ilkesinin gerçekleşmesi devletin denetim ve gözetimi
ile olanaklıdır. 1961 Anayasası'nın 37. ve 131. maddelerindeki düzenlemeler,
Anayasa Koyucu'nun bu ilkeyi benimsediğinin açık göstergesidir.
1982 Anayasası'nda da, 1961 Anayasası'nda ormancılık konusunda getirilen
ilkelere genel çizgileriyle bağlı kalınmıştır. Ormanlarda süreklilik
ilkesi yönünden 1982 Anayasası'nın 169. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları,
orman suçlarının affıyla ilgili düzenleme dışında, 1961 Anayasası'nın
131. maddesindeki kuralların yinelenmesi niteliğindedir.
Yine 1982 Anayasası'nın 169. maddesinin dördüncü fıkrasında,
"orman sınırlarının daraltılamayacağı"belirtildikten sonra bu
genel kuralın ayrıklıklarına da yer verilmiştir. "Orman dışına çıkarma"
olanağı sağlayan bu ayrık düzenlemeler, halkı orman suçu işlemeye özendirdiği,
orman suçu işleyenlerin ödüllendirildiği gibi savlarla, orman rejiminin en
çok eleştirildiği alan olmuştur.
Anayasa Mahkemesi'nin 10.03.1966 günlü, E.1965/44, K.1966/14 sayılı kararında
da,
"Ormanlar ulusal bir zenginliktir. Bunların çeşitli yönlerden
yurdumuz için taşıdıkları büyük önem meydandadır. Ormanların sağladıkları
birçok faydalar arasında erozyonu da önledikleri ve bu yüzden tarıma elverişli
yurt topraklarının yok olmasına engel oldukları gözönünde tutulursa, ülkenin
geleceği ve hatta varlığı ile ilgili bir servet oldukları söylenebilir. Şu
halde ormanları korumak, yetiştirmek ve genişletmek, ihmali caiz olmayan bir
Devlet ödevidir...."
denilerek, ormanlarda süreklilik ilkesinin önemi vurgulanmıştır.
3- Çağdaş ormancılık ilkeleri doğrultusunda bir orman rejiminin sağlıklı
biçimde yürütülebilmesinin öncelikli koşulu, orman sayılan yerlerin sınırlarının
belirlenmesi ve kadastrosunun yapılmasıdır.
Ülkemizde 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Yasa'yla başlatılan ve
beş yıl içinde sonuçlandırılması öngörülen kadastro çalışmaları
henüz bitirilememiştir. Orman Genel Müdürlüğü'nün saptamalarına göre Türkiye'de,
orman sayılan yerlerin % 76'sında orman kadastrosu çalışmaları yapılabilmiş,
ancak, bu alanın yalnızca % 27'si tapuya tescil edilebilmiştir. Üstelik,
kadastrosu yapılan alanlarda, uyuşmazlıkların doğması ve bunların çoğunun
yargıya götürülmüş olması nedeniyle belirsizlikler sürmektedir.
Orman sayılan alanlar, uzun yıllardan bu yana yürütme erkini ellerinde
bulunduranlarca siyasal amaçlarla kullanılmıştır. Sonuçta, ülkemizde kamu
yararına uygun biçimde yönetilmesi zorunlu olan ormanlar, işgalcilerce gelişigüzel
kullanılan alanlar olarak ortaya çıkmıştır. Son değişiklik ile de, gelir
sağlanması amacıyla eylemli duruma anayasal düzeyde yasallık kazandırılmak
istenilmektedir.
Orman niteliğini tümüyle kaybetmiş ve orman sınırları dışına çıkarılmış
yerlerin satışı, sorumluların ödüllendirilmesi anlamı taşımaktadır. Bu
durum, orman alanlarının yok edilmesini özendirecek ve yeni orman yıkımlarına
neden olacaktır.
Bu tür özendirici düzenlemelerin yaptığı yıkımın örnekleri geçmişte
yaşanmıştır. 1961 Anayasası'nın 131. maddesinde, 1255 sayılı Yasa'yla
yapılan değişiklikle getirilen tarih sınırı 15.10.1961 iken, bu sınır
1982 Anayasası'nın 170. maddesi ile 31.12.1981 olarak kabul edilmiştir.
1974-1983 döneminde, Devlet ormanı sayılan yaklaşık 1,2 milyon dönüm
alan, "orman niteliğini yitirdiği", "tarım ve hayvancılık için
yarar görüldüğü", "otlak, kışlak ve yaylak durumuna geldiği"
ya da "şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu"
gerekçeleriyle orman rejimi dışına çıkarılmıştır.
Orman sınırları dışına çıkarma çalışmaları 1982 Anayasası döneminde
de sürdürülmüş; Devlet ormanı sayılan araziler, 1984 ve 1985 yıllarında
224 bin ve 1986-2000 döneminde de 2,5 milyon dönüm daraltılmıştır.
1990'lı yıllarda yapılan "orman sınırları dışına çıkarılmış
yerlerin hak sahibi orman köylülerine satılması" uygulamalarının
yoksul orman köylülerinden çok ilgili yörelerdeki çıkarcılara yaradığı,
aynı uygulamaların orman idareleri ile yöre halkı arasında yeni ve yoğun
anlaşmazlıklara yol açtığı, bu gibi yerlerin, kaçak yapılaşmaya konu
olduğu, bir kısmında mini kentler kurulduğu, çeşitli çıkar guruplarının
yasa dışı kazanç sağlama yolu durumuna geldiği bilinmektedir.
İncelenen Yasa ile, orman sınırları dışına çıkarılmış yerlerin,
kullanıcılarına öncelik verilerek de olsa satışının yapılabilecek olması,
orman yağmasını artıracak, yağmalanan bu taşınmazlardaki kaçak yapılar
için yeni "imar affı" umudu doğuracaktır.
Öte yandan, bir yerin bilim ve fen yönünden tam olarak orman niteliğini
yitirmesi, toprak ve arazi yapısının bozulması ve o yerde bir daha orman
yetiştirme olgusunun hiçbir biçimde kalmamış olmasını anlatmaktadır. Ülkemizde
doğal yollardan bir yerin orman niteliğini yitirmesine rastlanmamıştır.
Dolayısıyla, bir yerin orman niteliğini yitirmesi, insan eliyle ve kasıtlı
olarak ormanların tahrip edilmesi ve bu alanların bu kişilerce işgali biçiminde
gerçekleşmektedir.
Bu tür davranışlar, 6831 sayılı Orman Yasası'na göre suç oluşturan
eylemlerdir. Yapılan yeni düzenlemeyle, orman niteliğini 31.12.1981 gününden
önce yitirmiş alanların, bu duruma kasıtlı eylemleriyle neden olan kişilere
satılması yolunun açılması ve işgalcilerin bu yerlerin yasal sahibi
olabilmelerine olanak tanınması hukuk devleti ve adalet ilkesiyle bağdaştırılamaz.
Suç işleyerek ormandan yer elde etmiş kişi ya da kurumların bu yolla ödüllendirilmesi,
ormana zarar vermeyen, yasalara ve Anayasa'ya saygılı yurttaşların Devlet'e,
hukuka ve yasalara güvenini sarsacaktır.
Ayrıca, ormanlık alanların tahribine ve orman varlığının sona
erdirilmesine yönelik eylemlere anayasal dayanak kazandırılması, işgale ve
ormanların tahrip ve yağmasına süreklilik kazandıracaktır.
Hukuksal statü olarak orman alanı dışına çıkarılan yerlere sahip
olanların ya da bu alanlara kurulacak konut ve sınai tesislerin, bu alanlara
bitişik ormanlara verebilecekleri zararın nasıl önlenebileceği ise, ayrı
bir sorun olarak önemini korumaktadır.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle yayımlanması uygun görülmeyen 4960
sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun", Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesi
için, Anayasa'nın 175. maddesi uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir."
Dünya
|