Kamu anlayışımızın aynası:
Taksim Meydanı
Taksim Meydanı bugünlerde yeniden düzenleniyor. Ancak herzaman olduğu
gibi ne yapıldığını ancak bitince anlayabileceğiz.
Taksim Meydanı ve Taksim Gezisi bugünlerde yeniden düzenleniyor. Kaldırımlar,
yürüyüş yolları yeniden kaplanacak. Yolların bir bölümü kapatılarak
Taksim meydandaki trafik yükü azaltılacak. Otobüs durakları kaldırılacak.
Belki belediyenin daha önce Taksim Cumhuriyet Anıtı'nın yanına yerleştirmeyi
planladığı 'su, ses ve ışık gösterileri' havuzuna da burada bir yer
bulunacak.
Taksim Meydanı ve Gezisi'ni kapsayan mevcut düzenleme 1940'tan kalma. Bu düzenleme,
dönemin İstanbul Valisi Lütfi Kırdar'ın Fransız mimar Henri Prost'a sipariş
vererek tasarlattığı 'neoklasik' bir uygulama. Meydandan başlayarak, Taksim
Gezisi'nin de dahil olduğu '2 Numaralı Park'ı (Taksim-Maçka arasındaki
vadiyi) da kapsayan bu proje ile tarihsel kent merkezi ile kentin yeni gelişen
semtleri arasında bir yeşil kuşak oluşturulmaya çalışılmış. Meydanın
hemen bitişiğinde geniş mermer merdivenlerle başlayan Taksim Gezisi kent içindeki
bir 'rekreasyon ve kültür alanı' olarak düşünülmüş.
İstanbul'da Cumhuriyet döneminin bu kapsamda ilk şehircilik projesi olan
bu uygulamadan sonra Taksim Meydanı ve Gezisi'ne yapılan müdahaleler 'planlı
projeli' bir 'kentsel tasarım' ölçeğinde değil, tekil, küçük uygulamalar
biçiminde olmuş. Örneğin Taksim Belediye Gazinosu'nun yıkımı, zaman aralıkları
ile büyük otellerin yapımı ve Gezi'nin Hilton Oteli tarafından bölünmesi,
spor tesisinin otele dönüşümü gibi projeler 1940'lardaki gibi bir bütün
değil, birim yapı ölçeğinde bu 'boş' alana yapılan uygulamalar. Bu
tarihten sonra yapılan kamu işleri de çoğunlukla plansız gerçekleştirilmiş
ve ilk düzenleme gibi bütünlüklü bir karar ve uygulamalar silsilesi içermemiş.
Birisi havuzu değiştirmiş. Bir başkası Maçka Parkı tarafına beton yollar
döşemiş, yeşil alan içinde kendi fantezilerini gerçekleştirmiş. Sonuçta
bu 'boş' alan yıllardır hiç bitmeyen, para harcadıkça daha niteliksizleşen,
bakımsız bir inşaat alanına dönüşmüş. Yerel yönetimin proje elde etme
çabalarının her biri belirsizliklerle gündeme gelmiş ve unutulmuş.
Herkesin gözü Taksim'de
Buna karşılık İstanbul'un bu önemli mekânı, İstanbul'a damgasını
vurmak isteyen yönetimler sürekli cezbetmiş. Taksim Gezisi'nin girişine
konmak istenen ve kaidesi tamamlanan; ancak montajı Demokrat Parti iktidarına
rastgeldiği için depoda kalan İnönü Anıtı, askeri darbe sonrası meydanın
tam ortasında yıllarca çakılı kalan tuhaf kasatura heykeli, her yönetimin
bir türlü gerçekleşemeyen 'radikal' projeleri değişik biçimlerde bu
meydanda bir egemenlik mücadelesine tanıklık etmiş. Meydanı ve Gezi'yi
yeniden biçimlendirmeye çalışan bu 'şehircilik' projelerin her biri sanki
1930'lardaki gibi 'tek özne' olan bir kamu otoritesiyle, iktidarla bütünleşik
hayali bir tasarımcının varlığını gerektirmiş. Oysa bu mekânı yeniden
tasarlamak için İstanbul'da bir defa daha ne tek parti iktidarının tartışılmaz
bir ideolojisi, ne bir otoriter valisi, ne de onun siparişi üzerine bir tasarımcının
istediğini yapma keyfiyeti olabilmiş...
Tek parti döneminden bugüne
Bugün Taksim Meydanı'nın öncelikli iki kullanım biçimi var: Birincisi her
zaman bir gösteri alanı olma potansiyeli taşıması, ikincisi ise trafik için
bir düğüm noktası olması. Taksim Meydanı'nın 'gösteri alanı' olma özelliği
şu anda 'resmi' kullanımın tekelinde de olsa, azalmadan devam ediyor.
Cumhuriyet Anıtı özel günler ve resmi bayramlardaki törenler için İstanbul'un
en önemli merkezi. Kutlamalar, önemli tarihleri anma törenleri genellikle böylesine
resmi bir kullanıma işaret ediyor. Yalnızca maç sonrası otomobil konvoyları
veya askere yollama törenleri gibi ufak tefek 'sivil' heyecanlara göz
yumuluyor. Bu nedenle Taksim Meydanı'nın
'sivil' kullanımının yalnızca ulaşıma ait olduğunu söylemek bile mümkün.
Meydan, içinde yaşanılan, eğlenilen, etkinlikler düzenlenen, nefes alınan
bir mekân değil, çoğunlukla içinden geçilen bir boşluk. Meydan, İstanbullular
için metroya, otobüse, dolmuşa binilen, caddelerin kesiştiği ve birleştiği
bir ulaşım merkezi, bir aktarma alanı. İnsanlar eğer buradan geçiyor ve
birlikte oluyorlarsa, orada bulunup, birlikte olmak için değil, bir başka
yere ulaşmak için oluyorlar. Dolayısıyla sonuçları bugün çok farklı da
olsa bu kamusal alanın 'tek parti dönemi'nden miras kalan kamu fikrini
muhafaza ettiği söylenebilir.
Kamu alanları kamuya sorulsa...
Tek parti döneminden bugüne kent yönetimleri giderek gelişti, etkinleşti.
Ancak o zamandan bugüne kamusal mekân kavramı konusunda çok fazla bir değişiklik
olmadı. Kamu alanları halka ait olsa da, kullanım ve projelendirme açısından
hâlâ resmi alanlar olarak kabul görüyorlar. Kent mekânlarının
'tasarlanabilir bir şey' olduğu fikri her zaman sistematik bir sürekliliğe
sahip.. Bu 'boş' alanlar yöneticilerin isteklerine ve birkaç uzmanın görüşlerine
göre tasarlanıyor. Her yönetici kamusal alanlara kendi damgasını vurmak
istediği için de hiçbir şey kalıcı olamıyor. Her yönetimin bir şeyleri
değiştirmesi, hiç değişmeyen bir koşul halini almış durumda.
Bu nedenle bugün kamu mekânlarının korunması ve düzenlenmesinde ortaya
çıkan sorunlar, kamu fikrinin ve uygulamalarının sorgulanması için bir fırsat
olarak görülebilir. Proje elde etme yöntemlerinin ve kamu işlevlerinin tanımlanması
için gösterilecek çabalar kamu fikrinin demokratik bir biçimde kavramsallaştırılmasını
sağlayabilir. Örneğin Yunanistan'ın AB'ye giriş sürecinde, Selanik
Belediyesi benzer bir meydan olan (ve gene Nicolas Hebrard adlı bir Fransız
mimar tarafından tasarlanan) Aristotales Meydanı ve çevresi için kamu yönetimi
fikrini irdeledi, sınırlarını çizdi. Yöntemi belirleyerek kamusal alan ve
meydan kavramını tartışmaya açtı. Bu kavramsallaştırma süreci
profesyonellerin düşünceleriyle somutlaştırılarak, herkese açık bir
iletişim düzlemine taşındı. Sonra bu tanımlı çerçeve içinde varolan
klasik şehircilik düzenlemesi iyileştirildi, tepeden inmeci model terk
edildi.
Profesyonellere ihtiyaç var
Taksim örneğinde de görüldüğü gibi Türkiye'de kamu yönetimi fikrini bu
tür uygulamalarla tanımlayarak somutlaştıracak profesyonel arayışlara
ihtiyaç var. Kentlerde sürdürülebilir olmayan uygulamalar yerine yeniden işlevlendirmeye
meşru gerekçeler oluşturan, sorunları birlikte tanımlamaya ve yöntemsel
araçlar ortaya koymaya çalışan bir yerel yönetim uygulamalarına ihtiyaç
olduğu kesin. Profesyonellerin örgütlerinin bugüne kadar bu konuda siyasal
bir talepleri olmadı. Ancak bugün Türkiye'de bir başlangıç yapmak her
zamankinden çok daha fazla mümkün. Kentte yaşayanlar, STK'lar, meslek
insanları olarak sorunumuz yalnızca yerel yönetimin projelerine itiraz
etmekle sınırlı olsaydı muhtemelen bir şey yapmamıza da gerek kalmayacaktı.
Oysa henüz yapılması gereken çok şey var.
Radikal - Korhan Gümüş
|