Balat canlanıyor
Berrin Karakaş-Arzu Erdoğan'ın ‘‘Balat Barcelona'ya Bağlandı’’
yazısını (Tempo, 28-3 Eylül 2003) okudum.
Başarılı bir iş yapmışlar. Berrin Karakaş'ın semtlerle ilgili başarılı
çalışmalarını hep okuyorum.
Eski semtlerin canlanması, güzelliklerinin, özelliklerinin ortaya çıkarılması,
İstanbul gibi bir şehir için yapılması gereken önde gelen işlerdendir.
Dört yıldır Fener-Balat projesi için çalışan David Michelmore'un bir sözü
ne yazık ki çok doğru:
‘‘İstanbullu mirasın bilincinde değil.’’
Yaşadığımız semtin estetiği nedense bizi ilgilendirmiyor, evimize kapanınca,
dışardaki çirkinlikler, evimize gidip gelirken geçtiğimiz yol, üstündeki
evlerin durumu bizim dikkatimizi çekmiyor.
Son aylarda, üç dört kere bu semtleri gezdim. İhmalkárlığın boyutuna
tanıklık yaptım.
Esnafı sevecen, semtlerini seviyorlar.
Hiç kuşkusuz yalnız İstanbul değil, bütün Türkiye için bu anlayışın
gerçekleşmesini destekliyorum.
ÇEKÜL Başkanı Metin Sözen ile Oktay Ekinci'yi artık İstanbul'da bulmak
mümkün değil, sanırım onlarla özlem gidermek için herhangi bir şehrin
otobüs terminaline uğramak gerekiyor.
Çünkü artık belediyeler de bu bilinci benimsediler.
Binalar, mekánlar onarılıyor, yenileniyor, dış güzelliklere yoğun emek
verilirken, burada yaşayan insan unsurunu da düşünmek gerekiyor. Peki bu açıdan
durum ne?
Arnavut köftecisi Apo, bir yeri güzelleştirenin, uygarlık düzeyini yükseltenin
insanlar olduğunu söylemiş:
‘‘Ayrıca binalar güzelleşse ne olur, insanlar güzelleşmedikten
sonra.’’
Ne var ki, dışla için ilişkisini unutmamalı. Oraya yatırım yapıldığında
oranın yeni sahiplerinin şimdiki insan panoramasını değiştireceği kanısındayım.
Balatlıların ortak bir yargısına kim katılmaz?
Burasının 6-7 Eylül'den sonra bozulduğu gerçeğini.
Benim gibi o günleri yaşamış, o çılgınlığı görmüş birinin bu
yargıdan daha çok etkilediğini söyleyebilirim.
Haber-röportajda, semt sakinlerinin söylediklerinin bir bölümünü
aktarmak gerekiyor. Çünkü buradaki dağılma, bozulma değişik ırk ve
dindeki insanların bir arada yaşamasından doğan beraberliğin insani yanına,
ortak alışkanlıklarına yöneltiyor bizi.
Okuyanlar, İstanbul'un kendine özgü dokusunun bir sırça köşk gibi yıkıldığını
fark ederlerse, sanırım bundan sonraki mahalle kavramını daha iyi düşünme
imkánına sahip olurlar.
İki Balatlının söylediği, farklı kültürlerdeki insanların birbirine
bazı şeyleri öğrettiğinin belgesi.
Biz, diyorlar, kapımızın tokmağını her gün ovmayı, gayrimüslim komşularımızdan
öğrendik.
Ya Leon Brudo'nun yaptıkları.
Fakir kızlara çeyiz yapabilmek için kendi cemaatinden para toplarmış.
Benim sevdiğim, özlediğim İstanbul bu.
Hepimiz bu anlayışın gerçekleşmesi için çaba göstermeliyiz.
Hürriyet - Doğan Hızlan
|