Hiç kapanmayan podyum
İnsanlar,
artık modanın elinde çağlar, mekânlar arasında akıl almaz süratte bir
yolculuğa çıkıyor. New York'un belli bulvarlarında, caddelerinde dolaşmak
zaten bir defilede yer almak gibi bir şey.
New York'a gelen herkesi ilk elde çarpan şey bu kentteki değişim hızı.
İstanbul'da küçük ve kötü bir örneğini gördüğümüz şeyle burada her
an karşılaşılıyor. Bugün açılan, kıyameti koparan, derhal moda olan bir
yer kısa sayılabilecek bir süre sonra ortadan kalkıyor. Yerinde yeller
esiyor. Böyle her gün açılan, her gün 'onay' alan belki onlarca restoran,
bar, kulüp ve kafe göstermek mümkün. Bu konuda uzmanlaşmış dergiler,
gazeteler var. Herkes kendi meşrebine uygun bulduğu bir gazeteden, dergiden öneri
alıp, kapı kapı dolaşıyor. Bugün var yarın yok yerlerde gönlünü eğlendiriyor.
Gerçekte moda böyle bir şey.
O nedenle de modanın tüketimle yakın bir ilişkisi var. Öylesi bir değişim
olmadan belli sanayilerin, üretim alanlarının ayakta kalması olanaksız.
Buradan bakınca lokantaların ha bire açılıp kapanmasında şaşacak bir şey
yok. Bugün şu ya da bu firmanın bizzat kendisinin önerdiği giysinin pabucu
gelecek sene gene bizzat o firma tarafından, onun ürettiği ve önerdiği
giysiler tarafından dama atılacak. Bugün geçerli olan bir parfümün
kokusuna gelecek sene kimseler dayanamayacak.
Çağdaş tasarım sokakta
Moda endüstrisinin Paris ve Milano'dan sonra gelip New York' ta konaklaması
neredeyse kaçı-nılmaz bu durumda. Sermaye gücünün en çok yoğunlaştığı,
tüketim alışkanlığının dorukta olduğu bir kentte değil de başka nerede
kendisini eğleyecek moda? New York'un belli bulvarlarında, caddelerinde dolaşmak
zaten bir defilede yer almak gibi bir şey.
Bu işin bir başka yanı daha var: O bulvar ve caddelerde dolaşmak insanların
'çağdaş tasarım' denilen şeyle her an iç içe, yüz yüze olması anlamına
geliyor. Modanın belki de toplum üstündeki en önemli yararı bu; kitleleri
(?) belli bir görsellik anlayışına taşıması.
Fakat sorun sadece görsellikle sınırlı değil. Bütün o hızlı değişimde,
mekânların uçup uçup gidişinde, giysilerin günden güne farklılaşmasında,
üstünde yeteri kadar durmadığımız başka bir olgu, 'tiyatrosallık' da çok
önemli bir rol oynuyor bunda. Çağdaş dünyanın belki en önemli gerçeği
bu: hayatın bir tiyatro sahnesi haline gelmesi, insanların o sahnede birer aktör
olarak yerlerini alması, çevrenin de bir dekora dönüşmesi...
Tarihin farklı dönemlerinde de bu böyleydi. Her hayatın tiyatroya kendiliğinden
açılan bir yanı var. Belki de gene bu nedenle hayatın her alanında üretilen
tiyatro sadece o alanın kültürünü yansıtıyor. Çocukların yaşantılarını
izlemek bunu anlamanın en kolay yolu. Sadece taklit ederek, kendilerini
birilerinin yerine koyarak, her şeyi o dekorun bir parçası olarak kullanmak
suretiyle yaşıyorlar. Yetişkinlerle aralarındaki fark, bu ikinci grubun yaşadığı
tiyatroyu şiddetle saklamaya çalışması. Bütün o ciddiyet görüntüsü,
ciddi kılık kıyafet buradan türüyor. Ama çağdaşlığın moda ve mimarlıkla
kesişen yolları bu ciddiyeti bir çırpıda aşıyor.
İnsanlar, modanın elinde şimdi çağlar, mekânlar arasında akıl almaz süratte
bir yolculuğa çıkıyor. Bu sadece giyimle ilgili bir şey değil. Tersine
akan bir akıntı var burada. Modanın ve çağdaşlığın sağladığı
olanakla kim nasıl yaşamak isterse, yani Türkçenin bütün bu uzun lafları
açıklayan eşsiz deyimiyle söyleyeyim, hangi 'role bürünmek' (evet, bütün
bunları daha iyi ifade edecek bir deyim olmaz) isterse gidip o, gene eşsiz bir
başka deyimle belirteyim, 'kılığa giriyor'. Kısacası, moda insanlara
sadece bir özgürlük alanı sağlıyor. Onu nasıl kullanacağına insanların
kendisi karar veriyor.
Mimarlık önemli
Bunun insan ilişkilerine getirdiği bir yabancılaşma yok mu? Kuşkusuz var.
Fakat o modanın kendi özünden kaynaklanmıyor. Moda o koşulun üstüne bina
ediliyor. Egemen söylem, davranış biçimi neyse modanın ana çizgileri de o
doğrultuda biçimleniyor. Elbette modanın bir adım öne çıktığı anlar
da, yaklaşımlar da var. Fakat belli bir kültürel ve toplumsal politikanın ağır
bastığı, her şeyin üstünü örttüğü bir dünyada moda ona aykırı bir
tutum geliştiremiyor.
Bu, mimarlıkta da geçerli olan bir husus. Mimarlık da bu tiyatronun en önemli
unsurlarından birisi. Hatta modaya nazaran çok daha etkili. Modanın tercih
edilmemesi her zaman mümkündür. Bu bir boyut meselesidir. Ama mimarlık için
bunu öne sürmek çok daha zor. Çünkü, çok daha hacimli ve
aşılmayacak bir şey, hayatın ortasına inşa edilmiş bir yapı. Onun
etrafında örülen kültür de ister istemez ondan etkilenecek ve onun tarafından
biçimlendirilecek. Görsel kültürü mimarlık kadar etkileyen ikinci bir şey
galiba yok.
Hayatın tiyatrosallaşması
Mimarlık, bütün bu olanaklarıyla şimdi de hayatın tiyatrosallaştırılmasını
sağlıyor. Yalnız belki şimdi daha önceki dönemlerden daha farklı, daha
ileride bir etkinliğe sahip. Bu da onun çeşitliliğinden ve özgürlüğünden
gelen bir şey. Bugün üretilen yapıların hayatın gündelik gerçeğiyle
kurduğu doğrudan ilişkiden söz açmak geçmişe nazaran çok daha zor.
Eskiden bir yapı çoğunlukla işlevin etrafında örgütlenen biçimsel
zorlamalardan kaynaklanıyordu. Biçimin sınırları belliydi. Oysa bugün biçimin
içine yerleştirilen işlevlerden söz etmek gerekiyor.
Bu, yanlıştır demenin bir anlamı yok. Bugün sanat da böyle bir noktada
duruyor son kertede. Mimarlığın orada bulunması da doğal. Fakat önemli
olan bu 'ilişkisizliğin', tiyatrosallığı büsbütün zorlaması, ilişkilerin
'yapaylığına' katkıda bulunması.
Bütün bunlara bir de sanal ortamları, sayısal (dijital) dünyayı eklemek
gerek. O da girince işin içine zaten mekânların, ortamların kalıcılığından
söz etmek bütün bütüne olanaksızlaşıyor.
İnsanlar artık inanmadıkları, olmayan bir dünyada 'yaşıyorlar'
birbirlerini. Ama o kadarı bile mümkün mü bilmiyorum. Muhtemelen insanların
birbirlerini 'sanal ortamda yaşıyor' düşüncesi bile bir sanı, hatta bir
sanrıdır.
Şu satırları yazdığım New York kahvesinin hem içine bakıyorum hem dışarıyı
izliyorum da aklıma başka bir şey gelmiyor.
Radikal - Hasan Bülent Kahraman
|