"Şehirleşme ve Türk"
Erol Göka bu sütunlarda "Uygarlık ve Türk" başlıklı yazısında
ilginç bir tartışma başlattı. Türklerin yerleşik hayata geçiş
tarihlerine bir göz atmak buna bir katkı olabilir mi acaba? Gerçi "Türk
kime denir" ya da "şehirleşmenin kriterleri nedir" gibi önemli
soruları gazete sütunlarında yanıtlamaya çalışmak zor. Bilindiği gibi
bazı araştırmacılar "güçlü, güçlüler" anlamına gelen
"Türk" (çoğulu "Türük") sözcüğünün belli bir örgütlenme
biçimini, bazıları ortak bir dili kullanan insan topluluklarını, bazıları
ise aynı etnik kökenden (boydan) gelen grupları tanımladığını ileri sürüyor.
Bu tanımlara göre Göktürkler, Uygurlar, Karluklar, Çiğiller, Kıpçaklar,
Tohsılar, Kırgızlar, Karahanlılar veya Oğuzlar "Türk" sayılır.
Yani Kırgızları Türk kabul ederek şehirleşmenin izini ararken başka,
Uygurları ya da Karahanlıları Türk kabul ederek başka sonuçlara
varabiliriz. Biz, Anadolu Türkleri'nin atası olduğu genel kabul gören Göktürkler'de
yerleşik hayata geçmenin ve dolayısıyla şehirleşmesinin tarihine bakmayı
tercih ettik. Peki Türk şehirlerini nerede ve nasıl bulabiliriz? Acaba yazılı
kaynaklarda "şehir" kelimesinin izini mi sürmeliyiz, yoksa surlar,
tahıl ambarları, saraylar, tapınma alanları, anıtsal mimari örnekleri gibi
fiziksel kanıtlara ulaşıncaya kadar aramaya devam mı etmeliyiz? Herhalde
ikisini de yapmalıyız.
Yazılı kaynaklarda Göktürk şehirleri
Göktürkler ve Uygurlar'ın şehre balık dedikleri biliniyor. İleriki dönemlerde
balığ ya da balıg şekline dönüşen bu sözcüğün "hakanın sarayının
bulunduğu yer ve tahkim edilmiş yerleşim merkezi" anlamına geldiği ve
Beş Balıg, İli Balığ, Han Balık gibi bir ön adla birlikte kullanıldığı
görülüyor. Kaşgarlı Mahmud bu sözcüğü "kent çevresinin duvarlarla
tahkim edilmesi" demek olan "balıglama" kelimesine bağlıyor. Sözcüğün
Argunca "balçık" kelimesiyle ilintili olduğu da düşünülüyor.
Eski Türkler ayrıca Uygurca uluş/ulus sözcüklerini, 11.yy'dan itibaren
Sogdca kend sözcüğünü, daha ileriki dönemlerde ise Farsça şehir sözcüğünü
de şehir için kullanmışlar. Aslında Göktürkler'e ilişkin birincil
kaynaklar epeyce sınırlı. Bunlar Orta Asya bozkırlarına yayılmış olan
250 kadar kitabe taşı ile Bizanslı elçilerin, Çinli, Koreli veya Hintli
rahiplerin anlatılarından oluşur. Bir de ileriki yüzyıllarda Arap coğrafyacıların
bunlardan yaptıkları tekrarlar var. Ancak bu 250 kitabenin sadece birkaç
tanesinde (Örneğin Orhun Yazıtları'nda ve Ongin Yazıtı'nda) şehir için
kullanılan balık sözcüğü geçer, ancak bunların nerede oldukları, nasıl
birer oluşum oldukları anlaşılmaz.
568 yılında Göktürkler'i ziyaret eden Bizans elçisi Zemarhos, İstemi Kağan'ın
göz kamaştırıcı çadırını, ondan birkaç yıl sonra Asya'ya giden
Bizanslı tarihçi Simokattes ise İstemi'nin oğlu Tardu'nun görkemli sarayını
(?) tasvir eder fakat bir şehirden söz etmez. Nitekim Göktürkler'de göçebe
hayatı terk edip şehirlere iskan düşüncesinin 603-609 arasında hüküm süren
Doğu Göktürk hakanı K'i-min Kağan zamanında belirdiği sanılır. Bir süre
Göktürkler'in esiri olan Çinli rahip Liu Mai Tsai'nin anılarına bakılırsa,
K'i-min Kağan, Çin İmparatoru'na, Türklerin saç ve kıyafet şeklini Çinlilerinkine
benzetmek, aynı zamanda çadır hayatını bırakıp Çinliler gibi şehir
kurarak "milletini evlerde oturtmak" istediğine dair bir mektup göndermiş.
Mektubu alan Çin İmparatoru "Kıyafet değiştirmek neye yarar, öyle
hareket ediniz ki milletiniz iyi ve şefkatli olsun, merhametli, uysal ve beğenilen
davranışlarda bulunsun" diyerek kağanı üzmüş, sonra da gönlünü
almak için olsa gerek, sınır eyaletlerinden Wan-şou-şu'da kağan için bir
"şehir" kurulmasını emretmiş. K'i-min Kağan'ın burada yaşayıp
yaşamadığı bilinmiyor ancak 630 yılında Çinlilere tutsak düşen oğlu
Hie-Li Kağan ise yerleşik hayata dayanamadığından olacak Çin İmparatoru'nun
sarayının bahçesine kurulan otağında dört yıl sonra ölünce Türklerin
yerleşik hayata geçme düşleri bir başka bahara kalmış olmalı.
Hie-Li'nin ölümünü izleyen yaklaşık 100 yılda, "Türük"
budununun büyük bir karışıklık dönemi yaşadığı ve herhangi bir şehir
kurmaya fırsat bulamadığı tahmin ediliyor. 716'da Doğu Göktürk tahtına
çıkan ve Çin kaynaklarında "şair ruhlu, çok iyi bir hatip, duygulu,
bilgili, milletini düşünen ve seven" bir hükümdar olarak tarif edilen
Bilge Kağan'ın 732'de diktirdiği kitabesinde "Ötüken yerinde oturup
kervan ve kafile gönderirsen hiç sıkıntın olmaz. Ötüken ormanlarında
oturursan ebediyen ülkeye sahip olarak oturacaksın" dediğine bakılırsa
Bilge Kağan atası Ki' -min Kağan gibi yerleşik hayata geçmenin
faziletlerinin farkındadır. Ancak Bilge Kağan'ın ünlü veziri Tonyukuk'un
"Biz Çinlilerin yüzde biri kadarız. Bir şehir kurup oturursak orada düşman
bizi yok eder. Halbuki eski hayatımızı sürdürürsek zayıf olduğumuz
zamanlarda çekilir, güçlü olduğumuz zamanlarda ilerleriz" dediğine
bakılırsa iki yönetici arasında ciddi bir fikir ayrılığı vardır.
629 yılında Çin'in Kansu eyaletinden ayrılarak Hindistan yoluna düşen
Çinli rahip Hüen-Çang'ın gezi notları ise Batı Göktürk şehirleri hakkında
bilgileri veren kaynakların en önemlisidir. Huen-Çang Göktürkler'in başkenti
Beş Balık'a (?) giderken uğradığı onlarca şehrin adını verir. Kumul, Koçu,
Ak Su, Tokmak bunlar arasındadır. Tu-kui'lerin (Türklerin?) başı Tong
Yabgu'dan gerekli izni aldıktan sonra yola koyulan rahip, beş kule ile korunan
Karaşar şehrine vardığını anlatır. Kuça şehrinin bunlardan daha mamur
olduğunu söyler ve bazı Budist tapınaklara yaptığı ziyaretlerden, yöre
insanlarının ney ve gitar çalmasından, yörede yetiştirilen "şen"
atlardan söz eder. Rahip, ahalisi Çinli olan, ancak Türk kıyafetleri giyen
harap bir şehirden de söz eder. Anılarda bu kadar çok "şehir" sözcüğünün
kullanılması umut verici ancak sadece sosyal yaşamdan söz ettiği ve mimari
unsurlara hiç değinmediği için onun şehir dediği ile bizim şehir dediğimiz
aynı mıdır bilemeyiz. Üstelik ahalinin Türk mü yoksa Sogdlu mu olduğunu
da belirtmez. 8-10 yy.'a ait çoğu menkibeler şeklindeki Arap kaynakları da
bu şehirlerin adını tekrarlarlar ancak onlar da ne ahalinin kökenine ne de
mimari ayrıntılara girerler. Yani yazılı kaynaklara bakılarak ortada bir Göktürk
şehri var mıydı sorusuna kesin yanıt bulamayız.
Fiziksel bulgular ne durumda?
Yıllardır Türklerin yaşadığı düşünülen geniş coğrafyada, yani Moğolistan'daki
Orhun Nehri boylarında, Altay ve Tanrı Dağları civarında, Kazakistan ve
Fergana Vadisi'nde kazılar yapılıyor ancak buluntular çok sınırlı.
"Göçebelik arkeolojinin en büyük düşmanıdır" sözünü anımsayınca
bu doğal karşılanmalı. Üstelik Asya 13. yy'dan itibaren Moğolların akınları
ile tahrip olmuş. Arkeolojik araştırmalar uzun yıllar eski Sovyetler Birliği'nin
tekelinde kaldığından, az sayıda rapor açıklandığından emin olmak zor,
ancak buluntular bazı etnografik parçalar, mezar alanları, hendek ve sur kalıntıları
ile sulama kanallarından ibaret. (Örneğin Göktürkler'in ıduk yani mukaddes
olarak nitelediği Ötüken'de J. Schubert tarafından yürütülen arkeolojik
çalışmanın raporu henüz tam olarak açıklanmadığı için bu yerleşimin
niteliği, yayılımı ve mimari unsurları bilinmiyor.) Üstelik son zamanlarda
buluntuların büyükçe bir kısmının Göktürkler'in iç içe yaşadıkları
Sogdlar'a ve daha sonraki yıllarda aynı coğrafyada yaşayan Karahanlılar'a
ait olması ihtimali güçleniyor. 11. yy'da Oğuzlar'ın şehirlerde yaşayanlara
yatuk (=tembel) dedikleri, yatukları savaşmayan, mücadele gücünü yitirmiş
insanlar olarak gördükleri; 15.yy'da Akkoyunlu Devleti'nin kurucusu Kara Yülük
Osman Bey'in oğullarına "sakın oturarak yaşayışa geçmeyiniz, çünkü
beylik ve hakimlik yörüklük ve türkmenlik hayatını geçirmekle olur"
dediğini de anımsayınca, arkeoloji bilimi yeni kanıtlar sununcaya dek Göktürkler'in
şehir kurmaya şiddetle karşı çıkan Tonyukuk'un tavsiyelerine harfiyen uymuş
olduklarını kabul etmekten başka çaremiz yok gibi görünüyor!
Radikal - Ayşe Hür
|