Güneşin doğduğu yer...
Kentin caddelerini süsleyen sempozyum afişlerindeki bu tanımlama, davetiye
ve programların da en üstüne yazılmıştı; ''Güneşin Doğduğu Yer...''
13-14 Eylül 2003 günlerinde Doğubayazıt Kaymakamlığı 'nın ev sahipliği
ve öncülüğünde, ÇEKÜL 'ün desteği ve Erzurum Atatürk Üniversitesi
'nin bilimsel katkılarıyla gerçekleşen; ''Doğubayazıt'ta Tarih, Kültür,
Sanat Sempozyumu'' , diğer üniversitelerden de 40'a yakın uzmanın
bildirileri ve çok sayıda değerlendirme konuşmalarıyla, Anadolu'da güneşi
ilk karşılayan kentin 3 bin yıllık uygarlık serüvenini irdeledi...
Açılış konuşmalarında; ''tarih bilincinin taraflı siyasal tarih anlayışıyla
değil, yaşanmışlığın ve yaratıcılığın gerçek belgelerine dayalı
uygarlık ve sanat tarihiyle gelişebileceği'' vurgulanan sempozyumun sonuç
bildirisinde de şu ortak ''özlem'' dile getirildi: ''Doğubayazıt'taki bu
ilki gerçekleştiren yerel, kamusal, sivil ve bilimsel birlikteliğin, diğer
tarihsel yerleşmelerimizin yöneticilerine de örnek olmasını diliyoruz...''
'Sınır ötesi' sınır kentimiz...
Yıllar önce bir İran seyahatimizde konakladığımız Doğubayazıt için
gezi notlarıma şunu yazmıştım; ''Sınır ötesi bir sınır kenti...''
Çarşısındaki ''yabancı mal'' zenginliğinden ve doğu ülkelerinin
renklerini taşıdığı için düştüğüm bu notun, aslında ''kent
tarihini'' de özetlediği, sempozyumda hemen tüm çağları içeren
bildirilerle de kanıtlanmış oldu.
Örneğin, 35 yıldır İstanbul Üniversitesi arkeoloji grubunu yöneterek bölgede
araştırmalar yapan ve üstelik bunu ''terör'' bahanesine de sığınmadan
''kesintisiz'' sürdüren Prof. Dr. Oktay Belli , 2800 yıl öncesini aydınlatan
Urartu dönemine ait kaleleri, çoğu bugün bile kullanılan yolları ve
tarihin ilk ''su mühendisliğini'' belgeleyen antik barajları, göletleri ve
su kanallarını anlatırken, Doğu Anadolu 'yla birlikte Güney Kafkasya ve Batı
İran coğrafyasıyla bütünleşen bir uygarlığı tanıtıyordu...
Benzer şekilde Prof. Dr. Hamza Gündoğdu 'nun özetlediği Pers, Roma,
Makedon, Selevkos, Küçük Arsaklılar, İran, Bagrat ve hatta Bizans 'ı
sarsan Selçuklu dönemleri de ''sınır ötesi'' kültürlerle buluşmanın
zenginliklerini Doğubayazıt'a kazandırmamış mıydı?
Nitekim bütün bu ''evrensel'' birikimlerin 17. ve 18. yüzyılda doruğa çıkan
''sentezi'' ile kente ve tüm Anadolu'ya armağan edilmiş İshak Paşa Sarayı
'na ait bildirilerde de Ağrı Dağı 'nın tam karşısında sadece bir anıtsal
yapının değil, daha da ötesi insan emeği ve yaratıcılığının tarihsel
derinliğini taşıyan bir ''sanat gösterisinin'' yer aldığı sergilendi..
Yaklaşık 150 odası ve 7600 m2'lik oturma alanıyla Topkapı Sarayı 'ndan
sonra 2. büyük Osmanlı dönemi sarayını yaratmış bu etkileyici gösterinin
''kitabını'' da yazan Prof. Dr. Yüksek Bingöl ise bugün hayranlık uyandıran
tarihsel anıtların mucizelerle değil, ''kültürel birikimlerle'' yaratıldığını
söylercesine şuna dikkat çekiyordu:
''Böyle bir mimarlık şaheserinin tasarlanıp gerçekleştirildiği kentin
asıl kendisi de çok değerliydi; ama ne yazık ki sarayla bütünleşen Eski
Bayazıt artık yok...''
Gerçekten, daha 70 yıl öncesine kadar hem İshak Paşa Sarayı'nın
bulunduğu Karaburun tepesini sarmalayan, hem de Bayazıt Kalesi ve camisiyle bütünleşerek
sarp yamaçları bezeyen, ancak 1938'de ovadaki ''yeni'' yere taşınmayla
birlikte boşaltılıp, ardından yağmalanarak yok edilen ''Eski Bayazıt''
taki kent kalıntılarına baktığınızda, Kaymakam Nurullah Çakır 'ın ne
denli ''tarihsel'' bir adıma öncülük ettiğini de daha iyi
kavrayabilirsiniz...
'Köksüz' kalan Bayazıt
Eğer o ''talihsiz'' ayrılık olmasaydı, Prof. Dr. Metin Sözen 'in
sempozyumdaki serzenişi gibi, belki de şu acımasız imar aymazlıklarıyla hiç
kuşkusuz orası da tahrip edilecekti... Ancak, Doğubayazıt halkı yine de şimdiki
kadar ''tarihinden habersiz'' kalmayacak; geçmişinin onur kaynağı anıtlarını
sadece ''uzaktan seyreder'' olmayacak; bu yabancılaşmanın da yarattığı
''kimlik bunalımını'' bile belki bu denli yaşamayacaktı...
Nitekim, Ege Üniversitesi'nden sosyoloji doçenti Dr. H. Neşe Özgen 'in Doğubayazıt'taki
araştırmalarına göre, son yıllarda gözlenen kimi ''marjinal'' bağımlılıkların
ve toplumsal gerilimlerin nedeni de ekonomik sorunlara eklemlenen ''kültürel
bunalım'' ve yaşam çevresindeki ''karakter çöküntüsü'' olmalıydı...
Tarihe geçen kaymakam
İşte bütün bu değerlendirmeleri de gündeme getiren sempozyumla birlikte Doğubayazıt
70 yıl sonra ''kendisini'' yeniden tanımaya ve sorgulamaya başlıyor.
Kentin yazgısı açısından bunun 'yaşamsal' önemini ise Tugay Komutanı
Tuğgeneral Bülent Dağsalı 'nın tüm konukların adlarıyla sempozyum anısına
diktiği 'ağaçlar' geleceğe de taşıyacak...
Açılış günü sabahında, güneşi, çarşıdaki kahvelerde çay içerek
karşılarken konuştuğum hemen herkesle birlikte kırtasiyeci Mehmet Öztürk
de şunu söyledi: ''İlk kez bir kaymakam, şehrin sevgilisi ve umudu oldu...''
Yerel gazete Doğubayazıt 'ta başyazar Mehmet Koç 'un makalesinde de şunları
okuduk: ''Klasik idareciler gibi makamında oturmak yerine bu kente gerçek kamu
hizmeti vermenin örneğini görüyoruz...''
Her fırsatta halkla birlikte olan ve gece gündüz demeden tüm zamanını
ilçesine adayan Çakır ise böylesi bir sempozyumun gerekçesini Doğubayazıtlılara
şöyle anlatıyor: ''Geçmişimiz sadece siyasetçilere ait değil, asıl bize
aittir. Bunun değerini bilerek kültürel mirasımızın da sahibi olduğumuzda,
kalkınma ve gelişmemizin önünü de aydınlatmış oluruz...'' Evet... Darısı,
diğer tarihi ilçe merkezlerimize...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|