İstanbul için son fırsat!
Koruma planı bir kesimin kendi özel görüşü olmaktan çıkarılmaz ise bütün
İstanbul, hatta Türkiye kaybedecek
İstanbul'un Dünya Kültür Mirası Listesi'nden çıkarılıp 'Tehlikede
Olan Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınma ihtimalinin UNESCO yöneticileri
tarafından dile getirilmesinden sonra STK'lardan oluşan bir izleme komitesi
oluştu. Bu komite geçtiğimiz hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile görüşmeler
yaptı ve yerel yönetim ve diğer kamu kuruluşları tarafından yapılan çalışmalara
katkıda bulunmak için girişimlerde bulundu.
Gündemdeki konulardan hiç şüphesiz en önemlisi İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin Tarihi Yarımada için hazırlattığı 'Koruma Amaçlı Master
Plan'. Bu planın 'İstanbul'un kaderini tayin edecek bir adım' olduğu söylenebilir.
Yalnızca içerdiği kararlar ile değil, bundan sonraki aşamalarının
'yeniden yapılandırılabilir' ve elbette ki gelişmeye açık olması
nedeniyle. Bugüne kadar burada yaşayanların ve STK'ların plan hazırlığı
hakkında bilgisinin olması önemli bir sorun. Ancak plan henüz onaylanmadığı
ve yerel eylem planı mahiyetindeki planlar henüz tamamlanmadığı için süreç
sona ermiş değil. Bu nedenle bu aşama sonrasında da kamuoyunu
bilgilendirmek, farklı kesimleri buluşturup bir konsensüs oluşturmak planın
gelişmesini etkileyebilir. Bu nedenle yerel yönetimin bu planı tartışmaya açması
ve katılımı sağlaması için STK'ların yapabilecekleri çok şey var.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi STK'lardan gelen talep üzerine bir adım
attı ve İzleme Komitesi üyelerine bir sunuş yaptı. Bu sunuştaki birkaç
ayrıntıya değinerek neler yapılabileceğine dair bir kaç örnek vermek
istiyorum: İlk önce bugüne kadar yapılan çalışmada fazla bir anlam ifade
etmeyen bu ayrıntının altını çizmekle başlayalım:
Plan raporunda bundan sonraki aşamalarda bir 'yönlendirici komite'nin oluşturulmasından
ve bu komitede STK'lar da dahil olmak üzere ilgili kuruluşların yeralmasından
sözedilmekte. Eğer STK'lar herhangi bir sivil toplum kesimini temsil eden
organlar olarak değil, farklı sivil toplum kesimlerinin planlama sürecine katılmalarını
talep eden kuruluşlar olarak hareket ederlerse bundan sonrasını değiştirmek
için önümüzde bir fırsat var. Ancak bunu engelleyen temel sorun yönetimlerin
STK'ları 'gerekirse görüşü alınacak kuruluşlar' olarak kabul etmeleri. Bu
durumda bazı kurum ve kuruluşları temsil eden kişiler aynı zamanda yerel yönetimden
iş alan çıkar grupları olarak iş görüyorlar. Bu nedenle kapalı devre bir
katılım süreci oluşuyor, en önemli yönetim işlevi, bilgi paylaşma yükümlülüğü
ortadan kalkıyor.
Planlar bir kesimin kendi özel görüşü olarak kabul görüyor ve meşruiyet
sorunu oluşuyor. Oysa sorun kamu işlevlerine 'iş takipçisi' bir takım
uzmanların katılımları değil, halkın, farklı çıkar gruplarının katılımı.
Çoğu zaman bazı 'uzman' kişiler yerel yönetimlerin proje toplantılarına
katılarak hem kendi duyarlılıklarını, hem de kendi çıkarlarını temsil
ediyorlar. Yaptıkları tepeden inme projelerle kendi uzmanlıklarını
sergiliyorlar. Halk, farklı görüşleri temsil eden kesimler planlama sürecinden
dışlanıyor. Planlama bu nedenle bir uzmanlık çalışması olarak görülüyor
ve tepeden inme kurallar bütünü olarak algılanıyor. Dolayısı ile adına
planlama denilen kamu işlevini 'rehabilite' etmek için ilk önce uzmanların
iki ayrı şapkayı aynı anda giyerek kendi kamu yararı kavramlarını temsil
etmelerinin önüne geçmek gerekiyor.
Bu planda yer alan ve gene üzerinde durulması gereken bir önemli ayrıntı
ise planın 'koruma amaçlı' olmasının sorgulanması. Yasal olarak bir yerin
SİT alanı ilan edilmesi, yani koruma kurulu kararı ile bütünlüklü koruma
alanı olarak ilan edilmesinden sonra yerel yönetimler tarafından bir 'koruma
planı' yapılması zorunlu. Buna karşılık bu işlev tepeden inme bir biçimde
planın koruma statüsü ile belirlenebilecek bir şey değil. Koruma bir grup
uzmanın kendi kararı nedeniyle değil, Tarihi Yarımada gibi bölgenin kendi
özelliklerinin gerektirdiği ve herkesin sahiplendiği bir statü olarak plana
yön vermeli. Öncelikler tepeden inme bir biçimde belirlendiği ölçüde halk
kültür varlıklarının korunması, planlama gibi yönetim işlevlerini kendi
refahı için değil, bir takım seçkinlerin kendi çıkarlarını savunmak
veya başkalarına eziyet etmek için uydurdukları kurallar olduğunu düşünüyor.
Gelişmeye kapı aralayan bu iki noktaya değindikten sonra şimdi gelelim
planın açmazlarına:
Plan içinde bir çok bölgelendirme, yeniden işlevlendirme ve bağlantılı
proje paketi tanımlanıyor. Başka bir deyişle yerel yönetimin bu planla bölgede
neler yapılabileceğini, hangi işyerlerinin açılabileceğini, yapıların
nasıl kullanılacağını, kimlerin yaşayacağını belirlemesi sözkonusu.
Buna karşılık bu planın hazırlandığından kimsenin haberi yok. Uzmanlar
Tarihi Yarımada için nelerin uygun olduğuna, nelerin yapılması gerektiğine,
halkın nasıl yaşayacağına karar veriyorlar ve bunu yerel yönetimin
planlama faaliyeti içinde gerçekleştirmek istiyorlar. Bu konudaki
tercihlerini ise 'koruma amaçlı' planın bir niteliği olarak sunuyorlar. Plan
aynı zamanda bir takım proje paketleri (geleneksel el sanatları atölyeleri,
turizm, kültür, endüstri tarihi müzesi gibi) öngörüyor. Kentsel alanda
bir takım yeniden işlevlendirmeler getiriyor. Bazı işlevleri 'sakıncalı'
olarak tanımlayarak kent dışına çıkarıyor. Ancak bu işlevlerin hangi süreçlerle,
kimlerle tanımlandığı, projelerdeki önceliklerin nasıl belirlendiği açıklığa
kavuşmuyor. Buradaki tuhaflık ise hangi faaliyet türünün tarihi çevreye
uygun olduğuna gene bir takım uzmanların kendi başlarına karar vermesi.
Diğer taraftan bu tercihler ile çok önemli kararlar karanlıkta kalıyor.
Örneğin bu planda öngörülen projeler de dahil olmak üzere profesyonel
mimarlık ve şehircilik hizmetlerinin elde edilmesine yönelik ilkeler ve yöntemlerden
sözedilmiyor. Bu kamu işlevlerine dair önemli kararlar tercihlerin arkasına
gizleniyor. 'Planın politikası'nı bu tercihler belirlediği için koruma
konusunun 'tarihselci bir kent dekorasyon biçimi' olarak algılanması mümkün.
Planda yerel yönetimin Feshane, Sütlüce Mezbahası, Topkapı Şehir Parkı,
surların restorasyonu, Topkapı Sarayı bahçesine yapılması öngörülen
binalar gibi projelerinin hangi yöntemlerle geliştirildiğine dair en ufak bir
ipucu yok.
Planda sayılan geleneksel halk sanatları, ebru, hat, işlemecilik, bakır dövmecilik
gibi işler ve İstanbul'un bu bölgesindeki hanlar, odalar gibi yapılar için
sayılan işlevler de buna tipik bir örnek. Bu tercihleri 'kim, neden ve nasıl
yaptı, projelerini kim hazırladı' gibi sorulara da yer yok. Koruma kurulları,
ilçe belediyelerinin imar konuları gibi servisleri, deprem, yangın gibi
risklere karşı yerleşim güvenliğini geliştirmeye yönelik önlemlerin nasıl
üretileceği, finansman yöntemleri ve destek hizmetleri konularında da bir
bilgi yok. Kamu işlevlerinin nasıl geliştirileceğine, 'çok taraflı' bir
uygulama olarak proje paketlerinin nasıl yönetileceğine, profesyonel proje
hizmetlerinin nasıl elde edileceğine dair de bir ipucu yok. STK'ların plana
nasıl katılacağı, hangi yöntemlerle katkıda bulunacakları da bu planda
yer almıyor.
Yerel uygulama planı niteliğindeki süreçlerle ilgili olarak da yerel aktörlerin
nasıl katılacağına, kamu otoritesinin bilgi paylaşma yükümlülüklerine,
yerel servislerin oluşturulmasına ve koruma mekanizmalarına yönelik öneriler
de getirilmiyor. Bunları tartışmayı talep eden STK'lar da yok. Çünkü plan
siyasal bir belge değil, dedğim gibi bir uzmanlık çalışması olarak görülüyor.
Bu nedenle planı halka, profesyonel deneyimlere, kentin enerjisini dışlamayan
gelişmelere açacak kamu işlevleri değil, yalnızca tercihler konuşuluyor.
Her şey çok açık: STK'lar ve profesyonellerin örgütleri olan meslek
odaları -tercihlere takılmak yerine- kendi alanlarına ve faaliyetlerine yönelik
düzenlemelerin geliştirilmesini talep ederlerse bu plan hazırlığı işe
yarayacak. Eğer bu plan çalışmalara katılma fırsatı bulan kişilerin
kendi tercihlerinden ibaret kalırsa önümüzdeki bu önemli fırsat kaçmış
olacak. Bu plan da -diğer planlar gibi- tozlu raflardaki yerini alacak. Yalnızca
planlama sürecinden dışlanan kesimler fakirleşmeyecek, herkes kaybedecek:
Turizmciler, esnaf, burada yaşayan halk ve bütün İstanbul uygulanmayan
planlar, yokolan değerler, gelişmeyi düzenleyemeyen kamu işlevleri yüzünden
kaybedecek... Türkiye kültür mirasını koruyamayan ülkeler sınıfına
girecek.
Ne dersiniz? Planlama denen kamu faaliyetinin bir takım insanların özel görüşü
değil, bir kamu işlevi olduğunu düşünmenin zamanı hala gelmedi mi?
Korhan Gümüş
|