Mimarın neden adı yok?
Artık mimarlık alanında çok kapsamlı bir dijital arşive sahibiz.
Dileyelim ki bu arşiv, mimarlığın öneminin hatırlanmasına da vesile
olsun.
Dün Dünya Mimarlık Günü'ydü. Ve ben, mimarlık diplomamı aldığımdan
bu yana belki de ilk kez Dünya Mimarlık Günü'nde mimarların ağırlıkta
olduğu bir toplantıya katıldım. Böylelikle TMMOB de, 6 - 13 Ekim Mimarlık
Haftası etkinliklerine katılamadığım için beni belki bu kez affeder.
Çanakkale Seramik, Kalebodur, Kaleterasit vs. gibi Kale Grubu şirketleri çok
hayırlı bir iş yapmış. Mimarlık alanında Türkiye'de ve dünyada bugüne
kadar yapılmış en kapsamlı dijital arşiv projesinin hayata geçirilmesine
sponsor olmuş.
Dijital mimari arşiv
Arkitera Mimarlık Merkezi'nce 2.5 yılda hazırlanan arşive
www.amv.arkitera.com adresinden ulaştığınızda mimarları ve binaları
ilgilendiren bilgilere sistematik olarak ulaşabiliyorsunuz. Her mimarın ve her
binanın ayrı bir sayfasının bulunduğu dijital arşivde mimarlıkla ilgili
yarışmalar, yayınlar, ödüller ve makaleler de yer alıyor. Bu kapsamlı arşiv
sayesinde mimarinin zaman içinde yolculuğunu ve günümüzde nasıl hoyratça
bir muameleye maruz bırakıldığını da umarım görebileceğiz.
Mimarın kâbusu
Bu köşenin müdavimlerinin bildiği gibi bendeniz 2 yıl kör - topal mimarlık
yaptıktan sonra gazeteciliğe geçiş yapmış, mimarlık eğitimi gördüğü
için de, mimarlık yapmadığı için de fevkalade mutlu olan nadir mimarlardan
biriyim.
Mimarlık okuduğuma çok memnunum, çünkü bu eğitim sayesinde ayrıntılara
dalıp hedefi kaybetmek yerine dünyaya ve olaylara hep kuş bakışı
bakabilmeyi öğrendim. Mimarlık; sanatı, bilimi ve teknolojiyi birleştiren
nadir disiplinlerden biri. Üniversitede 4 yıl boyunca üçüyle de iç içe
olmak ayrıcalıktı. Ama sonrası tam bir kâbustu.
Mimarın adı yok
Üniversitede bize ne öğretildiyse, mimar olarak tam tersini uygulamamız
istendi ve ben kısa sürede havlu attım. O günlerde benim gözümde baş suçlu
bizim Laz müteahhitlerdi. Çok sonra fark ettim ki mimarlık, 1950'li yıllardan
itibaren zora girmiş. Toplu konut alanlarının sayısı arttıkça kare
pencereli, yüksek katlı, birbirinin kopyası çirkin binaların sıralandığı
tekdüze ve birbirine benzer şehirler oluşmaya başlamış. Bu süreç içinde
mimarların itibarı da, adı da giderek silinmiş.
Bugün gelinen noktada eğer içinde oturduğumuz, daha doğrusu oturamadığımız
evden yakınıyorsak müteahhidi, üstünde yürüyemediğimiz, düşersek bir
yerimizi kıracağımız kaldırımdan şikâyet ediyorsak belediyeyi suçluyoruz.
Depremde de müteahhitleri, belediyeleri, siyasetçileri ve imar aflarını suçladık.
Ama mimardan söz eden hiç olmadı. Depremde yıkılan binaların mimarı kim,
hiçbirimiz bilmiyoruz. Bunun tersi de geçerli. Eğer beğendiğimiz bir yapı,
çevre düzenlemesi varsa ortada, bu kez de firmayı kutluyoruz. Gene mimar yok
işin içinde.
Seri üretim gibi
Mimarlığın son 40 - 50 yıldır seri üretim anlayışı içine girmesi,
kitleselleşme ve demokratikleşmeyle açıklanabilir belki. Bugün gelinen
noktada ise demokratikleşmeden değilse de toplumsal yapıda kitleselleşmeden
kaçış, bireyselleşme ve yenilik arayışları dikkati çekiyor. Bu süreç,
mimarlığa Rönesans dönemindeki sürükleyici rolünü yeniden kazandıramasa
da, edilgen konumundan etkin konuma geçme yönünde bir fırsat yaratabilir.
Yeter ki mimarlar da günahlarıyla ve sevaplarıyla gün ışığına çıksınlar.
Bir Gökkafes ucubesi söz konusuysa sadece meslek odasının değil, çok sayıda
mimarın yek vücut halinde protestosunu duyalım. Depremde binalar çöktüğünde
mimarların kimliği de telaffuz edilsin.
Milliyet - Meral Tamer
|