Dünya Mimarlık Günü
Her yıl Ekim ayının ilk Pazartesi günü bütün Dünya'da kutlanan
"Dünya Konut ve Mimarlık" Günü Türkiye'de de çeşitli
etkinliklerle kutlandı. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi konuyla
ilgili yaptığı açıklamada geleceğin sağlıklı, güvenli,
ekolojik kentlerini kurmak mimarlığın temel sorumluluğu olduğunu belirtti.
"Uygarlığın tarım toplumundan ticaret ve sanayi toplumuna evrildiği
süreçte, kentler insanlığın yarattığı birikimlere mekân olmuş ve bu
birikimlerin kuşaktan kuşağa taşınmasını sağlamıştır. Özgürlük, eşitlik,
adalet, demokrasi, insan hakları, anamalcılık, sosyal devlet, toplumculuk,
ekoloji gibi kavram ve kurumları, teori ve pratikleriyle oldukça karmaşık,
çok etkileşimli değişken koşullarıyla günümüze değin süregelen bu süreç,
her şeye olduğu gibi, kentlere de her bakımdan damgasını vurmuştur. Tüm
gelecek, geçmişin değer ve birikimlerinden etkilendiği gibi, aynı zamanda
onun sarsıntısı üzerinde kurulur. İşte bu birikim ve sarsıntıdan en çok
etkilenen belki de uygarlık ürünü kentler olmuştur.
Bu nedenle, öteden beri pek çok sorun yaşayan kentlerimiz, günümüzde
hegomonyal ve tek kültürlü anlayışın yarattığı sorunlarla da karşı
karşıya kalmıştır. Kentler, İkinci Dünya Savaşı'nda yaşananlardan ve
sonuçlarından hiç ders alınmamış gibi, son teknoloji ürünü silahların
denendiği alanlar haline de gelmektedir. Ve kentler, dün Afganistan'da bugün
Irak'ta olduğu gibi, vahşi bir vandallıkla tarihi kimlikleriyle birlikte
harap edilmektedir.
İnsanlık tarihi ile başlayan mimarlık, kentlerin yaratıcısı ve uygarlık
birikiminin, kültürel kimliğin taşıyıcısı olarak süreç içerisinde
yerini almıştır. Taşıdığı misyon itibarıyle, geleceğin sağlıklı ve
güvenli kentlerinin kurulması yanında; uygarlığın zor ve karmaşık bir süreçten
geçtiği günümüzde, çok kültürlülüğün, tarihi ve doğal çevrenin
korunması, kültürler arası eş saygınlığın yaratılması ve köprüler
kurulması, ekolojik toplumun oluşması gibi insanlık açısından yaşamsal
öneme sahip konularda sorumluluğunun bilincinde bir meslek olarak mimarlık ve
mimarlar, kentleşme politikalarında hak ettiği yerlerini almalıdır.
Nitekim, planlama olmayışından toplu taşımayı reddeden ulaşım
tercihleri gibi yanlış planlama kararlarına, bölgeler arası gelir farklarından
doğan göçleri ve buna bağlı olarak kaçak yapılaşmayı yaratan ulusal bir
planlamanın olmayışından "imarsız ve mimarsız yapılaşma" anlayışının
geçerli kılınmasına kadar tüm sürecin, yaşadığımız İstanbul kentinin
dünya kültür mirası Tarihi Yarımada kimliğinden hızla uzaklaşarak övünülemeyecek
bir "Metropol" kimliksizliğine gelmesinde payı çok büyüktür.
Bunun sonucunda İstanbul bugün büyük sorunlarla baş başa kalmıştır.
"Depremini bekleyen İstanbul"da, depreme hazırlık çalışmalarında,
çok zaman kaybedilmiştir. Artık, kaybedilecek zaman kalmamıştır. Marmara
depreminden ancak dört yıl sonra üniversitelerimiz tarafından hazırlanabilmiş
olan Deprem Master Planı, depreme hazırlık bakımından önemli bir aşama
olmakla birlikte, pratikte işler "bildik" yöntemlerle yapılmaya
devam etmekte, binlerce yurttaşımız deprem riskiyle birlikte can ve mal güvensizliği
içinde yaşamak zorunda kalmaktadır.
"Tarihi Yarımada Koruma Planı"nın 8 yıldır yapılmaması
nedeniyle, kültür mirasımızın taşıyıcısı pek çok yapı yok olmuş ve
sonuçta üç medeniyete başkentlik yapmış, dünya ölçeğinde tarihsel değer
ve öneme sahip İstanbul, UNESCO'nun "Kültür Mirası Listesi"nden
çıkarılmak tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Gelecekte savaşların "su" nedeniyle çıkacağına dair öngörülerin
yabana atılmayan değerlendirmeler olduğu günümüzde; İstanbul'un yaşam
kaynakları olan kuzeydeki su toplama havzaları, orman alanları ve endemik
bitki türleri, tarım ve peyzaj alanları, hukuka aykırı "İSKİ Koruma
Yönetmeliği", imtiyazlı imar izinleri ve kaçak yapılaşmalarla yok
ediliyor.
İstanbul'da karayolu taşımacılığı ve boğaz köprülerinin yarattığı
sorunlar ortadayken, doğru tercihin "raylı tüp geçiş" olmasına
karşın gündeme getirilen 3. Köprünün uygulanması, İstanbul'a ve İstanbullu'ya
çok büyük bir haksızlık olacaktır. Köprülü geçişlerle, Boğaz geçişi
sorunu halledilemeyeceği gibi, yeni ulaşım sorunlarına ve elde kalan son
tarihi, doğal çevrelerin de yok olmasına sebebiyet verecektir.
Tüm bu sorunlar yetmiyormuş gibi hükümetin, 1. derecede doğal SİT
alanlarını imara açması, orman alanlarını imara açmak için Anayasa değişikliği,
imar affı, Kıyı Kanunu'na ilişkin değişiklik, Kamunun Yeniden Yapılandırma
Yasa Tasarısı, Yerel Yönetim Yasa Tasarısı ve Özelleştirme Uygulamaları
gibi girişimleri, daha yasalaşmadan kentlerdeki kural dışı uygulamaları
tetiklemekte ve ulusal kaynakları yağmalamayı adeta teşvik etmektedir. Zaten
sağlıksız, çarpık, mimarlık ve mühendislik hizmeti almamış yapılar
topluluğundan oluşan kentlerimizin, söz konusu bu yasal düzenlemeler gerçekleştiğinde
iyice yaşanmaz hale geleceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Karamsar bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz bir gerçek. Yapı ölçeğinden
kent ölçeğine kadar hem değerli tarihsel birikimlerimiz, hem de tarihsel
hatalarımız var. Fakat bütün olumsuzluklara karşın mimarlık, bu koşullarda
yolunu bulmak ve tarihsel misyonu gereği "geleceğin sağlıklı, güvenli
ve ekolojik kentlerini kurmak" sürecinde tüm toplum kesimleriyle birlikte
yer almak durumundadır. Toplumumuzun geleceğini karartan yanlış kentleşme
politikalarını değiştirelim ve geleceğin sağlam, güvenli, insancıl, hak
ve özgürlüklerin en geniş biçimde yaşandığı kentlerini elbirliğiyle inşa
edelim."
Arkitera
|