Körler ülkesi İstanbul
"Bilgililer yetkisiz, yetkililer bilgisiz" olunca doğal afetlerin
boyutu da katlanıyor.
Ege Denizi yoluyla Attik bölgesi Megara şehrinden kuzeye doğru yeni ülkeler
keşfetmeye çıkan Megaralıların bir kısmı yerleşmek üzere Anadolu yakasındaki
Kadıköy'ü (eski adıyla Kalkedon. Bu isim büyük olasılıkla Anadolu yakasında
bol bulunan çakmaktaşı da denilen Kalsedon'a atfen verilmiştir) seçmişlerdi.
Büyük olasılıkla bu göçlerin ana nedenleri Ege'de meydana gelen doğal
afetlerdir. Daha sonra gelen grup ise Sarayburnu'na yerleşti ve ilk gelenlerin
yerleştiği Kadıköy'e bakarak.
"Böyle güzel yer dururken neden oraya yerleştiler, kör mü
bunlar?" dedi. Bu sözler Anadolu kökenli araştırmacı tarihçi Heredot
ile Latin tarihçi Tacikus'un kayıtlarında yer alır. Gerçekten de İstanbul'un
ilk adı bu olaydan dolayı Körler Ülkesi'dir. Bu adı günümüzde de
kullanmayı hak ettiğim konusunda bence şüphe yok. Körler Ülkesi olmasa şu
güzel şehri nasıl yok ettiğimizi görmez miydik? Bir milyonu aşkın yapının
bulunduğu dünya kentinin haline bakınız. Plansızlık dizboyu. Günlük yaşıyoruz.
Yarına Allah kerim. Bu koca kenti bekleyen o kadar tehlike var ki, saymakla
bitiremeyiz. Deprem, yangın, kirlenme, güvenlik... Hangisini sayalım. Tüm
tehlikeler afet olmaya hazır şekilde bizleri bekliyor mu? Ama son zamanlarda
çoğumuz için paranoya halinde gelen ve özellikle sabahın üçlerinde
beklediğimiz depremlerle bozduk. Yetkililer, ilgililer, sorumlular,
sorumsuzlar, uzmanlar hep beraber depremlerle ilgileniyoruz. Planlama yolunda
aldığımız sonuç, koskoca bir sıfır sayılmasa bile sıfıra yakındır.
Efektif yani verimli bir planlama çalışmamız yok sayılır. Kurumlar arası
organizasyon, koordinasyon ve eşgüdüm konusunda ciddi sıkıntılar var.
Rahmetli Uğur Mumcu'nun dediği gibi "Bilgililer yetkisiz, yetkililer de
bilgisiz" olunca işin içinden çıkmak güçleşiyor.
Gazetelerde Japonya'nın Hokkaido adasında 8 büyüklüğünde bir depremin
olduğunu okuyorum. Kuşku yok, son yılların en büyük depremi. Büyük sayılmasa
da 1.5 metrelik tsunami dalgaları oluştu (Çünkü buralarda 30 metreye yakın
tsunamiler olağan karşılanabilir). Bazı yerlerde yangınlar çıktı ve
tehlike nedeniyle 41 bin kişi evlerinden uzaklaştırıldı. Dikkatinizi çekerim
ölen insan sayısı bir kişi. O da trafik kazasından. Bu sonuçlarla afet
planlaması ve yönetimi konusunda dünyaya ders veren Japonlara şapka çıkarmak
gerekir. Bu ve son zamanlarda artan depremlerin ardından kafalara takılan bazı
konular yeniden depreşiyor ve soruyoruz. Dünyadaki doğal afetlerde (bilhassa
depremde) bir artış var mı?
Bugün bu sorunun yanıtını arayacağız. Halk arasında dünyada ve bizde
son zamanlarda afetlerin, bilhassa depremlerin, arttığı konusunda yaygın bir
inanış var. Bu inanışa bilim insanları nasıl bakıyor diye sorulduğunda açıklamasını
şöyle yapabiliriz. Son yıllarda (özellikle 1960'lardan sonra) büyük
afetlerin sıklığında gerçekten bir artış görüyoruz. Her yıl afetlerde
hayatını kaybedenlerin sayısında yüzde 6'lık bir artış gözleniyor. Buna
paralel olarak, afetlerin neden olduğu ekonomik kayıplarda da hızlı bir artış
var. İşin ilginç tarafı son yıllarda afet bilinci ve yönetimi konusunda
bilgilerin ve çalışmaların artmış olmasına rağmen durumun böyle olması.
Örneğin, Japonya'da 1938 yılında kasırgaların tetiklediği heyelanlarda
130 binden fazla ev yıkılırken, 500'ün üzerinde insan hayatını kaybetti
ya da kayboldu. Fakat daha sonra geliştirilen afet stratejileri ve yönetimleri
sonucunda kayıplar hızla azalmaya başladı. 1976 yılında meydana gelen
heyelanlarda hasar gören evlerin sayısı iki bini geçmezken, ölü sayısı
azalarak 125'e indi. Tüm bu çabalara rağmen afetlerin ve özellikle
depremlerin sayısındaki bu artışa dört temel faktör neden oluyor.
1- Afetleri izlemeye ve kayıt etmeye yarayan ulusal ve uluslararası alet
sayısında ciddi bir artış var. Bu sayede daha önce kayıt edilemeyen
depremler kayıt edilebilir hale geldi ve kayıtlı deprem sayısında geçmişe
göre bir artış gözlendi. Ülkemizde ise ulusal ağa ait çeşitli kuruluşların
toplam kayıt aleti (sismometre) sayısı 150 dolayında. Türkiye depremlerini
sağlıklı bir şekilde gözetlemek için gerekli alet sayısı iki bin dolayında
olmalıdır (Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, Deprem Konseyi Üyesi ile kişisel görüşme).
Buna rağmen ülkemizdeki kayıtlı deprem sayısı 1950'li yıllara göre hayli
arttı.
2- Dünya nüfusunda hızlı bir artış var. 1960'lı yıllardan beri dünya
nüfusu ikiye katlandı. Dolayısıyla yaralı ve ölü sayılarındaki artış
da buna paralellik gösteriyor.
3- İnsan toplulukları belli yerlerde yoğunlaştı. 3.5 milyara varan
kentlerdeki nüfus, dünya nüfusunun yüzde 50'sine ulaştı. Doğal olarak bu
hızlı kentleşme sosyo-ekonomik baskılar sonucu yanlış planlamayla (daha doğrusu
plansızlaşmayla) çarpık kentleşmeyi de beraberinde getirdi.
4- II. Dünya Savaşı'ndan sonra jeolojik ortamlardaki doğal tahribat daha
da arttı. Dünyanın akciğeri olarak kabul edilen Güney Amerika kıtasında
Amazon yağmur ormanlarının neredeyse yüzde 40'ı yok edildiğinden hızlı
bir toprak erozyonu ve sık sık da sel baskınları meydana geliyor. Orman vasfını
kaybeden (kaybettirilen demek daha yerinde olur) arazileri satanlar gelecek
afetlerden de sorumludur. Bu bakımdan gelecekte de doğal afetler daha da
artacak gibi görünüyor.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Afetlerin belli periyotlarda artış gösterdiği
ortada. Afetlerin bazı dönemlerde de azaldığını biliyoruz. Neye bağlı
olarak dönemsel artışlara ya da azalmalara neden olduğu sorunu bilim
insanlarının halen uğraş verdiği konulardan biri. Deprem, volkanizma ve
buzullaşmanın birbirlerini tetiklediği konusunda ciddi çalışmalar
bulunuyor. Dünyanın devirsel olarak soğuk ve sıcak iklim dönemlerine girişinden
de dünyanın güneş etrafında döndüğü ekliptik yörüngedeki küçük değişimlerin
neden olduğu da önceden beri biliniyor. Hatta dünya jeoloji tarihinde pek çok
defa kütlesel yok oluşların kayıtlarını yakından biliyoruz. Örneğin,
dinozorların 65 milyon yıl önce aniden yok oldukları gibi (bu konuda
dinozorların kuşa dönüştükleri konusunda da tezler var). Bu tür ekstrem
felaketleri inceleyen bilim insanlarına katastrofist deniyor ve bunlar geçmişteki
ile gelecekteki felaket senaryolarıyla ilgileniyorlar. Diğer yandan insanlar için
doğa olaylarını afete dönüştüren koşullar gitgide arttığından doğal
afetlerin sayısında da ciddi bir artış gözleniyor. Hızlı nüfus artışı,
sosyo-ekonomik baskılar sonucu yanlış kentleşme ve zarar görebilir alanlara
yerleşme bunların başlıca nedenleri arasında sayılabilir. Afetlerle başedebilme
yönetim bilgisi çok hızlı bir gelişme kaydetmiş olmasına rağmen insanların
yaklaşımı bütünsel olmak yerine ben merkezli (anthropocentric approach)
olduğundan doğal çözüm olanaklarına kavuşamıyor, bundan artan bir şekilde
zarar görüyor.
Afetsiz günler dileğiyle.
Radikal - Şükrü Ersoy
|