Hangi keyfin kurbanı
Hasankeyf
Ta antik dönemden kalma nüfus
kağıdı bunca asra dayanmış ama artık son nefesi de tükenmek üzere
Hasankeyf'in... Şükür ki son yıllarda dağdaki çoban bile yöreyi sağlam
tutmanın geleceğe yararını anlamış
Hani derler ya "Şuraları gavurun elinde olaydı amma güzel yapardı
adamlar onu ha!.." Aynen de böyle geçti içimden Hasankleyf'e bakınca.
Herhalde yirminci gidişim filan. Her defasında sanki ilk kez görüyor gibi büyüleniyor,
hayran kalıyor sonuna doğru da dertleniyorum. Niye? Niye olsun, o yukarıda
anlattığım meseleden ötürü. Yani "adamlara" değil bize kalmış
ve yağmalanmış bu muhteşem miras.
Eli böğründe kent
Hasankeyf, Dicle'nin kenarına sinmiş tedirgin bir kedi yavrusu sanki. Ne zaman
gelecekler, ne zaman zarar verip belki de öldürecekler diye bekliyor sanki. Ta
antik dönemden kalma nüfus kağıdı bunca asra dayanmış ama artık nefesi tükenmek
üzre sanki. Bizanslılar, Sasaniler, Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler,
Mervaniler, Artuklular, Eyübiler ve Osmanlılar'a da ev sahipliği yapmış.
Medreseler, Rasathane, Darüşşifa ve diğer eğitim kurumlarıyla bölgenin
ilim ve kültür merkezi olmuş. Ee olmuş da ne olmuş yani? Kıymet bilen vefa
gösteren mi olmuş Hasankeyf'e?
Diyorlar ki "Hasankeyf, sorumsuz yönetim, eğitimsiz insanlar eliyle asırlardır
yağmalanıyor. 1982 yılında S.İ.T. alanı ilan edilip koruma altına alınana
kadar, yerleşime de açık olan tarihi mekanlarda arkeolojik ve bilimsel çalışmalar
da yeterince yapılmamış. Her şeyi ile üzerimizde sorumluluk olan şehir,
restore edilip, bakımlı bir halde dünya insanlığına bir kültür mirası
olarak sunulmalıydı. İç ve dış turizme açılarak bölgenin canlanmasına
sebep olabilir, daha da önemlisi üzerimizdeki tarihi sorumluluğu yerine
getirmenin hazzını gelecek nesillere aktarabilirdik."
Kolay gelsin
Tek avuntum, şimdilerde başta belediye olmak üzere zararın neresinden dönülse
kardır deyip kolların sıvanmış olması. Dağ eteğindeki çoban bile artık
yöreyi sağlam tutmanın kendi geleceğinin sağlamlığı demek olduğunu
anlamış. Hummalı bir çabaya girişmişler topyekün. Seneye kısmet olur
yine gidersem sanki iyi şeyler söyleyecekmişim gibi doğuyor içime; haydi
hayırlısı...
Silopi'de Asurlular epey bir kalmış İsa'dan önce. İşi yani kentin
tarihini bilenler ekliyor ardından. "Sonra Roma İmparatorluğu'nun yönetiminde
de yaşadılar uzun yıllar. Etrafta görülen kalıntılar işte o zamandanmış."
Ne zaman ki Yavuz Sultan Selim Han, Mısır Seferi'ne çıkmış. Geçerken
fazla da zorlanmadan hem Silopi'yi hem de Cizre'yi katmış Osmanlı sınırı içine.
Aşurenin icadı
Keşke o dönemin ilmiye sınıfı, lalaları filan akıl etseydi. Padişahın
huzuruna varıp, etekleyip, "Tufandan kaçan Hazreti Nuh, gemisine her bir
hayvanattan birer çift koyup buralara kadar gelebilmiş sultanım. Aşureyi de
buralarda icat etmiş. Ve dahi Nuh'un menşur gemisi, aha da bu tepsi gibi düz
dağların başına konmuş, oralarda fosilleşmiş" deseler.
Hatta kalıntıyı bulup gösterseler, Sultan Selim Padişah kim bilir nasıl
da sevinir, nasıl da özel alaka gösterirdi bu iki kente. Hiç olmazsa
torunları da önemini kavrar, şimdinin toz rengi, bakımsız, acı biber gibi
yakıcı insan ve kent manzaraları çıkmazdı ortaya. Lakin bu arada Cizre
Polis Evi'nden bakınca görülen o köprülü manzara Boğaz Köprüsü'nde
varsa ne olayım!..
Sabah
|