reklam

30 Ekim 2003 Perşembe
Ana Sayfa > Haberler

Hangi keyfin kurbanı Hasankeyf

Ta antik dönemden kalma nüfus kağıdı bunca asra dayanmış ama artık son nefesi de tükenmek üzere Hasankeyf'in... Şükür ki son yıllarda dağdaki çoban bile yöreyi sağlam tutmanın geleceğe yararını anlamış

Hani derler ya "Şuraları gavurun elinde olaydı amma güzel yapardı adamlar onu ha!.." Aynen de böyle geçti içimden Hasankleyf'e bakınca. Herhalde yirminci gidişim filan. Her defasında sanki ilk kez görüyor gibi büyüleniyor, hayran kalıyor sonuna doğru da dertleniyorum. Niye? Niye olsun, o yukarıda anlattığım meseleden ötürü. Yani "adamlara" değil bize kalmış ve yağmalanmış bu muhteşem miras.

Eli böğründe kent
Hasankeyf, Dicle'nin kenarına sinmiş tedirgin bir kedi yavrusu sanki. Ne zaman gelecekler, ne zaman zarar verip belki de öldürecekler diye bekliyor sanki. Ta antik dönemden kalma nüfus kağıdı bunca asra dayanmış ama artık nefesi tükenmek üzre sanki. Bizanslılar, Sasaniler, Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyübiler ve Osmanlılar'a da ev sahipliği yapmış. Medreseler, Rasathane, Darüşşifa ve diğer eğitim kurumlarıyla bölgenin ilim ve kültür merkezi olmuş. Ee olmuş da ne olmuş yani? Kıymet bilen vefa gösteren mi olmuş Hasankeyf'e?

Diyorlar ki "Hasankeyf, sorumsuz yönetim, eğitimsiz insanlar eliyle asırlardır yağmalanıyor. 1982 yılında S.İ.T. alanı ilan edilip koruma altına alınana kadar, yerleşime de açık olan tarihi mekanlarda arkeolojik ve bilimsel çalışmalar da yeterince yapılmamış. Her şeyi ile üzerimizde sorumluluk olan şehir, restore edilip, bakımlı bir halde dünya insanlığına bir kültür mirası olarak sunulmalıydı. İç ve dış turizme açılarak bölgenin canlanmasına sebep olabilir, daha da önemlisi üzerimizdeki tarihi sorumluluğu yerine getirmenin hazzını gelecek nesillere aktarabilirdik."

Kolay gelsin
Tek avuntum, şimdilerde başta belediye olmak üzere zararın neresinden dönülse kardır deyip kolların sıvanmış olması. Dağ eteğindeki çoban bile artık yöreyi sağlam tutmanın kendi geleceğinin sağlamlığı demek olduğunu anlamış. Hummalı bir çabaya girişmişler topyekün. Seneye kısmet olur yine gidersem sanki iyi şeyler söyleyecekmişim gibi doğuyor içime; haydi hayırlısı...

Silopi'de Asurlular epey bir kalmış İsa'dan önce. İşi yani kentin tarihini bilenler ekliyor ardından. "Sonra Roma İmparatorluğu'nun yönetiminde de yaşadılar uzun yıllar. Etrafta görülen kalıntılar işte o zamandanmış." Ne zaman ki Yavuz Sultan Selim Han, Mısır Seferi'ne çıkmış. Geçerken fazla da zorlanmadan hem Silopi'yi hem de Cizre'yi katmış Osmanlı sınırı içine.

Aşurenin icadı
Keşke o dönemin ilmiye sınıfı, lalaları filan akıl etseydi. Padişahın huzuruna varıp, etekleyip, "Tufandan kaçan Hazreti Nuh, gemisine her bir hayvanattan birer çift koyup buralara kadar gelebilmiş sultanım. Aşureyi de buralarda icat etmiş. Ve dahi Nuh'un menşur gemisi, aha da bu tepsi gibi düz dağların başına konmuş, oralarda fosilleşmiş" deseler.

Hatta kalıntıyı bulup gösterseler, Sultan Selim Padişah kim bilir nasıl da sevinir, nasıl da özel alaka gösterirdi bu iki kente. Hiç olmazsa torunları da önemini kavrar, şimdinin toz rengi, bakımsız, acı biber gibi yakıcı insan ve kent manzaraları çıkmazdı ortaya. Lakin bu arada Cizre Polis Evi'nden bakınca görülen o köprülü manzara Boğaz Köprüsü'nde varsa ne olayım!..
Sabah

 

Ekim 2003 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05
06 07 08 09 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

ARKIMEET

ARKIMEET Konferans Serisinin davetlisi olarak, 
Dominique Perrault 4 Kasım Saat: 19:00'da Askeri Müze Kültür Sitesi Konser Salonu'nda konferans verecek.

Davetiye için tıklayın.


Philips Armatür'ün katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz