İçimizdeki oryantalizm
Batı'nın gözünde, düşünde, düşüncesinde, 'Doğu, bunu ister' diye
bir yaklaşım ve yöntem var. Gelip bize bizi göstermeye çalışıyorlar.
Bizler de bunu memnuniyet içinde alkışlıyoruz.
Hasan Bülent Kahraman
Son birkaç hafta Akmerkez'in önüne anlayamadığımız, bir acayip şeyler
yapılmaya başlandı. Nihayet akıl ettik ki, bu, Cumhuriyet Bayramı için bir
hazırlıktır. Binanın cephesine giydirilen, beyaz televizyon ambalajlarından
çıkan 'köpük'ten yapılmış izlenimi veren şey bir tür süslemedir. Ama süs
dediğimiz şey bütün binayı boydan boya, enden ene dolaşıyordu. En fecisi
de ortaya çıkan bu yeni 'mimari'nin arabesk havasıydı.
Ortadaki yeni 'yapı' gerçek anlamda bir arabeskti. Elbette, soysuzlaşmış,
'kırık', özgünlükten uzak, saçmasapan bir şekilde. Kimi yerde Tac
Mahal'i, kimi yerde cami girişini anımsatıyordu.
Baktıkça bakıp, 'eh' dedim kendi kendime; 'Türkiye'nin gerçek meselesi
arabesk ve kiç. '80. yıla armağan' diye hazırlanan bir süslemenin bunu
vurgulaması ayrıca cumhuriyetin özgün bir estetik yaratmadaki beceriksizliğini
büsbütün açığa vuruyor, itiraf, hatta ifşa ediyor.' Tam bu işi böyle
kapatmış olarak, 'Bu berbat süsler acaba daha ne kadar orada kalacak?' diye düşünürken
Hürriyet'in ekinde (1 Kasım 2003) okuduğum bir haber benim 'teori'mi başka
bir noktaya taşıdı.
Süsleme uzmanı İtalyan
Habere göre süslemeyi yapan bir Türk değil, İtalyan bir 'şenlik tasarımcısı'ymış.
Hazret 26 yıldır bu işi yapar ve yılda 70 şenlik düzenlermiş. 'Şenlik
kutsal bir zamandır' türünden fiyakalı sözler de eden Valerio Festi isimli
bu yüksek sanatçının ilhamını 'barok katedrallerin vitrayları da İran
halıları da' beslermiş. Bu, bize verdiği 'bayram armağanı' imiş. Bunun üstüne
beni bir düşüncedir aldı; işler karışıyordu.
Ben, ilkin şöyle bir muhakeme yaptım: 'Adam, bizi biliyormuş. Ne istediğimizi
anlayıp, onu yapmış. Biz de sesimizi çıkarmadan ve beğenerek (tabii, 'beğeni'yle
değil; malum, o, 'zevk' demek) izliyoruz.' Söylediğimin doğruluğunu ölçmeliydim.
Bizim binanın görevlisine sordum, 'çalışma'yı görüp görmediğini.
'Hocam' dedi, 'herifler ne yapmış ama, dur dur bak!...' Artık, rahatlamıştım.
Bütün söylediklerimi kendimce kanıtlamıştım.
Sonra, Toplumsal tarih dergisinde 'Oryantalizmler' isimli 'dosya'yı gördüm.
Ahmet Ersoy'un Osman Hamdi Bey araştırması ilgimi çekti. (Ersoy'un bu konuda
Harvard'a yazdığı çok önemli, artık yayımlanması gereken bir doktora
tezi vardır.) Gerçi, Osman Hamdi'nin 'kendi kendini Oryantalistleştirmesi'
ile benim üstünde durduğum sorun tam anlamıyla örtüşmüyordu ama, Jules
Laurens hakkındaki yazı bu işin öyle bir çırpıda kestirilip atılamayacağını
düşündürüyordu.
Evet, ne yazık ki, bu hikâye yüzlerce yıldır sürüyor. Batı'nın gözünde,
düşünde, düşüncesinde, 'Doğu, bunu ister' diye bir anlayış, yaklaşım
ve yöntem var. Türkiye'ye geliyorlar; bize bizi göstermeye çalışıyorlar.
Başlangıçta iş belki biraz daha farklıydı: yapılan resimlerin bir
'gazetecilik' değeri vardı. Belki, bazı görüntüleri 'saptıyor', kayda geçiriyor,
hem bize hem de Batı'ya aktarıyordu. 'Gerçeklik' meselesi elbette bir sorundu
ama işin özü bu mantığa göre kuruluyordu. Bu, sonradan gelişti ve Batı,
'Doğu budur' düşüncesine vardı. 'Budur' denilen, düşsel, gerçekle uzak
yakın ilişkisi olmayan bir Doğu zinciri, Doğu'nun boynuna, bileklerine
vuruldu.
'Çizmeyi aşma' denince...
Sonra daha da garip, Batı, Doğu'nun 'başka bir şey yapamayacağı'na inandı.
'Doğu' ülkeleri eksik fazla kımıldayıp Batı'nın ölçülerinde şeyler
yapıp onlarla yüz yüze gelince, onlara, 'bunları bırakın siz minyatürlerle,
kendinize ait imgeler ve söylemlerle uğraşın' dendi. Bu bir anlamda onlardan
çizmeyi aşmamalarını istemekti. Bedri Baykam'ın 'Maymunların Resim Yapma
Hakkı' diye ortaya attığı görüşün altında bu değerlendirmeye dönük
itiraz yatar. (Bu nedenle olacak Bedri, 'minyatür' yerine 'maksitür'ler yaptı.)
Önemlisi, böyle bir kavşakta ne yapılacağına karar vermektir. Gerçekten
Batılı değerlere, içerik, kapsam ve ölçütlere sahip bir şey yapmak çabasını
gütmek mi gerekir yoksa yerel değerlerden kalkan bir duyarlılığı ortaya
koymak mı? Kesin bir yanıtı yok. Türkiye, o kesin olmayan yanıtla yüzlerce
yıldır uğraşıyor. Ortaya zaman zaman 'sentez' önerileri çıktı. Onlara göre
Batılı biçim içinde yerli bir öz sergilenmeliydi. Yerine göre doğru,
yerine göre yanlış olan bu sav ortaya ucubeler de çıkarmadı değil. Kısacası,
tartışma sürüyor ve ortada. Daha da sürecek...
Bütün bunlar yerli yerinde fakat benim asıl aklımı çelen, Akmerkez'deki
'süs'ün kimsenin, ama en çok da mimarların tepkisini çekmemesi. Oysa bana göre
toplumsal yozlaşmanın özü mimarlıktaki yozlaşmada yatar. Hiçbir görsellik
çünkü, onun kadar ideolojik ve etkili değildir. Diyeceğim o ki, bayram pek
bana uğramadı. O aydınlık 'cephe giydirme' benim içimi kararttı. Galiba
pek de şaşacak bir şey yok. Baksanıza yapan adamın adı bile 'festival'i
tamamlayamamış, 'festi' de kalmış!...
Radikal - Hasan Bülent Kahraman
|