reklam

06 Kasım 2003 Perşembe
Ana Sayfa > Haberler

İçimizdeki oryantalizm

Batı'nın gözünde, düşünde, düşüncesinde, 'Doğu, bunu ister' diye bir yaklaşım ve yöntem var. Gelip bize bizi göstermeye çalışıyorlar. Bizler de bunu memnuniyet içinde alkışlıyoruz.

Hasan Bülent Kahraman
Son birkaç hafta Akmerkez'in önüne anlayamadığımız, bir acayip şeyler yapılmaya başlandı. Nihayet akıl ettik ki, bu, Cumhuriyet Bayramı için bir hazırlıktır. Binanın cephesine giydirilen, beyaz televizyon ambalajlarından çıkan 'köpük'ten yapılmış izlenimi veren şey bir tür süslemedir. Ama süs dediğimiz şey bütün binayı boydan boya, enden ene dolaşıyordu. En fecisi de ortaya çıkan bu yeni 'mimari'nin arabesk havasıydı.

Ortadaki yeni 'yapı' gerçek anlamda bir arabeskti. Elbette, soysuzlaşmış, 'kırık', özgünlükten uzak, saçmasapan bir şekilde. Kimi yerde Tac Mahal'i, kimi yerde cami girişini anımsatıyordu.

Baktıkça bakıp, 'eh' dedim kendi kendime; 'Türkiye'nin gerçek meselesi arabesk ve kiç. '80. yıla armağan' diye hazırlanan bir süslemenin bunu vurgulaması ayrıca cumhuriyetin özgün bir estetik yaratmadaki beceriksizliğini büsbütün açığa vuruyor, itiraf, hatta ifşa ediyor.' Tam bu işi böyle kapatmış olarak, 'Bu berbat süsler acaba daha ne kadar orada kalacak?' diye düşünürken Hürriyet'in ekinde (1 Kasım 2003) okuduğum bir haber benim 'teori'mi başka bir noktaya taşıdı.

Süsleme uzmanı İtalyan
Habere göre süslemeyi yapan bir Türk değil, İtalyan bir 'şenlik tasarımcısı'ymış. Hazret 26 yıldır bu işi yapar ve yılda 70 şenlik düzenlermiş. 'Şenlik kutsal bir zamandır' türünden fiyakalı sözler de eden Valerio Festi isimli bu yüksek sanatçının ilhamını 'barok katedrallerin vitrayları da İran halıları da' beslermiş. Bu, bize verdiği 'bayram armağanı' imiş. Bunun üstüne beni bir düşüncedir aldı; işler karışıyordu.

Ben, ilkin şöyle bir muhakeme yaptım: 'Adam, bizi biliyormuş. Ne istediğimizi anlayıp, onu yapmış. Biz de sesimizi çıkarmadan ve beğenerek (tabii, 'beğeni'yle değil; malum, o, 'zevk' demek) izliyoruz.' Söylediğimin doğruluğunu ölçmeliydim. Bizim binanın görevlisine sordum, 'çalışma'yı görüp görmediğini. 'Hocam' dedi, 'herifler ne yapmış ama, dur dur bak!...' Artık, rahatlamıştım. Bütün söylediklerimi kendimce kanıtlamıştım.

Sonra, Toplumsal tarih dergisinde 'Oryantalizmler' isimli 'dosya'yı gördüm. Ahmet Ersoy'un Osman Hamdi Bey araştırması ilgimi çekti. (Ersoy'un bu konuda Harvard'a yazdığı çok önemli, artık yayımlanması gereken bir doktora tezi vardır.) Gerçi, Osman Hamdi'nin 'kendi kendini Oryantalistleştirmesi' ile benim üstünde durduğum sorun tam anlamıyla örtüşmüyordu ama, Jules Laurens hakkındaki yazı bu işin öyle bir çırpıda kestirilip atılamayacağını düşündürüyordu.
Evet, ne yazık ki, bu hikâye yüzlerce yıldır sürüyor. Batı'nın gözünde, düşünde, düşüncesinde, 'Doğu, bunu ister' diye bir anlayış, yaklaşım ve yöntem var. Türkiye'ye geliyorlar; bize bizi göstermeye çalışıyorlar.

Başlangıçta iş belki biraz daha farklıydı: yapılan resimlerin bir 'gazetecilik' değeri vardı. Belki, bazı görüntüleri 'saptıyor', kayda geçiriyor, hem bize hem de Batı'ya aktarıyordu. 'Gerçeklik' meselesi elbette bir sorundu ama işin özü bu mantığa göre kuruluyordu. Bu, sonradan gelişti ve Batı, 'Doğu budur' düşüncesine vardı. 'Budur' denilen, düşsel, gerçekle uzak yakın ilişkisi olmayan bir Doğu zinciri, Doğu'nun boynuna, bileklerine vuruldu.

'Çizmeyi aşma' denince...
Sonra daha da garip, Batı, Doğu'nun 'başka bir şey yapamayacağı'na inandı. 'Doğu' ülkeleri eksik fazla kımıldayıp Batı'nın ölçülerinde şeyler yapıp onlarla yüz yüze gelince, onlara, 'bunları bırakın siz minyatürlerle, kendinize ait imgeler ve söylemlerle uğraşın' dendi. Bu bir anlamda onlardan çizmeyi aşmamalarını istemekti. Bedri Baykam'ın 'Maymunların Resim Yapma Hakkı' diye ortaya attığı görüşün altında bu değerlendirmeye dönük itiraz yatar. (Bu nedenle olacak Bedri, 'minyatür' yerine 'maksitür'ler yaptı.)

Önemlisi, böyle bir kavşakta ne yapılacağına karar vermektir. Gerçekten Batılı değerlere, içerik, kapsam ve ölçütlere sahip bir şey yapmak çabasını gütmek mi gerekir yoksa yerel değerlerden kalkan bir duyarlılığı ortaya koymak mı? Kesin bir yanıtı yok. Türkiye, o kesin olmayan yanıtla yüzlerce yıldır uğraşıyor. Ortaya zaman zaman 'sentez' önerileri çıktı. Onlara göre Batılı biçim içinde yerli bir öz sergilenmeliydi. Yerine göre doğru, yerine göre yanlış olan bu sav ortaya ucubeler de çıkarmadı değil. Kısacası, tartışma sürüyor ve ortada. Daha da sürecek...

Bütün bunlar yerli yerinde fakat benim asıl aklımı çelen, Akmerkez'deki
'süs'ün kimsenin, ama en çok da mimarların tepkisini çekmemesi. Oysa bana göre toplumsal yozlaşmanın özü mimarlıktaki yozlaşmada yatar. Hiçbir görsellik çünkü, onun kadar ideolojik ve etkili değildir. Diyeceğim o ki, bayram pek bana uğramadı. O aydınlık 'cephe giydirme' benim içimi kararttı. Galiba pek de şaşacak bir şey yok. Baksanıza yapan adamın adı bile 'festival'i tamamlayamamış, 'festi' de kalmış!...
Radikal - Hasan Bülent Kahraman

 

Kasım 2003 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02
03 04 05 06 07 08 09
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
diğer aylar için tıklayın

ARKIMEET


Fotoğraf: Maurizio Marcato

ARKIMEET Konferans Serisinin davetlisi olarak,  Massimiliano Fuksas 
17 Şubat 2004 Saat: 19:00'da Askeri Müze Kültür Sitesi Büyük Konferans Salonu'nda konferans verecek.

Davetiye için tıklayın.

Toplantı tarihi 17 Şubat 2004'e ertelenmiştir


TÇMB'nin katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz