Anadolu'daki 'Yıldızlılar' ve YTÜ'de
Turizm Sempozyumu...
Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ), adını Osmanlı'dan kalma bazı yapılarını
da kullandığı ''Yıldız Sarayı'' ndan alıyor... ''Tarihle'' olan bu mekânsal
bağını ''eğitim'' e de taşıyor ve özellikle mimarlık-şehircilik öğrenimini
artık ''Anadolu kentlerinde'' sürdürüyor...
Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü 'nün sadece son
üç yılda öğrenci çalışmalarını sürdürdüğü yerler arasında Şanlıurfa,
Kapadokya, Bodrum, Eskişehir, Diyarbakır, Bartın ve Amasra gibi, binlerce yıllık
uygarlık merkezlerimiz var...
Bölüm Başkanı Prof. Dr. Zekai Görgülü diyor ki: ''İnsana, insanca yaşanabilir
çevreler yaratmayı amaçlayan şehircilik-planlama öğretisi için, kültür
ve doğanın yerel birikimleri, en zengin beslenme kaynağımız...''
Yani, Anadolu'daki bu çalışkan ''Yıldızlılar'' , aynı zamanda geleceğin
de ''Anadolu sevdalısı plancıları'' oluyorlar...
'Turistik' korumacılık...
Diğer üniversitelerimizde de giderek yaygınlaşan bu gibi ''yaz okulları''
çalışmalarında, ''konuk olunan'' kentlerin yöneticileri ve yerel halkın
genelde ''ortak söylemleri'' şudur: ''Tarihi dokumuz turizme açılabilirse,
hem eski evlerimiz kurtulacak, hem de ekonomimiz güçlenecek...''
Acaba, o ''kimlikli'' evlerimiz ve o ''yaşanılası'' tarihi dokularımız,
sadece ''turizm için'' mi değerlidir?.. Yoksa, önce ''kendimiz'' mi kullanmalıyız
ve turistleri de ''korunmuş kimliğimizle'' mi ağırlamalıyız?..
Bu sorunun yanıtı da yine YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü'nce 3-4
Kasım 2003 günlerinde düzenlenen ''Yeni Binyılda Turizm Politikaları''
konulu uluslararası sempozyumun konusuydu. İstanbul'daki ''Goethe Enstitüsü''
ile YTÜ arasındaki 10 yıldır süren ''bilimsel işbirliği'' nin bu toplantısında
da öncü ve emektar olan yine Prof. Dr. Semra Atabay 'dı...
Yıllarını ''çevre ve kültürü gözeten planlama'' ya adamış olan
Atabay, sunuş konuşmasında dedi ki: ''Dünyada kitle turizminden kültür
turizmine eğilim artıyor; küreselleşen turizm sektörü de bu nedenle kültür
coğrafyalarına yöneliyor...''
Peki, bu yönelmede acaba ''kültürel çevrenin korunduğu'' yatırımlar mı;
yoksa ''tarih ve doğanın içinde dev turistik tesisler'' mi yeğleniyor?
''Kitle turizmi'' egemenliğinin hep ''ikincisini'' yarattığından yakınanların
genel kaygılarını ise YTÜ Rektörü Prof. Dr. Ayhan Alkış şöyle özetledi:
''Turizm, insanla insanı ve insanla kültürü ve doğayı buluşturma
hedefinden uzaklaştıkça, kendisini de yok etmeye başlıyor...''
Bu anımsatmanın en ''radikal'' vurgulamasını ise Mimarlık Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Harun Batırbaygil özetle bakın nasıl yaptı: ''Çevre açısından
turizmle terorizm eşanlamlı konuşuluyorsa, ortada sadece sorun yok, tehlike
var demektir...''
'Muz yerine otel'(!)
Nitekim, böylesi bir ''tehlikenin'' küresel boyutu, Alman TUI firmasının Çevre
Yönetimi Müdürü Dr. Wolf Michael Iwand 'ın verdiği şu örnekte de ortaya
çıkıyordu: ''Kimi ülkelerde yerel halk artık domates, muz yetiştirmek
yerine turizm istiyor ve ben bunu Türkiye'ye de örnek bir gelişme görüyorum...''
Bu sözleri dinleyenlerin çoğu, böylesi bir ''gelişme'' (!) anlayışı
ile, örneğin TUI otellerinde de yenilen domates ve muzların nasıl üretileceğini
Alman ''çevreciye'' (!) sormasalar bile, şunda görüş birliğine vardılar:
''Önce kendimiz kültür ve çevre mirasımıza sahip çıkmadan, aynı değerlerimizi
gözeten bir turizmi sağlayamayız...''
Bu sempozyumdaki değerlendirmelerin, öncelikle YTÜ'nün ''aynı bölümündeki''
ve hatta diğer okulların ''Anadolu çalışmalarıyla'' da ilişkilendirilmesi
gerekiyor...
Ülkemizdeki ''turistik koruma'' (!) saplantısına karşı, ''genç yıldızlarımızın''
tarihi kentlerimizde birer ''yol gösterici'' olarak da halkla buluşabilmeleri
için...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|