Aktif yurttaş olmak ya da olmamak
Anadolu yakasında, Fenerbahçe'den Bostancı'ya uzanan sahil şeridinin hüzünlü
bir hikayesi var.
Şeridin Caddebostan'a kadar olan kısmı 10 yılı aşkın bir süredir yapılıyor,
bozuluyor.
Sahil ilk kez düzenlendiğinde ‘‘Bisiklet yolu’’, ‘‘Koşu
yolu’’ diye lanse edilen parkurlar diz boyu çamur yüzünden bugün kullanılmaz
halde.
Tabelalar sürekli sökülüyor.
Yenileri geliyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 550 projesi arasında yer alan
sahildeki plajlar bakımsız.
Sahil şeridinden sorumlu olan Park ve Bahçeler Müdürlüğü'ne arada sırada
telefon ediyorum.
Cevap hep aynı: ‘‘Bundan sonra daha iyi olacak.’’
Kimbilir kaç müteahhit firma işi alıp, bitirmeden bırakmış.
Müteahhit firmalardan bitmeyen işlerin hesabı neden sorulmuyor, neden
firmalara denetim yok soruları çoğu kez yanıtsız.
Sanırım en son onbeş gün önce böyle bir konuşma daha yaptım.
Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nü bir yana bırakın...
Peki bu sahil şeridini her gün kullanan insanlar acaba ne yapıyor?
Tepkilerini kime dile getiriyor ya da getirmiyor?
Yarım saatlik sabah yürüyüşünde kafamda evirip çevirdiğim bu
sorularla örtüşen bir kavram var:
‘‘Aktif Yurttaşlık’’...
Cumartesi günü TÜSES Vakfı'nın (Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar
Vakfı) ‘‘Yerel Seçimler ve Yerel Yönetim Reformu’’ panelinin konuşmacıları
arasında olan Sabancı Üniversitesi'nden Ersin Kalaycıoğlu'na göre
‘‘aktif yurttaş’’ kavramı bize yabancı.
‘‘Belediye başkanını seçiyoruz, sonra her şeyi ondan bekliyoruz. Hiçbir
fedakárlık yok, sorgulama yok’’.
Kalaycıoğlu tam bu noktada ABD’de yıllar önce başından geçen bir
olayı anlatıyor.
Şimdi anımsamadığım bir şehirde otobüs beklerken durağa bir posta
arabası yaklaşmış. Postacı arabayı çalışır vaziyette bırakıp
mektupları dağıtmaya gitmiş. Durakta bekleyen yaşlı Amerikalı bir kadın,
posta arabasının kapısı açmış ve kontakt anahtarını kapatmış.
Şaşkınlıkla kendisine bakanlara şöyle demiş: ‘‘Posta arabasının
benzini bizim ödediğimiz vergilerden’’.
‘‘Aktif Yurttaş’’a iyi bir örnek.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var.
Kalaycıoğlu'na göre, bir kere devlet memuru kendisinden hesap sorulmasından
hoşlanmıyor. Seçmene danışma mekanizması yok.
Buna örnek bizim sahil şeridi gibi sürekli yapılan ve bozulan kaldırımlar.
Siz israftan başka bir şey olmayan şu kaldırım yenilenmelerinde size bir
kez olsun danışıldığını hatırlıyor musunuz?
Özetle, yönetenlerin de, yönetenlerin de demokrasi konusunda katedecekleri
yol bir hayli uzun...
Avrupa Komisyonu ARGE'yi örnek gösterdi
Avrupa Komisyonu ‘‘Sorumlu Girişimcilik’’ diye bir kitap yayınlamış.
Kitapta, Avrupa'da küçük ve orta ölçekli girişimciler arasında seçilen
örnekler bir araya getirilmiş.
Sevindirici bir gelişme: Yılmaz Argüden'in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu
ARGE Danışmanlık AŞ de bu kitapta yer alan şirketler arasında. ARGE'nin
kurumsal sorumluluk projeleri de Boğaziçi Üniversitesi tarafından eğitimde
kullanılmak üzere vaka çalışması olarak derlenmiş.
Eski bürokrat, yerel yönetim reformuna nasıl bakıyor
Yiğit Gülöksüz, 1990'lı yıllarda gazetelerde sıkça rastladığımız
bir isimdi.
Kimdi Yiğit Gülöksüz?
DPT Müşaviri, 1978-80 yılları arasında Ecevit Hükümeti'nde Köyişleri
Bakanlığı Müsteşarı, daha sonraki yıllarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresi
Başkanı.
Araya sıkıştırılmış başka görevler de olabilir.
Gülöksüz, Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı Habitat
II Zirvesi'nin de organizasyon görevini üstlenmişti.
Toplu Konut İdaresi'nde beş yıllık hizmetten sonra 1996 yılında
‘‘en başarılı bürokrat’’ gösterildiği günlerde görevden alınan
Gülöksüz şimdi Yeniyapı Şehircilik Müşavirlik Şirketi'nin başkanı.
TÜSES'in düzenlediği panelin konuşmacıları arasında o da vardı.
Gülöksüz'un epey tartışılan Yerel Yönetim Reformu taslağıyla ilgili
söyledikleri ilginçti:
‘‘Yerel Yönetimler Reformu’na tümüyle karşı çıkılmaması
gerekir. Bu sosyal demokratların çalışmalarının ürünüdür. Karşı çıkmak
yerine sahip çıkmak, tasarının neresi eksik diye bakmak, onu aşmak, bir adım
ileriye götürmek gerekir.’’
Sanıyorum bu CHP'nin ciddiye alması gereken önemli bir mesaj.
Hürriyet - Gila Benmayor
|