İstanbul Boğazı'nın bittiği
yer: Rumelifeneri
Avrupa yakasının Karadeniz'le birleştiği noktada yer alan Rumelifeneri,
İstanbulluları haftasonunda doğa ve tarihle buluşturuyor. Sarıyer'den 12
kilometrelik yolculukla ulaşılan Fener köyünde, Cenevizlilerden kalan kaleyi
gezebilir, Karadeniz'le Marmara'nın buluştuğu noktada balığınıza rakı
katıp, keyif yapabilirsiniz. Görevlilerden rica ederseniz, fenerin giriş katındaki
Sarı Saltık Hazretleri'ne ait olduğuna inanılan türbeyi gezmek de mümkün.
Rumelifeneri, denizin tarihle, rakının balıkla, Marmara'nın Karadeniz'le
buluştuğu nokta. Yaz aylarında olduğu kadar kış aylarında da
misafirlerine sürprizler sunan Rumelifeneri'nde keyifli bir gezinin yanı sıra,
taze balığın da tadına varabilirsiniz. Sarıyer'den 12 kilometrelik
yolculukla varılan köye hafta içi giderseniz, yalnızlığın tadını çıkarıyor,
haftasonu giderseniz cıvıl cıvıl bir ortam buluyorsunuz.
Yatırın üzerindeki fener
Köye adını veren fener, Sarı Saltuk Hazretleri'ne ait olduğuna inanılan türbelerden
birinin üzerinde yer alıyor. Köydekiler, 1856'da Fransızlar tarafından yapılan
fenerin inşası sırasında kulenin bir kaç kez yıkıldığını anlatıyorlar.
Burada bir yatır olduğu düşünülünce Fransızlar önce türbeyi yapmış
sonra da 30 metre yüksekliğindeki kuleyi inşa etmişler. Ve fener o günden
beri dimdik duruyormuş. Eskiden, Moskova'dan İznik'e birçok yerde adına türbe
bulunan hazretin, kabrinin başındaki kandilin yağı bittiğinde, fenerin
karanlıklara gömüldüğüne de inanılırmış. Allah'tan fener bugün
elektrikle çalışıyor.
Antikçağda adı Panuim olan köyde, değişik zamanlarda Kyanae,
Symplegadae, Mavi Kayalar, Ağlayan Kayalar, Kocataş ve Körtaş adını alan
dev kayalıkların da mitolojik bir hikayesi var:
Söylenceye göre Altın Post'u arayan Argonotlar, kayaların arasından şarap
renkli bir güvercin uçurup, tanrıça Atena'nın yönlendirdiği kuşu
izleyip, ozan Orfeus'un çaldığı lirden güç alarak Karadeniz'e ulaşmışlar.
Bir başka mitolojik hikaye ise Rumelifeneri'ne yakın olan kayanın doruğunda
Apollo Tapınağı'nın yükseldiği, Apollo'nun yunusa dönüşerek Argonotların
dümencisi Tiphys'e yol gösterdiği şeklinde. Bizans döneminde bu kayanın üzerine
deniz kazalarını önlemek için Pompeius adı verilen bir sütun da dikilmiş.
Kayalardan birinin üzerinde sunak kalıntılarını görmek hálá mümkün.
Evliya Çelebi de seyahatnamesinde 'Kaleden taşra yüksek bir kule üzre bir
fanus-u azim'den söz ederek, burada bir fener olduğunu anlatıyor. Zaten 16'ncı
yüzyıldan kalma Ali Macar Reis Atlası'nda da aynı noktada bir fener görünüyor.
Kale Cenevizlilerden kalma
Fenerin ters tarafına gittiğinizde ise günümüze kadar oldukça iyi
korunarak gelmiş bir kaleyle karşılaşıyorsunuz. Ancak bir otomobilin geçebildiği
toprak yol bittiğinde, önce bir meydana ve ardından kale kalıntılarına ulaşıyorsunuz.
Otomobilden inip, ardında sadece deniz olduğunu sandığınız kale kalıntısının
kapısından girince, geniş bir arena çıkıyor karşınıza. Kemerlerin arasından
Karadeniz'in hırçın dalgaları gözüküyor. Bir yanı, geçmiş zamanlarda
betonarme bina ile tamamlanarak, askeriye tarafından kullanılmış. Şimdi ise
duvarlara kazınan ziyaretçi isimleri ve yerlerdeki çöpler var sadece. Tam bu
noktada yazın Karadeniz'in ferahlatıcı rüzgarını, kışın ise soğuğun bıçak
keskinliğini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Unutmadan, eğer bugünlerde
Rumelifeneri'ne giderseniz, sıkı giyinin.
Rumlar gitti Karadenizliler geldi
Kurtuluş Savaşı yıllarında bucak merkezi olan Rumelifeneri'nde yaşayanların
çoğu Rumlarmış. Ancak mübadele sonrasında Rumlar göç edince, özellikle
Rize ve Trabzon'dan gelen Karadenizliler, şimdi 2 bin kişi olan köy halkının
çoğunluğunu oluşturuyor. Fener köylülerinin yüzde 99'u balıkçı. Geri
kalan yüzde bir ise bakkal, manav, restoran sahibi. Yani esnaf. Köy Meydanı'na
geldiğinizde hiç tanımasanız da 'hoşgeldiniz' diye karşılanıyorsunuz.
Sohbet etmek isterseniz, gezmeye başlamadan önce meydandaki kahvede ince belli
bardakta çay hiç fena olmuyor. Hele bu soğuk günlerde.
Bu arada köyden Sarıyer'e inen yol üzerindeki Koç Üniversitesi'nin öğrencileri
de Rumelifeneri'ni sevmişler. Arada bir gelip, rakı balık keyfine dahil
oluyorlar. Esnafın beklentisi ise H 2000 festivali sonrasında yapı izni iptal
edilen tesislerin bitirilmesi. Böylece hiç otelin bulunmadığı bölge
konaklanabilir hale gelecek.
Balıkçı köyünde balık yenir
Köyde üç tane restoran var. Hepsi de denize nazır. Bunlardan biri de Roke.
Adını mitolojik kayalardan alıyor. Aslında Rumlar varken, buraya yol gösterici
anlamında 'Eroke' denirmiş ama Rumlar gittikten sonra Roke diye anılır olmuş.
Roke'nin sahibi Seyhan Karan'ın tatlı sohbetiyle, ortasında soba yanan küçük
mekan birleşince, kendinizi ev misafirliğinde sanmanız bile olası. Ne
yiyelim diyecekseniz, tabii ki balık. Balıkçı köyünde balık yenir. Yanına
da kocaman yeşil salata. Midye ve kalamar tava, karides güveç ve soğuk
mezeler de çok güzel. Balık çeşitlerinin fiyatları, günlük olarak
ayarlanıyor. Genellikle 5-10 milyon lira arasında değişiyor. Sıcak ve soğuk
mezeler, salata, bir porsiyon balık ve yarım şişe rakı içtiğinizde adam
başı 20 milyon lira ödüyorsunuz. Rüzgarlı bir günde Roke Restoran'da
oturuyorsanız eğer, dev dalgaların çırpınışlarını görüyorsunuz. Karşınızda
Anadolufeneri ve Poyraz Köyü, arkasında ise Riva uzanıyor. Boğaz’ın en uç
noktasındasınız şimdi.
Nasıl gidilir
Rumelifeneri'ne otomobille gidecekseniz, Sarıyer'den Kavak yönüne doğru
seyredin. Kavağı geçtikten sonra okları takip ederseniz, 10 kilometre sonra
Fener köyündesiniz. Köye, Sarıyer'den İETT otobüsüyle ulaşmak da mümkün.
Seferler saat 22.00'ye kadar sürüyor.
Hürriyet
|