reklam

07 Şubat 2004 Cumartesi
Ana Sayfa > Haberler

Kadere bak!

Konya'da çöken binadan kim sorumlu? Günlerdir bunu tartışıyoruz. Görünüşe göre birinci derecede müteahhit sorumlu, sonra inşaat denetçisi (bu olayda nedense aynı adamdır!) oturma ruhsatı veren belediye yetkilileri ve bu yetkililere göz yuman amirler... Eskilerin deyişiyle, bir 'silsileyi meratip' içinde pek çok sorumlu var. Hatta, oturdukları evin fenni denetimini yaptırmadığı için ölüp gidenleri sorumlu tutanlar bile oldu. Buna katılmak mümkün değil bence. Dünyanın neresinde insanlar oturacakları evin fenni incelemesini yaptırıyor ki? Bu işle görevli belediye örgütü var, vatandaş bu örgüte güvenmek durumundadır.

İşin ilginç yanı, hemen herkesin işaret parmağıyla gösterdiği müteahhidin, gözyaşları içinde. "Kim ister bunca insanın ölmesini? Keşke onlar öleceğine ben o binanın altında kalsaydım" diye ağlamasıdır.

Hemen herkes bu gözyaşlarının sahte olduğunu düşünecektir. Gerçekten sahte mi? Pek emin değilim. Müteahhidin, yıkılan binanın birinci derecede sorumlusu olduğuna kuşku yok. Ama o binayı dikerken, malzemeden çalarken, ona suç ortaklığı eden bir başkası daha vardı: Kader!

Beyninin ve kalbinin bir ucunda "Aman, bu kadar malzemeden çalma, sonra bina çöker" diyen sese karşı gelen bir ses vardı: "Kaderde öyle yazıyorsa çöker, yoksa sapasağlam ayakta kalır bu bina." Gördüğü inşaat mühendisliği eğitiminin kadere söz geçirmesi mümkün müdür?

Şu anda hücresinde gözyaşları dökerken, çaldığı çimentoyu ve demiri değil, kaderi suçladığı için ağlıyor. O nedenle de gözyaşları gerçek olabilir. Aynen Suudi İçişleri Bakanı gibi. Saygıdeğer bakan geçenlerde bir açıklama yapıp kendi kendisini kutladı:
"Çok başarılı bir hac mevsimi geçirdik" dedi, "bu övünülecek bir şey."
"Sayın bakan, ezilerek ölen 250 kişi hakkında ne düşünüyorsunuz?"
"Haa?" dedi bakan, neden böyle bir ayrıntının gündeme getirildiğine şaşarak, "efendim, o bir kaderdi. O insanların o gün öleceği doğdukları gün alınlarına yazılmış. Biz ne önlem alsak fark etmezdi. Burada ölmeseler, başka bir yerde zaten öleceklerdi!" Bakan, hacı adaylarını suçlamadan da geçemedi: "Yerde yatan arkadaşlarını çiğneyerek şeytana taş atmaları hiç de doğru ve şık olmadı!"
Yedi-sekiz yıl önce bin dört yüz hacı adayı şeytana taş atacağız derken izdiham sonucu ölüp gitmişti. Suudiler o zaman da aynı makul ve mantıklı gerekçeyle işi geçiştirmişler ve tazminat ödemekten kurtulmuşlardı. Gene aynı yolu izledikleri anlaşılıyor.

"Her sene aynı şey oluyor. Suudiler neden önlem almıyor" sorusunun yanıtı burada yatıyor olmalı: Bütün olup bitenler alınyazısıysa, Tanrı'nın bir buyruğu ve hikmetiyse, buna karşı önlem almaya kalkmak doğru ve yerinde olur mu? Hatta günah bile olmaz mı?

Aynı mantık. Zümrüt Apartmanı'nı dikenler, orada oturanlar, İstanbul'da beklenen depreme karşı hiçbir önlem almayanlar, saatte yüz elli kilometre hızla araba kullananlar, fosur fosur sigara içenler için de geçerlidir:
"Allah ne yazdıysa o olur!"

'Suç' ve 'günah' kavramlarına yer açmak için 'bireylerin iradesine' gerek var. O zaman da 'alın yazısı'na yer bulmakta zorlanırsınız. Binlerce yıl tartışın isterseniz, 'iradei cüziye, iradei külliye nedir' diye, işin içinden çıkmak pek mümkün gözükmüyor. Belki de en sağlıklısı, dini motiflerden arındırılmış bir hukuk ve kamu düzeni kurmak olmalı, değil mi?
Radikal - Türker Alkan

 

Ocak 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04
05 06 07 08 09 10 11
12 13 14 15 16 17 18
19 20 21 22 23 24 25
26 27 28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

ARKIMEET


Fotoğraf: Maurizio Marcato

ARKIMEET Konferans Serisinin davetlisi olarak,  Massimiliano Fuksas 
17 Şubat 2004 Saat: 19:00'da Askeri Müze Kültür Sitesi Büyük Konferans Salonu'nda konferans verecek.

Davetiye için tıklayın.

 


BETONART'nın katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz