Kadere bak!
Konya'da çöken binadan kim sorumlu? Günlerdir bunu tartışıyoruz. Görünüşe
göre birinci derecede müteahhit sorumlu, sonra inşaat denetçisi (bu olayda
nedense aynı adamdır!) oturma ruhsatı veren belediye yetkilileri ve bu
yetkililere göz yuman amirler... Eskilerin deyişiyle, bir 'silsileyi meratip'
içinde pek çok sorumlu var. Hatta, oturdukları evin fenni denetimini yaptırmadığı
için ölüp gidenleri sorumlu tutanlar bile oldu. Buna katılmak mümkün değil
bence. Dünyanın neresinde insanlar oturacakları evin fenni incelemesini yaptırıyor
ki? Bu işle görevli belediye örgütü var, vatandaş bu örgüte güvenmek
durumundadır.
İşin ilginç yanı, hemen herkesin işaret parmağıyla gösterdiği müteahhidin,
gözyaşları içinde. "Kim ister bunca insanın ölmesini? Keşke onlar öleceğine
ben o binanın altında kalsaydım" diye ağlamasıdır.
Hemen herkes bu gözyaşlarının sahte olduğunu düşünecektir. Gerçekten
sahte mi? Pek emin değilim. Müteahhidin, yıkılan binanın birinci derecede
sorumlusu olduğuna kuşku yok. Ama o binayı dikerken, malzemeden çalarken,
ona suç ortaklığı eden bir başkası daha vardı: Kader!
Beyninin ve kalbinin bir ucunda "Aman, bu kadar malzemeden çalma, sonra
bina çöker" diyen sese karşı gelen bir ses vardı: "Kaderde öyle
yazıyorsa çöker, yoksa sapasağlam ayakta kalır bu bina." Gördüğü
inşaat mühendisliği eğitiminin kadere söz geçirmesi mümkün müdür?
Şu anda hücresinde gözyaşları dökerken, çaldığı çimentoyu ve
demiri değil, kaderi suçladığı için ağlıyor. O nedenle de gözyaşları
gerçek olabilir. Aynen Suudi İçişleri Bakanı gibi. Saygıdeğer bakan geçenlerde
bir açıklama yapıp kendi kendisini kutladı:
"Çok başarılı bir hac mevsimi geçirdik" dedi, "bu övünülecek
bir şey."
"Sayın bakan, ezilerek ölen 250 kişi hakkında ne düşünüyorsunuz?"
"Haa?" dedi bakan, neden böyle bir ayrıntının gündeme getirildiğine
şaşarak, "efendim, o bir kaderdi. O insanların o gün öleceği doğdukları
gün alınlarına yazılmış. Biz ne önlem alsak fark etmezdi. Burada ölmeseler,
başka bir yerde zaten öleceklerdi!" Bakan, hacı adaylarını suçlamadan
da geçemedi: "Yerde yatan arkadaşlarını çiğneyerek şeytana taş
atmaları hiç de doğru ve şık olmadı!"
Yedi-sekiz yıl önce bin dört yüz hacı adayı şeytana taş atacağız
derken izdiham sonucu ölüp gitmişti. Suudiler o zaman da aynı makul ve mantıklı
gerekçeyle işi geçiştirmişler ve tazminat ödemekten kurtulmuşlardı. Gene
aynı yolu izledikleri anlaşılıyor.
"Her sene aynı şey oluyor. Suudiler neden önlem almıyor"
sorusunun yanıtı burada yatıyor olmalı: Bütün olup bitenler alınyazısıysa,
Tanrı'nın bir buyruğu ve hikmetiyse, buna karşı önlem almaya kalkmak doğru
ve yerinde olur mu? Hatta günah bile olmaz mı?
Aynı mantık. Zümrüt Apartmanı'nı dikenler, orada oturanlar, İstanbul'da
beklenen depreme karşı hiçbir önlem almayanlar, saatte yüz elli kilometre hızla
araba kullananlar, fosur fosur sigara içenler için de geçerlidir:
"Allah ne yazdıysa o olur!"
'Suç' ve 'günah' kavramlarına yer açmak için 'bireylerin iradesine'
gerek var. O zaman da 'alın yazısı'na yer bulmakta zorlanırsınız. Binlerce
yıl tartışın isterseniz, 'iradei cüziye, iradei külliye nedir' diye, işin
içinden çıkmak pek mümkün gözükmüyor. Belki de en sağlıklısı, dini
motiflerden arındırılmış bir hukuk ve kamu düzeni kurmak olmalı, değil
mi?
Radikal - Türker Alkan
|