Kentin belleğine imar darbeleri
'Kul'un yarattığını korumak, yaşatmak ve geliştirmek, bugünkü ve
gelecek kuşakların da yaratıcı güçlerini beslemek anlamına gelir... Bu
ise insanların ''kulluktan kurtulabilecekleri bir akıl ve bilinç dünyasına''
kavuşmalarına da esin kaynağı olacağından, dinci-muhafazakârların özellikle
yaratıcı yaşamın ürünü olan ''sivil mimari örnekleri koruma'' konusunda
istekli ve kararlı oldukları pek görülmemiştir.
İstanbul'da 10 yılını dolduran dinci belediyeciliğin, siyasal söylemde
''tarihi'' hep önde tutmasına rağmen uygulamada kültürel mirasa '' karşı
da duyarsız olduğu çok sayıda örnekle açığa çıktı...
Denebilir ki siyasette ''muhafazakâr'' olanların, geçmişe ait inanç öğeleri
dışında, özellikle ''insan aklının ve yaratıcılığının mükemmelliğini''
kanıtlayan ve bunun ''tarihsel birikimlerini'' taşıyan kentsel kültür mirasına
karşı neden aynı muhafazakârlığı göstermediklerinin hemen tüm yönlerini,
İstanbul'daki bu ''İslambol'' özlemli yönetim dönemi kanıtlamış oldu...
Çünkü ''kul'' un yarattığını korumak, yaşatmak ve geliştirmek, bugünkü
ve gelecek kuşakların da yaratıcı güçlerini beslemek anlamına gelir... Bu
ise insanların ''kulluktan kurtulabilecekleri bir akıl ve bilinç dünyasına''
kavuşmalarına da esin kaynağı olacağından, dinci-muhafazakârların özellikle
yaratıcı yaşamın ürünü olan ''sivil mimari örnekleri koruma'' konusunda
istekli ve kararlı oldukları pek görülmemiştir.
Nitekim, ''tarihi eser'' denildiği zaman, sadece ''mabetler'' olarak andıkları
camileri önemser görünen, yanı sıra ''inanç özgürlüğü'' konusundaki
''hassasiyetin'' kanıtlanmasına yönelik olarak da kilise, sinagog gibi diğer
dinlere ait kutsal mekânların ''korunmasını'' savunan bu söylem, aslında
bir ''belediye hizmetini'' de tanımlamaktan uzaktı...
Çünkü tarihi camiler zaten ''Vakıfların'' mülkü ve bakımlarından da
yasası gereği bu kuruluş sorumlu... Diğer dinlerin tapınma mekânlarını
da yine belediye değil, bunlara ait ''cemaatler'' bakıp yaşatıyorlar...
Bu gibi, mülkiyeti ve onarım sorumluluğu başka kurumlara ait olan yapıların
dışında, mal sahibi doğrudan belediye olan tarihsel mirasa karşı bile ne
denli ''yabancı'' bir yaklaşım sergilendiğinin en ünlü örnekleri ise ''Boğaziçi
koruluklarındaki tarihi köşklerin'' restorasyon adı altında tahrip
edilmeleri, ''özgünlüklerini bozan'' müdahalelerde bulunulmasıydı...
Boğaziçi'nde 'mescitli' köşkler
Sözen döneminin son zamanlarında, TURİNG'in süresi dolan kiracılığının
''yenilenmemesi'' sayesinde Erdoğan dönemine ''belediyenin tasarrufunda''
giren bu köşkler Hıdiv Kasrı, Malta Köşkü, Çadır Köşkü, Pembe, Sarı
ve Beyaz Köşk'ler, Çamlıca Tesisleri gibi her biri hem tarihi SİT alanlarında
bulunan, hemde 1. Derece Eski Eser olan, çok özgün kültür varlıklarıydı...
Bu eserlerde, Koruma Kurulu onayı bulunmayan ve tarihi mirasın mimari kimliği
ile özgün dekorasyonuna aykırı ''kaçak'' uygulamalar yapıldı...
Bunlardan bazılarındaki yine kaçak ''mescit'' ve ''umumi hela'' inşaatlarıyla
gerçekleşen yasadışı müdahaleler, Erdoğan'ın soruşturma geçirmesine de
neden olmuş; ancak aynı kaçak imalatların ''onaysız projelerle'' nasıl
ihale edilebildiği konusunda bir araştırma bile yapılmamıştı. Örneğin,
bu gibi ihalelerin verildiği kişiler arasında ''tarikat şeyhi Ali Kalkancı''
nın da bulunmasına yönelik eleştirileri yanıtlanırken ''Bütün
ihalelerimiz yasaldır; isteyen inceleyebilir..'' deniyordu ama Boğaziçi'ndeki
tarihi köşklerin kaçak restorasyonlarına ait çoğu projeler Koruma
Kurulu'nun incelemesine bile sunulmamıştı...
Kasımpaşa'da 'Manhatten' düşü...
İstanbul'un ''İslambollaşma'' hedefiyle yönetildiği son 10 yılın ilk 5 yılına
imza atan ve kamuoyuna ''çok başarılı'' gösterilmesinden ötürü de siyasi
gücünü yükselterek Başbakanlık'a kavuşan Recep Tayyip Erdoğan' ın, aynı
süreçteki en çekici niteliği ise ''Kasımpaşalı'' kimliğiydi.. Ne var ki
yine aynı dönemde Kasımpaşa için de gündeme getirilen yeni imar planları,
aslında ''yeni'' değildi. Dalan zamanında hazırlanan, ancak Sözen döneminde
durdurulan ve bu tarihi semti de Piyalepaşa Bulvarı'yla birlikte İstanbul'un
Zincirlikuyu-Maslak aksından sonra ikinci büyük ''gökdelen ve iş merkezleri
yapmaya'' niyetlenen projelerdi...
Kasımpaşa'nın elde kalan son eski kimlik değerlerini de işte bu gökdelenlere
''otomobil ulaşımını'' sağlayacak dev viyadükler, geniş otoyol bağlantıları
ve buna uygun yüksek rant yapılaşmasıyla ''ezerek'' yok etmeyi getirecek
olan planın, 1997 yılında belediyedeki hazırlıkları hep ''kamuoyundan
saklanarak'' yapıldı...
Ne var ki duyarlı semt sakinlerinin yanı sıra dönemin ÖDP üyesi kimi
mimar ve çevrecilerden oluşan bir grubun bu plandaki ''niyetleri'' açığa çıkartan
yoğun etkinlikleri sonucunda, Kasımpaşa'daki ''Manhatten düşünün'' gerçekleşmesi
için gerekli uygun ortam ise hâlâ bulunamadı...
Şişli'ye rant külliyesi
Buna karşılık, benzer niyetin Şişli'deki eski İETT Garajı'nın bulunduğu
arazide de gerçekleşmesini önlemek üzere harekete geçen Mecidiyeköy semt
sakinleri ise aynı sonucu elde edemediler. Bölgenin yüksek düzeyde
gereksinimi olan ''yeşil alan'' için değerlendirilmesi gereken bu ''belediye
mülkünde'' aynı bölgeyi daha da ''yoğun kullanımla'' yaşanmaz kılacak
dev bir rant külliyesinin inşaatı, yine ''İslambolcuların'' mirası olarak
kente adeta abanıyor...
Erdoğan'ın 1995'te kendi onayladığı ve İstanbul'da artık bu gibi ''süper
yoğunluklu'' yapılaşmalara sınır getiren nazım plan ilkelerine bile aykırı
olan ''Şişli Kültür ve Ticaret Merkezi'' adlı proje de tıpkı Kasımpaşa'daki
Manhatten planları gibi aslında yine Dalan dönemi ürünüydü... 60 dönümlük
arazide 600 bin m2 inşaatla, yani ''yüzde 10 emsal'' ile de yine Erdoğan
onaylı nazım plandaki ''2.5 emsal'' sınırını tam 3.5 kat aşan bir ''kent
suçu'' yapılaşmasıydı...
Sözenli yıllarda durdurulan bu proje, ''kat karşılığı'' sözleşmeyle
belediyeye de aynı merkezden ''rant mekânları'' vermeyi içerdiğinden, Şişli'nin
yeşil alan olanağını yok etmesinin yanı sıra yerel yönetimi de bu suça
''sonsuza dek ortak'' kılıyordu. Ne var ki bölge halkının kentsel yaşam
gereksinmesi yerine ''parasal beklentilere'' öncelik veren ''İslambol'' anlayışı,
1995'in sonlarında yeniden Dalan dönemi politikasıyla buluştu ve hizmete
girdiğinde Taksim-Levent metrosunu bile yetersiz kılacak bir yükü Mecidiyeköy'e
yığmaya aday inşaata, üstelik aynı imar haklarıyla başlanmış oldu...
Yeşile 'Robin Hood' tuzağı
Şişli'deki bu örneğin ötesinde, eldeki ''mevcut yeşil alanlara'' bile göz
dikilmesinin çarpıcı bir örneği de ''Altunizade Koruluğu'' na yapılmak
istenen ''İSKİ tesisleri'' ydi...
İmar planında ''sağlık tesisi alanı'' iken, İstanbul Valiliği'nin
27.12.1995 tarihli; ''yeşil alan olarak korunması gerekir'' şeklindeki raporu
üzerine ek hastane yapıları işgalinden kurtulan 27 dönümlük ve ağaçlarla
bezeli Altunizade Koruluğu için, büyükşehir belediyesince 12.8.1996'da
onaylanan plan değişikliğinde ''park'' yerine ''İSKİ tesisleri'' kararı
getirildi.
Sadece valiliği değil, başta muhtarlık olmak üzere semt sakinlerini ve
hatta kimi ''belediye yanlısı'' siyasileri bile şaşırtan bu imar oyununun
arkasında ise ''Robin Hood Evleri'' nin olduğu anlaşılmıştı.
Yine büyükşehir belediyesine ait olan ve ''zenginden alınıp yoksula
verilen bir anlayışı'' simgelemesi için de bu isim konulan, her biri o dönemin
35 milyarına pazarlanacak ''evler'' için, halkın yeşil alanının elinden alınmak
istendiğini kanıtlayanlar ''SOS İstanbul Çevre Gönüllüleri'' oldular...
Çevreci grubun sözcüsü ve daha sonra DSP İstanbul Milletvekili olan Yücel
Erdener' in, Robin Hood Evleri pazarlama broşüründeki ''yeşil arsa'' fotoğraflarıyla
Altunizade Koruluğu'nun ''neden aynı yer'' olduğu yönündeki soruları ise
İSKİ'nin 19.02.1997 tarihli resmi yazısında şöyle yanıtlanmıştı:
''Depo ve pompa istasyonlarının yanında bazı tesisler de inşa
edilecektir...''
Neyse ki yine çevrecilerin çabaları ve Koruma Kurulu'nun aldığı
kararlarla, kentin bu ''hazır'' ve ''ağaçlık'' yeşil alanı, ''İslambol yağmasının''
elinden kurtarılan ender yerler arasında kalabildi..
Cumhuriyet
|