Zümrüt Apartmanı’na Mimar Sinan
bile engel olamamıştı
Konya'daki Zümrüt Apartmanı faciasından sonra böyle hemen her hadisenin
arkasından yaptığımızı yapmaya, cezaları arttırarak çürük bina inşa
edilmesinin önüne geçebileceğimize inanmaya başladık.
Ama işin önemli bir tarafını unuttuk: Zümrüt Apartmanı'nın müteahhidi
Vedat Kaya, bizde eski devirlerden beri varolan bir geleneğin, inşaat
malzemesinden çalma ádetimizin son temsilcilerinden sadece biriydi. Hırsızlığın
bu çeşidi Türkiye'de asırlardır varolmuştu; malzemeden hep çalınmış,
dolayısıyla hep çürük binalarda yaşamıştık. Vedat Kaya ekolü, eski
devirlerde de devlet büyüklerini, hattá Mimar Sinan'ı bile bir hayli uğraştırmış
ama malzemeden çalma ádetine Osmanlı'nın en sert, en ceberrut günlerinde
bile máni olamamıştık.
İnşaat faciasında sıra bu defa Konya'da idi.
Zümrüt Apartmanı'nın enkazından ardarda cesedler çıkartılırken binanın
müteahhidi Vedat Kaya ile taşeronu İsmail Canlıer tutuklandılar. Vedat Kaya
büyük bir pişkinlikle kabahatinin olmadığını ve çok yakında serbest bırakılacağına
inandığını söyledi, hattá 1999'daki 17 Ağustos depreminin Yalovalı meşhur
müteahhidi Veli Göçer'in bile sadece birkaç ay yatmış olduğunu hatırlatmayı
da ihmal etmedi.
Müteahhid Vedat Kaya, bizde eski devirlerden beri varolmuş olan bir geleneğin,
inşaat malzemesinden çalma ádetimizin çok sayıdaki son uygulayıcılarından
biriydi. Hırsızlığın bu çeşidi Türkiye'de asırlardır varolmuştu;
malzemeden hep çalınmış, dolayısıyla hep çürük binalarda yaşamıştık.
Böyle binalar ya kendiliklerinden yıkılmışlar, yahut en ufak sarsıntıda
binlerce kişiyi canından etmişler ve Vedat Kaya ekolü, eski devirlerde de
devlet büyüklerini bir hayli uğraştırmıştı.
Betonarme tekniklerinin henüz bilinmediği, inşaatlarda demirin ve çimentonun
kullanılmadığı ve binaların ahşaptan yapıldığı devirlerde, çalınacak
en önemli malzeme, yapıda kullanılan kerestelerdi. Keresteler ya eksik
kesilir yahut çürük olurlar veya şehrin iklimine dayanmayacak bölgelerden
ucuz ağaçlar getirilir ve inşa edilen evler içinde yaşayanların tepesine
geçerdi. Sadece keresteden değil, kiremitten çalanlar vardı ama dertlerin en
önemlisi, mimar olmadıkları ve inşaattan hiçbir şey anlamadıkları halde
elinde cedvel alanın mimarlık yapmaya kalkışmasıydı.
Aşağıdaki kutuda, bu geleneğimizle ilgili olarak asırlar öncesinden
gelen bazı örnekler, inşaat malzemesinden çalanlarla mücadele konusunda çıkartılmış
bazı padişah fermanları yeralıyor. Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu İkinci
Selim, 1572'nin 29 Haziran'da mimarlık tarihimizin en önemli ismine, Mimar
Sinan'a gönderdiği emirnamede 'eline cedvel alıp mimar olduğu iddiasıyla
ortaya dökülenlere máni olunmasını' buyuruyor, bir başka fermanında inşaatta
kullanılacak ağaçların özelliklerini yazıp İstanbul Kadısı'na
'Malzemeden çalanın hakkından gelesin!' diyor. Üçüncü Osman ise, 1755 Mayıs'ında
devrinin mimarbaşı olan Hacı Süleyman'ı uyarıyor ve kiremit imalinde
sahtekárlık edenlerin kürek cezasına mahkûm edileceğini hatırlatıyor.
Biz, yaşadığımız böyle hemen her facianın arkasından yaptığımızı
yapmaya, cezaları arttırarak çürük bina inşa edilmesinin önüne geçebileceğimize
inanmaya devam edelim... Osmanlı'nın en ceberrut günlerinde bile máni olamadığımız
bu ádetimizin, yani inşaat malzemesinden çalma geleneğimizin kanunlarda yapılacak
değişikliklerle son bulup bulmayacağını hep beraber göreceğiz.
Malzemeden çalanı küreğe koyun yahut hakkından gelin!
Malzemeden çalıp çürük inşaat yapanlarla ilgili olan aşağıdaki
fermanların ilk ikisini, Ahmed Refik'in '16. Asırda İstanbul Hayatı' isimli
eserinin ilk cildinden aldım. Metni günümüz Türkçesi'ne aktarırken, o
devirlerde kullanılan 'parmak' ile bugünün yaklaşık 75 santimine karşılık
olan 'zirá'' gibi uzunluk ölçülerini aynen bıraktım. Dayanıksız kiremit
imal edenlerle mücadeleyi emreden Üçüncü Osman'ın emrini ise, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin yayınladığı 'İstanbul Ahkám Defteri'nden naklettim.
'Mimarbaşım olan Sinan'a emirdir: Rumeli'nden ve diğer yerlerden gelen
marangozluktan ve bina ilminden habersiz ehil olmayan kişiler ellerine arşın
alıp mimarlık etmekte ve yaptıkları evler tutuşmaktadır. Şimdi sana
buyurdum ki, emrim eline ulaştığı zaman bu konuda dikkatli olup bina inşaatı
ve dülgerlik konularından habersiz kişilerin ellerine arşın alıp mimarlık
etmelerini yasaklayacak ve senin iznin olmadan bu işe kalkışmalarının önüne
geçeceksin (29 Haziran 1572)'
'İstanbul kadısına emirdir: İstanbul'da yeni inşa edilen binalarda
kullanılmak üzere dışarıdan getirilen kerestelerin kurallara uygun şekilde
kesilmedikleri, eksik oldukları ve eksik kesilen bu kerestelerin binalarda
hasara sebep olduğu haber alınmıştır.
Keresteler bundan böyle eskiden olduğu gibi kesilecek ve aşağıda verilen
ölçülere kesin şekilde uyulacaktır: Birinci sınıf direkler sekiz, ikinci
sınıflar altı ve beş, üçüncü sınıflar ise dört ve üç zirá'
kesileceklerdir. 'Taban' denilen kerestelerin büyükleri on beş zirá', yassı
kısımları yedi parmak, kalınlıkları da beş parmak olacaktır. 'Orta
taban' ismi verilen kerestelerin uzunlukları on iki zirá'dır. 'Karadeniz çubuğu'
cinsi kerestelerde uzunluk on iki ile on sekiz zirá' arasında bulunacak,
'taslak çubuğu'nun uzunluğu da on iki ile on zirá', 'ayrık mertek' beş,
'parçalı mertek' dört, baskı için konulan mertek de dört zira' boyunda
kesilecek ve kalınlk bir arşından eksik olmayacaktır. 'Ahyolu' tahtası dört
zirá', bunun kalınlığı bir parmak; 'Solikos' tahtasının uzunluğu dört
zirá', kalınlığı da yine bir parmak olacaktır.
Bu emrimi alan İstanbul kadısı inşaat kerestelerini kesip getirenlere
gayet sıkı tenbihlerde bulunacak ve şehre gelecek olan kerestelerin yukarıda
verilen ölçülere uygun olup olmadığını bundan böyle daha büyük bir özenle
inceleyecek, eksik kesilip kesilmediklerini ve cinslerinin iyi olup olmadığını
da tek tek gözden geçirecektir. Kerestelerin emredilen bu ölçülere
uymamaları ve cinslerinin de iyi olmaması hálinde, getirenlerin haklarından
hemen gelinecektir. Şerefler yayan bu emrim ayrıca defterlere de kaydedilecek
ve yukarıdaki kaydedilmiş olan ölçülere gelecekte de uyulması konusunda büyük
itina gösterilecektir. İşbu emir, 1568 senesinin 19 Mayıs Çarşamba günü
yazılıp mimarbaşıya verilmiştir'
'Mimarbaşı Hacı Süleyman'a ve kolluk kuvvetlerinin başında olan Subaşı'ya
emirdir: Sarayımda ve şehrin bazı mahallelerinde tamiri gereken binalarda
kullanılmak üzere pişirilip getirilen kiremitlerin boyları ve olukları
noksan çıkmaktadır. Kiremithánelerde imal edilen kiremitlerin uzunlukluklarının
on dört, yukarı taraflarının yedi ve aşağı taraflarının da altı parmak
boyunda olması, ince ve az pişmiş şekilde imal edilmemeleri gerekmektedir.
Daha önceleri Mimarbaşı tarafından çıkartılan yönetmeliklerde bu ölçülerin
ifade edilmesine ve bin adet kiremidin 500 akçeden satılması gerektiğinin
yazılı olmasına rağmen, bazı kiremitçiler ağırlığı eksik ve boyu
hatalı kiremitleri de bu fiyattan satmakta, halkı sıkıntıya sokmaktadırlar.
Mimarbaşı Hacı Süleyman, devletin düzenini bozan bu gibi hareketleri
engelleyecek, kiremitlerin kalitesini kontrol edecek, nakliyelerine göz-kulak
olacak ve bu şerefli emrimin dışına çıkılmamasına itina gösterecektir.
Kiremitçi esnafının başında bulunan kişilere bu konular iyice tenbih
edilecek; bundan böyle eksik, hatalı ve pahalı kiremit satanların bu işte
kullandıkları kayıklara el konulacak, satanlar da kürek cezasına çarptırılacaktır.
İş bu şerefli emrim, 1755 senesinin Mayıs ayında yazılmıştır'
Bunlar da bana gına getiren kelimeler
Hürriyet'in dün yayınlanan Cumartesi ekinde 'İşte bıktıran kelimeler'
başlıklı tam sayfa bir haber ve sevilmeyen deyimler listesi vardı. Haberde
Amerika'daki bir üniversitenin gına getiren kelimeleri belirlediği söyleniyor,
bu kelimelerin boykot edilmesini istediği anlatılıyor ve bazı yazarlarımız
bizi bıktıran ifadelerden örnekler veriyorlardı.
Fırsatı gelmişken yazayım dedim: İki kelimeye, daha doğrusu iki ifade
biçimine, yeni tabiriyle 'takmış' vaziyetteyim. Biri, artık hemen her
kelimenin sonuna getirdiğimiz 'çalışma' sözü, diğeri de fiillerin ardına
iláve ettiğimiz bir başka fiil, 'yapmak' kelimesi.
Birkaç senedir 'kazmak' yahut 'kazı yapmak' sözünü bir tarafa bıraktık,
'kazı çalışması' ile meşgulüz. 'Yol yapımı' değil, 'yol çalışması'
yapılıyor. 'Tamir etmek', 'onarmak' yahut 'onarım' çoktan unutuldu, bunun
yerine 'onarım çalışması' hákim.
Ve, polis telsizi üslubunun Türkçe'ye hediyesi, her fiilin sonuna 'yapmak'
fiilinin ilávesi... Gittiğimiz bir yerden dönmüyoruz, 'dönüş yapıyoruz'.
Evden yahut işyerinden çıkılmıyor, 'çıkış yapılıyor'.
Eşimizle yahut sevgilimizle bundan böyle sevişmeyeceğimiz, 'sevişme
yapacağımız' günler yakındır...
Hürriyet - Murat Bardakçı
|