'Bakû Geceleri' kararmasın
Apşoron Yarımadası'nın güneyindeki geniş körfezi kucaklayan Bakû. Kentin hemen tüm tarihsel mekânlarında, kültür ve sanat
'emektarlarının' da heykelleri var.
Azeriler için Bakû sadece bir başkent değil, bir ''ulusal sevgili''
dir...
Dünyada hiçbir kent için Bakû kadar kadar çok şiir yazılmamış, Bakû
kadar çok şarkı bestelenmemiştir... Bu aşk şarkılarından birinde, örneğin
''Bakû geceleri'' için şunlar söylenir;
Hoş etirli yaza benzer,
Yüz nağmeli saza benzer,
Gara gözlü gıza benzer,
Bizim Baki geceleri...
Azeriler, işte böylesine bir ''kara sevdayla'' yaşadıkları Bakû'yu, öteden
beri güller, çiçekler içinde korudular; mimarisine ve peyzajına gözleri
gibi baktılar...
Kentin tarihsel kimliğini gözeten bir imar anlayışı da bu duyarlılıkla
beslendiği için UNESCO'nun ''Dünya Mirası'' listesinde yer aldı... Özellikle
''İçerişehir'' denilen ve 12. yüzyılda burayı ''başkentleri'' yaparak da
bezeyen ''Şirvanşahlar'' dönemi anıtsal yapıları ile ortaçağdan kalma
eski kent dokusunu ''sur içinde'' barındıran kesimi, yine UNESCO'nun ''insanlık
adına da korunması gerekir'' kararının başlıca gerekçesiydi...
'Kültür kentine' yakışmayan
Ne var ki Bakû, onca derin sevgiye ve onca koruma kararlarına rağmen, tıpkı
İstanbul gibi, son yıllardaki ''kentsel tahribat'' nedeniyle, Dünya Mirası
listesinden ''risk altındaki miras'' grubuna aktarılmak üzere...
Yani, UNESCO sözcülerinin bir süredir İstanbul için de dile
getirdikleri; ''insanlığa ait ortak değerlerini korumayan'' yönetimleri de
evrensel kültür adına sorgulayan bir ''kara liste'' ye...
Eğer bu aktarma olursa, Afganistan'daki Buda heykellerini kıran Taleban'la
Azeriler ''aynı grupta'' olacaklar... Benzer durum, İstanbul için karar alındığında
da bizim başımıza gelecek...
Oysa Türkiye, böylesi bir ''çağdışılığı'' nasıl hak etmiyorsa,
Azerilerle Taleban arasındaki ''kültür ve yaşam farkı'' da aynı listede
yer almaları olasılığıyla bile taban tabana çelişiyor...
Çünkü Bakû, Batılı petrol şirketlerinden miras 17. ve 18. yüzyıl
''klasik Avrupa mimarisini'' de barındıran ve sokaklarından caddelerine, bina
cephelerinden meydanlarına kadar sayısız ''heykellerle'' donatılmış muhteşem
kent güzelliğiyle birlikte, çok sayıdaki tiyatroları, konser salonları,
sinemaları, galerileri, müziğin her dalında konservatuvarları ve çocuklardan
yaşlılara ''yaradıcılık'' okullarıyla da sadece Azerbaycan'ın değil, tüm
Kafkasya'nın her açıdan kültür başkenti...
O kadar ki kentin her köşesini sarmalayan bu sanatsal dünyayı yaşamak için,
Bakû'nun ''küçe'' lerinde (sokak) dolaşmanız ya da ''Göğ Hezer'' in (Mavi
Hazar) kıyısında en sevdiğinizi düşünmeniz bile yeterlidir... Kentin soluğuna
karışan bir ''segah'' ya da bir ''mahnı'' sizin de kulağınıza çalınır
ve orada sadece ''kendilerine'' konser veren Azerilerin duygularına ortak
olursunuz; güzellikleri birlikte düşlersiniz...
İşte, böylesine ''hümanist'' bir toplumla kimliğini ve misyonunu bulan
bir başkentin, kendisini ''Bakû'' yapan tarihsel mirasına karşı ''Taleban'ı
çağrıştıracak'' düzeyde duyarsız ve yanlış tutumlar içinde olması ise
asla kabul edilebilir bir durum değil...
Duyarsızlığın 'önderleri'
Bakû'da, UNESCO'nun bu ''uyarısına'' neden olan olumsuz gelişmeler iki yönlü.
Birincisi, hiç gizlemeye gerek yok, ''bizimkilerden'' , yani ''Türkiyeli
yatırımcılardan'' da kaynaklanıyor... Yıllardır bizim kentlerimize,
tarihsel peyzajlarını ezen ve kimliklerini göz ardı eden ''yüksek rant yapılarıyla''
çullanan bu kesimler, Bakû'da yaptıkları "teze tikintiler" de de
(yeni inşaat) benzer örnekleri yaratmaya başladılar...
Artık, ''Şehitler Hıyabanı'' na çıkıp, Apşaron Yarımadası güneyindeki
geniş körfezi sarmalayarak ''Hazar'la öpüşen'' Bakû'ya baktığınızda, o
güzelim 18. yüzyıl kent silüetini ''hırpalayarak'' yükselen bu yapıların
hızla çoğaldığını görüyorsunuz... Belediyenin bunlara imar izni
vermesinde ise Azerbaycan'la ''iki devlet, tek milletiz'' söyleminin getirdiği
''kayırmanın'' etkili olduğunu herkes biliyor...
Tarihi dokuya karşı ''korumayı dışlayan'' bu tutumun ikinci önemli alanı
ise ''İçeri Şehir'' ... Daha doğrusu, başta Şirvanşahlar Sarayı ve sur
duvarları olmak üzere, ünlü ''Kız Kalesi'' ile sayıları 530'u bulan
tescilli tarihi yapılardan oluşan ''eski Bakû'' ...
Bu SİT alanına sur kapılarından girdiğinizde, eski ve görmüş, geçirmiş
mekânlarda; ''garmon, kemençe, klarnet, nagara (koltuk davulu) ve tar'' eşliğinde
''mugamat'' lar söyleyen Bakûlu sanatçılardan Azeri müziğinin en zengin ve
otantik nağmeleriyle de birlikte olursunuz... Ancak bu mekânlardaki yıpranmanın
yanı sıra özellikle ''özgünlüğü gözetmeyen restorasyonlar'' ın yarattığı
bozulmalar, UNESCO'nun uyarıları için yetiyor...
UNESCO'nun 'durum' raporu
Nitekim, 2003'ün Nisan ayında Bakû'daki ''durumu'' saptamakla görevlendirilen
David Michelmore 'un raporu, bu konudaki örnekleri en ayrıtılı bilgilere
kadar içermekte...
Rapora göre, Dünya Bankası'nın da desteğiyle süren Şirvanşahlar Sarayı
restorasyonunun, doğru bir projeye kavuşturulması ve uzman kadro desteği sağlanıncaya
kadar durdurulması gerekiyor... Benzer şekilde, ''uygunsuz'' imar koşulları
ve ''uyumsuz'' mimariyle gerçekleştirilen tüm yeni yapılanmanın da hemen
''yasaklanması'' sağlanamazsa, tarihi dokunun kimlik etkileri kalmayacak...
Bunlara örnek olarak ''arkeolojiyi dikkate almayan yeraltı otopark inşaatlarını''
da gösteren Michelmore, raporunda, özellikle ''eskiyi yıkarak yeni ve daha yüksek
yapı inşa edilmesine'' de değiniyor...
Bütün bu saptamalar karşısında da UNESCO, tıpkı İstanbul gibi Bakû'yu
yönetenleri de artık uyarıyor; ''Evrensel mirası koruma sözünüzü unutmuş
görünüyorsunuz...''
Azeriler işte bu ''yok edici'' süreci durdurmak için eğer ciddi önlemler
almazlarsa, yine o ''Baki Geceleri'' şarkısındaki şu sözleri de belki artık
söyleyemez olacaklar;
''Sohbetini şirin şirin,
dinler goşa güzellerin,
sırdaşıdır sevenlerin,
Bizim Baki geceleri...''
Yazık değil mi o ''goşa'' (çift) güzellerin sadece Bakû'yla paylaştıkları
o dünyalar kuran ''sır'' larına?..
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|