Bir Beyoğlu Sokağında
Sokakaların her saatte, her mevsimde görünümleri
değişir. Güneşin doğuşundan batışına, sabahın aydınlığından
gecenin çöküşüne kadar.
İnsanları da öyledir. Sabahları pencerelerden mahmur gözler size bakar,
akşam onlarla birlikte sokak da yorulmuştur.
Gelenler geçenler, sokağın yerlisi, yabancısı.
İstanbul'un sokakları çoğulcu bir lezzet taşır.
Dün, Galatasaray Lisesi'nin bahçesinin arkasındaki Fransız Sokağı'ndaydım.
Bir evin duvarına La Rue Français yazılmış, duvardaki desen de Henri de
Toulouse- Lautrec'ten alınma. Paris'i anımsatan bir resim.
Sokağın uyanışını izledim. Evlerin pencerelerinden bakanları selamladım.
Köpeklerini gezdirenlerle arkadaşlık ettim.
Merdivenli sokakları severim ama doğrusu orada oturmayı da gözüme
yediremem. Rahatıma düşkünlüğüm estetik duygularımı törpülüyor.
Fransız Sokağı çok güzel onarılmış, evlerin pencerelerinde
sardunyalar sokağı renklendirmiş, şenlendirmiş.
Ortak avlular sanki komşuların birbirleriyle yarenlik etmeleri için bu şeklide
düzenlenmiş.
Sokak lambaları hoşuma gitti ama içindeki floresanlar bu lambaların içine
yakışmamış.
Bu sokakta lokantalar, kahveler açılacak, semt sakinleri de oturacak, başka
yerlerden gelenler de.
Evlerin hepsi onarılmış, dışları da içleri de... Rengárenk dış
cepheler... Sokağa yukardan bakarken bir ressamın tuvalindeki yağlı boya
damlatmalar gözümün önüne geldi.
İstanbul bu, yabancı dillerdeki konuşmalar yankılandı sokakta, bizim Türkçe
konuşmalarımız gökyüzünde buluştu.
Öğleye doğru çan sesleri kozmopolit İstanbul'un habercisiydi, Beyoğlu'na
çıksam Ağa Camii'ne doğru yürüsem, oradan da ezan seslerini duyacaktım.
Herkes oturduğu sokağı yazdı -yaşadığı diyebilir miyim acaba- bir yayınevi
bu kitabı yayımlayacak.
Edebiyatın günlük ruh borsası değişkendir, yazdıkları gün sokak öyleydi,
belki ertesi gün o sokağa başka bakarlardı.
Beyoğlu efsanesinin ardında, çoğulculuk vardır, yoksa binaları
onarmakla, dış cepheleri süslemekle, cafe sayısını artırmakla o semt bir
kimliğe kavuşmaz; eğer sokakları böyle olmazsa.
Eskiden ‘‘Duvara köylü çorabı asmakla halkçı olunmaz’’
derlerdi, şimdi de ‘‘İki eski koltukla bir semt dirilmez’’
diyebiliriz.
Hürriyet - Doğan Hızlan
|