"Tatlıcılığım değil,
mimarlığım ön planda"
İstanbul'un yeni büyükşehir
belediye başkanı ile yaptığımız röportajın ilk iki saatinden sonra
uzunca bir mola vermek zorunda kaldık. Başkan bir toplantıya girmeliydi,
sonra devam edecektik. Neyse, toplantı oldu ve dağıldı da. İlçe belediye
başkanları, belediye meclis üyeleri, işadamları, onların korumaları, şoförleri,
bir dizi partili, partisiz zevat. Sessizce ayrılıyorlar Belediye Sarayı'ndan
ama etkili bir şey, güçlü bir izlenim bırakıyorlar üzerimde bütün bu
sessizliklerine rağmen.
Bu erkekler topluluğu, yeni tip bir genç erkek nesli olmalı; AKP'yle
beraber iyice göz önüne gelen.
Çizgili, aynı AKP gibi eprimemiş, tüylenmemiş takım elbiseler, fazla
kaldırım, yol tepmediğinden olsa gerek basamaklarda gıcırdayan, rugan kadar
parlak boyalı ayakkabılar. Sakal-bıyık yok, kesilmiş; ama sanki bir beyaz,
bir nur çıkıp alttan o zaman bütün çehrelere yayılmış.
Herkes kendinden ve iktidarından memnun, şimdilik bulduğuyla yetiniyor;
ama bir sonraki seçimleri de bekliyor, gözetiyor. Hal, tavır böyle.
Değişmişler, tazelenmişler, kazanmışlar, şimdi bıraktıkları
izlenimi ölçer gibi merakla bakıyorlar başkalarının gözlerinin ta içine.
Tıraş losyonu kokar, kokarmış gibi geliyor bu seçimlerde artık iyice
kentin iktidarına sahip olan bu AKP'li genç muzafferler, bu yeni tip erkek
estetiği.
Kadir Topbaş ise hiç böyle biri değil. O tam da geleneğin, eski ama her
dem taze, ortağı olduğu Saray Muhallebicileri'nin vitrinlerine her gün
dizilen tatlılar ve pilavlar gibi her dem lezzetli, her daim mütevazı
Osmanlı esnaf geleneğinin, hatta belki de Ahiliğin temsilcisi AKP içinde ve
İstanbul'da.
Pasif agresif taşra burjuvazisinin karşısında rafine, köklü bir estetik
onunkisi.
İstanbul'a yakışır, İstanbul'a iyi gelir böylesi.
Yine de bekleyip göreceğiz.
Hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'da hem de AKP teşkilatlarında bir
"Kadir abi" olgusu var. Eşine az rastlanır, tarihten çıkıp gelen
bir insan tipini çağrıştırıyor Kadir Topbaş. Şimdi ise karşımızda
klasik dönemin değerleri ile modern zamanın gereklerinin sentezi bir insan
olarak duruyor.
Karizma değil de, daha çok babacan tavrı ön plana çıkıyor başkanın.
Yüzünden tebessüm eksik olmuyor. Diyalogları insanda samimi olduğu hissini
pekiştiriyor. Yanlış yapmaktan, yani kötü bir şey yapmaktan korkuyor.
Duygusal bir insan. Başkanı ağlatmak da, sevindirmek de kolay. Duygusallık,
korku ve samimiyet bir insanda bu yoğunlukta olursa, o insandan "iyi bir
siyasetçi" olması beklenemez. Üstelik "Hırslarım, hesaplarım,
kurgularım, kulislerim, adamlarım yok" diyorsa. Açık açık söylüyorum,
Kadir Topbaş kötü bir siyasetçi. Zaten başkan da "İstanbul'da siyaset
değil, icraat" diyor. Formül şu: Kötü siyasetçi, iyi başkan. Bu
durumdan şimdilik hem başbakan hem de İstanbullu memnun. Başkanın çok çalışması
lazım, çok. Çünkü onun siyasi bahaneleri olmayacak. Arkasında Ankara var.
Bir noktaya daha değinmeliyim, başkan bir İstanbul markası olan Saray
Muhallebicisi ile "tatlıcı başkan" olarak hatırlanmak istemiyor.
İsminin önündeki "Dr. Mimar" sıfatlarına biraz fazla vurgu
yapıyor. Bence buna gerek yok. Onu Beyoğlu'na ve İstanbul'a taşıyan asıl
faktörü "tatlı"da, tatlının kıvamında aramak daha isabetli
olur. Yoksa "Prof. Dr. Mimar" olan başkalarının başkanlıkta önceliği
olurdu. Bulunduğu noktalarda sorun çıkarmak yerine çözüm olan insan güven
verir, lazım olduğunda talep edilir ve gelir. Dr. Mimar türü sıfatlar
insanın kişiliğine pek etki etmez ve muhataplarında güven oluşturmaya da
çoğu zaman yetmez. Topbaş'ın kişiliğini oluşturan baskın figür Osmanlı
kültürüyle aldığı esnaf terbiyesidir. Başkanın kişiliği mesleğinin önünde
duruyor. Bu bence iyi bir şey...
Ahmet Tulgar: Siz Beyoğlu'nda başkanlık yaptınız. Beyoğlu, Türkiye'nin
en dinamik yeri. Dünyada böyle bir yer olmadığı söyleniyor. Beyoğlu'nun
özgürlükçü ve renkli yapısı İstanbul'a nasıl yansıyacak? Beyoğlu'ndan
gelmeniz İstanbul için bir şans mı?
Beyoğlu bir dünya kolonisi. Dün olduğu gibi bugün de içinde birçok kültürü,
inancı, yaşantıyı barındıran ve 24 saat açık bir Beyoğlu var. Ama
Beyoğlu sadece Galata ve Pera değil. Bunların dışında, çok farklı yaşam
koşullarına sahip 45 mahallesi daha var. Beyoğlu'nun 45 mahallesinin 45
farklı talebi var.
Mehmet Gündem: "Beyoğlu İstanbul'un özü" derken bu
tabloyu mu özetliyorsunuz?
Sayın başbakanımız "İstanbul, Türkiye'nin özeti" diyor. Ben de
ekliyorum, "Ana fikri de Beyoğlu". Beyoğlu geçmişten günümüze
kadar Batılılaşma sürecinde de çok önemli bir lokomotif olmuş. Bu
canlılık Beyoğlu'nun yapısında var. Tarihte de idareciler Beyoğlu'nu hep
ayrı tutmuşlar. Geleni gideni çok olmuş. Orada insanlar özgürlüklerini
yaşarlarken, şehrin esas ahalisini taciz etmemişler. Bu şehirde başarılı
bir yönetici olmak için konsepti iyi okumak lazım. Türkiye'de bugüne kadar
algılanan yerel yönetim anlayışı fen ve imar oldu. Üstelik onu da
başaramamışız. Daha sosyal, daha estetik bir yaklaşımla halkın ihtiyaçlarına
bakabilecek bir yerel yönetim anlayışı henüz oluşmadı Türkiye'de.
"Biz magazin sayfalarında değil, halkın arasında bulunduk"
A.T.: Anadolu kentlerinde belediyecilik disipliner, baskıcı bir
faaliyetmiş gibi algılanıyor ve şehrin görüntüsüne de böyle yansıyor.
Estetik dışı bir görüntü, garnizon-şehirler yaratılmış durumda.
Erdoğan'ın şu an Ankara'da bu kadar rahat özgürlükçü kararlar alması,
bu reformlar sanki İstanbul kültürünün Ankara kültürüne yeniden bir
galebe çalması gibi değil mi?
Evet, tabii. Biz de, Beyoğlu'nda bu özgürlükçü, reformcu yaklaşımı
ortaya koyduk. Yalnızca katılımcılığa sığınan bir anlayış değildi
bizim örneğimiz de.
M.G.: Beyoğlu'nda geçen beş yıl size ne kattı?
Ben Beyoğlu'nu zaten biliyordum. Adımlamadığım sokağı yoktur.
Beyoğlu'nda anıları olan birisiyim. Belediye başkanı olunca da bürokrasiyi
öğrendim. Ötekiler bildiğim konulardı. Ben mimarım, sanat tarihinde
akademik kariyer yapmışım, Koruma Kurulu'nda bulunmuşum, masanın her
tarafında oturmuşum. Bunları ben kendim için artı diye görüyorum. Ailem,
İstanbul'da oldukça eskidir. Kendimize göre gıda sektöründe bir markayız.
Ama biz hiçbir zaman mütevazılığı ve halktan olmayı bırakmadık. Aile
yaşamımızdan tutun da insanlarla ilişkilerimize kadar bizde farklılık
vardır.
A.T.: Aileniz, siz gerçekten mütevazısınız. Saray
Muhallebicisi'ni çok eskiden bildiğimiz halde sizi, ailenizi yeni tanıdık.
Ama galiba giyim sektöründeki damadınız medyatikliği seviyor. Her fotoğraf
karesine giriyor.
Biz magazin sayfalarında değil halkın arasında bulunduk. Biz bir esnaf
insanı olduk. Damadım da öyledir.
"Dört kardeş aynı binadayız, her eşyadan dört tane
alınır"
M.G.: 28 Mart seçimlerinden dokuz ay önce bir telefon görüşmesinde,
"İstanbul için adınız geçiyor" dediğimde, "Beyoğlu'nda görevimin
başındayım. Siyasi hırsım hiç olmadı. İleriye dönük hesaplar
yapmam" demiştiniz. Bugün başkansınız. İstanbul'u ne zaman önünüze
hedef olarak koydunuz?
Hiçbir zaman siyasette kendime bir hedef koymadım. İlimde, ticarette
kararları siz kendiniz verirsiniz. Başarırsınız ya da batarsınız. Ama
siyasette kararı siz değil başkaları veriyor. Sizin duruşunuz, netliğiniz,
yansımalarınız çok önemli. Hiçbir zaman "Ben ne olacağım, nereye
nasıl gelirim?" diye düşünmedim. Çevremizdeki insanlar bizi
İstanbul'a yakıştırıyordu.
M.G.: İstanbul'a talip olurken başbakan ile yaptığınız görüşmede
ne konuştunuz?
Basında çok şey dillendirilmişti. "Sayın başbakanım, siz hem
partinin hem de Türkiye'nin geleceğini düşünmek durumundasınız. Ben müracaatımı
yapacağım ama umuyorum ki hislerinizle hareket etmeyeceksiniz. Vereceğiniz
karardan hiç rahatsız olmayacağım" dedim.
M.G.: Bu beni kayırmayın anlamında mı?
Bunu açık söyledim. Kararını rahat versin istedim. Müracaat etmem
gerekiyordu, ettim. Benim için olmazsa olmaz değildi. "Her şeye rağmen,
ne pahasına olursa olsun ben kazanayım" mantığım yoktu.
M.G.: Başbakan ne dedi?
Bütün aday adaylarına söylediği gibi "Hayırlı olsun" dedi,
başka bir şey söylemedi.
M.G.: Siz hırsları olmayan biri olarak parti için tehlike
oluşturmayacak, "güvenilir" bir isim misiniz?
Elbette, İstanbul'a aday olan insanın partiye ve başbakana güven vermesi
gerekiyor.
A.T.: Başbakan neden bu kadar hayatımızın içinde? Tekrar
İstanbul'a bakalım.
Sordukları için bu kadar hayatımızın içinde.
A.T.: Siz "eski Osmanlı esnafı tarzı bir aileyiz"
dediniz. Muhallebi, muhallebicilik çok mütevazı bir şey, muhallebici
demokratik bir kurumdur. Bu sizin aile yapınızı nasıl etkiledi?
İşyerlerinizdeki çalışma koşulları nedir, adil mi, özgürlükçü mü?
Eskiden bir işyeri kurarken mutlaka o işi bilen kişiler çalışırdı.
"Peştamal bağlama" diye bir tabir vardı ki, bu o kişinin o sektörde
bilgi, beceri, ahlak olarak yeterli olduğunun işaretiydi. Bu duygulardan, bu
tarzdan uzaklaşan müesseseler battılar. Biz devam ediyoruz. Dört kardeş
aynı binada oturuyoruz. Çocuklarımız kardeş gibi büyüyor. Bir eve yeni
bir televizyon ya da araba alınacaksa dört tane alınıyor. Bu aynı şekilde
bizim işletmeciliğimize de yansır. Sigortasız adam çalıştırmayız. Hak
çok önemlidir. 300'ün üstünde insan istihdam ediliyor. Hiçbir dönemde
maaşlarda gecikme olmadı. Çalıştığımız piyasada sözümüz senettir. Ödemelerimiz
hiç şaşmaz. "Sizin paranızda bereket var" derler bize.
A.T.: Saray Muhallebicisi benim anılarım olan bir yer. Eski halini
de biliyorum. Onun çok önemli bir kurum olduğunu düşünüyorum ki, birçok
entelektüel de bunu fark etti ve size destek geldi onlardan. Fakat AKP'nin
asıl dayandığı esnaf tipolojisi sizinkinden farklı. Ben sizi farklı bir
yere koyuyorum.
Biz o eski tarzı, geleneği bütün canlılığı ile yaşatıyoruz. Bizin
anlayışımızda tek amaç para kazanmak değil. Bu işin sosyal yönü de var.
Birlikte yaşanacak toplumsal mekanlar oluşturuyoruz; orada sevgiyi yaşayan,
paylaşmayı bilen bir anlayış ortaya koyuyoruz. Sünnetimi hatırlıyorum,
babam İsmail Dümbüllü'yü getirmişti. Koçlar kesilmiş, masalar
kurulmuştu. Bütün mahalle oradaydı. O gün herkes herkesin yanındaydı,
neşesinde tasasında.
M.G.: Babanızın bir sözünü hatırlatayım: "Ben bu ismi dökerek
kazandım. Beğenmediğim mamulü müşterime yedirmedim." Bugün aynı
anlayış devam ediyor mu?
Aynı hassasiyet hem üretimde hem de bütün ilişkilerimizde devam ediyor.
Babam derdi ki, "Hep kasada durup da iş yapıyorum zannetmeyin.
Bulaşıkhanede duracaksınız, neler yarım yenip geliyor? Bir tane tamam ama
aynı üründen iki-üç tabak yarım geliyorsa orada bir şey vardır."
İsterseniz test edin, Saray'da tabağınızı bitirmediğinizde garson
"Beğenmediniz mi?" diye size sorar.
"Artık Saray'ın başında Amerika'da okuyan oğlum bulunuyor"
M.G.: Saray'da mutfağa en son ne zaman girdiniz?
Bir ay önce. Ama ticari hayattan Beyoğlu başkanlığı ile koptum. Zaman
zaman tat için uğrarım. Büyük oğlum İTÜ'de endüstri mühendisliği
okudu, Amerika'da işletme mastırı yaptı. Şimdi işin başında. Bizim ekmek
teknemiz orası. Bu tür müesseselerin devamı çok önemli. Biz "Kültürel
miras, şehrin turizme açılması" diyoruz. Kastımız salt yapıların
sahne dekoru gibi ayağa kalkması değil. Buradaki yaşam biçiminin, yeme içme
kültürünün de görülmesi. Biz Saray Muhallebicisi olarak ciddi bir hizmet
veriyoruz. O damak tadını tutturmak ve yıllarca bozmadan götürmek çok zor.
M.G.: Saray Muhallebicisi yaşayan bir marka olduğu için çok
konuşuyoruz ona ilişkin ama siz 1975'te de mimarlık ofisinizi açtınız.
Mimarlıkta başyapıtım dediğiniz ne var, onları konuşalım.
1978'de Doğancılar'da bir işadamına yaptığım bir bina var. Benden
sadece proje istemişti. Daha sonra inşaatını da bize yaptırdı. Bir gün,
"Ben burada oturamıyorum" dedi. Niçin diye sorduğumda; "Gelen
giden resim çekiyor" dedi. Kasımpaşa'da eski bayram yerindeki kapalı
spor salonu. Hayli estetik bir yapı. İkitelli'deki kilerci tesisleri. Şu an
Milli Gazete'nin olduğu bina. Sayın başbakanımızın Rize'deki evi var.
M.G.: Oturduğunuz evin projesi size mi ait?
Hayır. Biz orayı kaba inşaatı bitmiş olarak aldık. Ayakkabıcı olsaydım
en iyi pençeyi ben çakardım diyorum. Girdiğim işe ruhumu veriyorum, hemen
adapte oluyorum.
A.T.: Süleymaniye'nin sahibi bir şehrin mimar belediye başkanı
olarak, size gerekli araçları verseler çok bina yıkar mısınız?
Siz bizi takip edin. İstanbul'un silueti olan tarihi yarımada da, Galata bölgesi
de bozuldu. Buna Hilton Oteli, stadyum, Swissotel, Park Otel, Gökkafes, Odakule
dahil. Galata Kulesi'yle yarışan her şey dahil. Bunlar yanlış, ama
zamanında yapılmış.
M.G.: Sizi rahatsız edenler sadece siluette mi?
İçerilerde de, sokak dokularında da rahatsız edici pek çok unsur var.
"Kaçak yapılar bize gösteriyor ki belediyede bir otorite boşluğu
var"
A.T.: İstanbul'un estetiği çok özgündür ama bugün Beyaz Türkler,
Maslak'taki yüksek binalarla "Manhattan gibi oldu" diye övünüyorlar.
Bu şehirde minareden, tarihi kulelerden yüksek yapılara tepelerde izin
verilmese ne olur?
Şehirde minareden yüksek bina olur ama minarenin yakınında olmaması lazım.
İstanbul'un il hudutlarındaki yüzde 20'si Büyükşehir Belediyesi'nin
kontrolünde. Bütün yoğunluklar buraya gelmiş. Onun için trafik problemi
yaşıyoruz. Onun için bütün bu sıkıntılar var. Eski şehir ve yeni şehir
anlayışı oluşmamış bu şehirde. Şimdi her şey iç içe. Şehir hızla
yok oluyor.
A.T.: UNESCO'nun İstanbul'la problemi devam ediyor mu? İstanbul'u Dünya
Kültür Mirası listesinden çıkarmaya kalkışmışlardı.
Devam ediyor problem ama sevindirici gelişmeler var. İstanbul'u Tarihi Kentler
Birliği'ne sokma yönünde ciddi çalışmalarımız var.
M.G.: Sizi toplum henüz tanımıyor. Dışarıdan bakanlar diyorlar
ki; Kadir bey de Cumhurbaşkanı Sezer gibi sessiz, sakin, pek toplum içine çıkmayan,
sade bir kişilik mi çizecek?
Hayır. İstanbullu benim ne olduğumu, ne olacağımı biliyor. Geçen pazar
yedi ilçeyi dolaştım, halkın içindeydim, oradan aldığım sinerji
adrenalinimi yükseltti. Ben insanlar arasında olmayı çok seviyorum. Çok
samimi ve sıcak bir insanım.
"Boğaz'da mutlaka insanların denizle temasını sağlamamız
lazım"
A.T.: İstanbul kültüründe Boğaz'a, sahile inmek önemli bir şeydir.
Aşıklar, emekliler sahile kaçar. Sahile inmek özgürlüğü sembolize eder.
Şimdi sahiller kuşatıldı. Eskiden yalılarda kültürel bir hayat, söz-müzik
vardı. Şimdi yalılar yalı çetelerini hatırlatıyor. Sahillerin halka açılması
için bir projeniz var mı?
Buralardaki özel mülkiyete müdahale edemeyiz. Oradaki kalıcı yapıların
kuruldan onaylı olması gerekiyor. Kurulun müdahale etmesi gereken şeyler.
A.T.: Eminim ki o binaların pek çoğunda yasadışı işlemler
yapılmıştır. Dedektiflik bürosu gibi bir şey kurup bunları
araştırmayı, yeniden bir envanter oluşturmayı düşünmez misiniz?
Yüzde 75'i kaçak olan İstanbul'u ne yapacaksınız ki?
A.T.: Siz de "yıkıcı başkan" olarak tanınsanız ne
olur?
Boğaz'da insanların denizle temasını mutlaka sağlamak lazım. Ama
alternatifinizi koymadan hiçbir şey yapamazsınız. Biz Olimpiyat Stadı'nın
çevresinde 20 bin konutla başlıyoruz.
M.G.: Kiptaş, Başakşehir'e başlarken ticari bir amaç gütmüyordu.
Şimdi ise tamamen ticari bir faaliyete dönüştü. Şimdi konutlarda hangi
yaklaşım devam edecek. Ticaret mi, ev edindirme mi?
Lüks bina da yapacağız ama daha çok dar gelirli hedef alınacak, kira öder
gibi konut sahibi olacaklar. Ben diyorum ki, kaçak yapıları önlemenin yolu,
onların konut sorununu çözmekten geçiyor. Bunu yapacağız.
A.T.: AB'nin bir kentli şartı anlaşması var. Konut edinme hakkı
artık bir insan hakkı olarak kabul ediliyor.
Bu insan var olduğu günden beri böyle. Biz yerel yönetimler olarak buna
imkan hazırlamalıyız. Biz öncülük yapmazsak, kötü yapılar ortaya çıkacaktır.
O kötü yapılara biz de altyapı götürmek zorunda kalıyoruz ki, bu durumda
oraların rantı artıyor, ev içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Buralar kültür,
sanat, spor, eğitim alanları olmayan ve sadece barınmanın yoğunlaştığı
katlı gecekondular haline geliyor. Bu insanları kentli yapmak gerekir.
"Partiden ve tabandan kişisel talep gelmedi, taciz de
edilmedim"
A.T.: İstanbul'da bir işportacılık sektörü var. Bunların üzerinde de
ciddi bir zabıta terörü. Bu sorunu daha demokratik, insan haklarına
saygılı bir biçimde çözmenin yöntemi yok mu?
İşporta geçiş sürecinde, günübirlik bir çözüm. En fazla 15 gün sürer.
Adam "15 yıldır buradayım" diyor. Ev almış ama işyeri açmamış.
Böyle olmaz. Çözüm için işsizlik sigortasının oluşması lazım. Bu
oluşursa o sizin önünüze hiçbir gerekçe koyamaz, "açım"
diyemez. Şehrin çok önemli noktalarında yoğunlaştıkları için de
rahatsız edici bir durum oluşturuyor bu. Artık esnaf "Biz de işportaya
çıkıyoruz" diyor. Çünkü rekabet edemiyorlar. Belki işportacılar için
ayrı bir yer düşünülebilir.
A.T.: Beyoğlu'ndaki uygulamalarınızdan ötürü parti tabanından
baskı gördüğünüz olmadı mı?
Hayır.
M.G.: Partiden talepler gelirse, ki gelmemesi mümkün değil, ne
yapacaksınız?
Böyle talepler gelmedi, taciz de edilmedim. Gelirse, kaliteli bir isimse
değerlendiririm. Ama hatır için hiçbir şey yapmam. Bazı arkadaşlara
diyorum ki: "Bahsettiğiniz kişilerin, karakterini, yapısını incelerim.
Düzgün görmediğim adam için de zaten siz de 'bir şey yapın'
demezsiniz."
M.G.: Nasıl bir belediye devraldınız?
İstanbul'a hizmeti dokunan herkese teşekkür ediyorum. Seçim döneminde bütün
yönetimlerde bir otorite boşluğu hissediliyordu. Artan kaçak yapılanmalar
da bunun bir göstergesi. Belediyeyi devralınca aynı otorite boşluğunu
burada da hissettim.
"Beyoğlu'nda aldığım maaşı kendime harcamadım,
dağıttım"
M.G.: Siz otoriter bir insan mısınız?
Doğruluğuna inandığım konularda kararlıyımdır.
M.G.: Beyoğlu belediye başkanı iken aldığınız maaşı cebinize
koymadan dağıttığınız söyleniyor.
Koysak da cebimizden çıkıyordu. Kendime harcamadım, uygun gördüğüm
yerlere dağıttım. Büyükşehir belediye başkanı olunca bazı şirketlerin
yönetim kurullarında da görev alıyorsunuz. Karşılığında birtakım ödemeler
yapılıyor. Ben bunları almayacağım. Bana İstanbul'a başkan olma şerefi
yeter. Ben ticareti sevseydim, belediye başkanı olmazdım.
M.G.: Başbakan Erdoğan kendisini Özal'a benzetenlere, "Ben Özal'ı
aşmazsam Türkiye'ye hizmet etmiş olmam" diyor. Siz de Erdoğan'ın
İstanbul'unu aşacak mısınız?
Artık ülkeler değil kentler yarışıyor. Benim dünyada aşmam gereken
kentler var.
A.T.: Bütün dünyada metrolarda bir sanatsal hareketlilik olur. Gürtuna
"Burası aşkın, özgürlüğün ve sanatın metrosu olacak"
demişti.
Daha işin başındayız. Bunlar dünya ölçeğinde metro sayılmaz.
M.G.: Sizinle İstanbul'a nasıl bir tat gelecek?
O yaşarken oluşacak. Benim tatlıcı yanım değil, mimar yanın ön planda.
A.T.: Beyoğlu Belediyesi bulunduğu ortamında etkisiyle seçkin bir
belediyedir. Ama belediyelerin pek çoğu kültür ve sanat faaliyetleri adı
altında kalitesiz, ucuz sanatı özendirici çalışmalar yaptılar. Siz bu
konuda bir kısıtlama düşünüyor musunuz?
İlçe belediyelerinin kendi yetki alanları içinde yaptığı faaliyetlere müdahale
etme hakkımız yok. Biz oralarda da birtakım kültür sanat merkezleri
oluşturabilirsek o seçkin tarzın da tadını alacaklardır. Biz zamanında
Teoman'ı Kasımpaşa'ya getirdik.
M.G.: Sizi ruh dinginliği ve mutluluk içinde gördüm. Bu hal,
başkanlıkla oluşmuş gibi değil de, karakterinizin yansıması gibi duruyor.
Bu aile yapımdan, aldığım kültürden kaynaklanıyor. Benim kafamda çözemediğim
bir problem yumağı yok. Siyasi ya da ticari bir hırs da taşımadığım için
rahatım, huzurluyum. Ailemden, iş hayatımdan, siyasi kimliğimden dolayı
korkum, kaygım da yok. Ben bu kadar huzurlu bir insan olarak kendimi aşkla
İstanbul'a hizmete vermeliyim.
"Depremle ilgili olarak dört üniversitemizde önemli çalışmalar
yapıldı, bu doğrultuda adımlar atacağız"
A.T.: Depremle ilgili acil eylem planınız var mı?
İstanbul'un deprem mastır planları bitmiş durumda. Ayrıca dört üniversitemize
de önemli çalışmalar yaptırıldı. Bu tespitler ve hükümetin de ayrıca
yaptığı çalışmalar doğrultusunda adımlar atacağız. Riskli bölgelere
ve riskli yapılara öncelik vereceğiz. Zeytinburnu bu anlamda pilot bölge seçilmiş.
Orada çalışmalar sürüyor. Mevcut binaların olduğu yerdeki dönüşümlerini
hemen başlatmak kolay değil. Çünkü alternatif yerleşim alanları mutlaka
gerekiyor. O alternatifi görmeden ikna olmuyorlar. Bu konuda TOKİ ve Kiptaş
ile birlikte çalışmalara başlıyoruz. Çöküntü alanları dediğimiz ve
tarihi yerleşim alanlarındaki problemli yaşam koşullarını iyileştirmek için
de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile birlikte çalışıyoruz. Yerel yönetimler
yasasıyla, İstanbul'un il hudutları ile büyükşehir hudutlarının çakıştırılmasını
bekliyoruz. O zaman büyük ölçekte hazine arazileri belediyemize geçecek.
Yeni yerleşim alanları yapma imkanımız olacak. Ankara'nın yeni pilot bölgeler
oluşturma planı var, biz de İstanbul olarak yoğunluğu kırmak için bu
proje içinde olacağız. Bir de güçlendirme çalışmalarımız olacak.
Vatandaşın çalışmalarına da katkı vereceğiz.
A.T.: Trafik için başlattığınız bir çalışma var mı?
Trafikte yönlendirme ve sinyalizasyon çalışmasını üç ana arterde
başlattık. O ölçümlerin verilerine göre genele taşıyacağız. Bu çalışmayı
yürüten arkadaşlar yüzde 30'un üzerinde bir rahatlama bekliyorlar.
M.G.: Toplum bu rahatlamayı ne zaman hissedecek?
Çalışmanın sonuçlarını bekliyoruz. Bu projenin başındaki arkadaşlar
kamuoyunun yakından tanıdığı önemli isimler. Onlara; bu oran gerçekleşmezse
sizi kamuoyuna deşifre ederim dedim.
A.T.: Avrupa Birliği normları çerçevesinde belediyenin sosyal
tesislerinde içki servisinin de yapılması yönünde bir talep geldi mi?
Hayır, bize ulaşan böyle bir talep yok. Şu anda mevcut uygulama devam
edecek.
A.T.: Sizi dünyada en çok etkileyen kent hangisi?
Sidney'i çok farklı buldum. Sadece fiziki yapısıyla değil, insanlarıyla da
farklı buldum.
Milliyet -
Ahmet Tulgar / Mehmet Gündem
|