Taç Taşıyan'ın sarayı
Osmanlı, Bizans kalelerini almaya başladığında kale komutanına
''tekfur'' demiş. Kuşatmaların boyutu büyüyüp Bizans'ın sınır
kentlerini aldığında, bölgenin yöneticisine de tekfur demiş. Sıra İstanbul'a
geldiğinde Bizans'ın başındakinin imparator olduğunu herkes bilmekle
birlikte imparatorluk sarayına dil alışkanlığından olsa gerek Osmanlı
''Tekfur Sarayı'' demiş.
Tekfur Sarayı, Edirnekapı ile Eğrikapı'nın arasında, sur içine tıkılmış
Avcıbey mahallesinin yıkılmayıp da kalan surların dibinde gözalıcı kalıntılarıyla
ayakta duruyor.
Tekfur Sarayı'nın özelliği Bizans'tan ayakta kalan tek sivil mimari örneği
olması.
Sarayın öyküsü karışık. Sarayın geçmişi karmakarışık.
Avcıbey mahallesi, gecekondu ile gece konmadı arasında iki-üç katlı
birbirine bitişik küçük evlerden oluşuyor. Arada bir otomobilin geçtiği
dar sokaklarda çocuklar koşturuyor.
Asıl trafik surların dışında, yamacın altındaki çevre yolunda akıyor.
Tekfur deyip geçme!
Topkapı'dan kopup gelen taşıtlar Haliç Köprüsü'ne uğultuyla iniyor; Haliç'ten
Topkapı'ya doğru homurtuyla çıkıyor.
Üç katlı Tekfur Sarayı bütün bunları ve daha neleri görüyor ama
kimseye göstermiyor. Çünkü kapısına takılan demirler kalın zincirlerle
kilitli...
Zaten kilitli olmasa bile katlar arası boş, üst katlara çıkmak olası değil.
Ama şu haliyle bile seyredilmeye değer.
Sarayın önündeki boşlukta bir avuç yeşil alanın değerlendirilmesiyle
yapılan parkta, yürümeye yeni başlamış çocuklar paytak ördek gibi koşturuyor.
Anneleri başlarında. Belki çok önce belki daha yeni köyünden göç etmiş
annelerin amacı, çocuklarının gülümsemekte olan güneşle buluşması;
otları yememek koşuluyla toprakla tanışması. Eminim ki anneler, önünde
durdukları bu taşların dilini hiç merak etmemişlerdir ve çocukları da
etmeyeceklerdir, soran olursa ''tekfur'' deyip geçeceklerdir.
Tekfur aslında Ermenice bir sözcük.
Taç taşıyan anlamına geliyor.
Tekfur Sarayı'nın, imparator VIII. Mihael Paleologos 'un oğlu II.
Anronikos Paleologos döneminde 13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın başında
yapıldığı sanılıyor ve Latin İmparatorluğu'nun bitişi üzerine İstanbul'da
başlayan ''Paleologos Rönesansı'' nın bir ürünü sayılıyor. Bu bakımdan
saray VIII. Mihael 'in tahta çıkmayan oğlu Konstantin 'den ''Kontantinos
Porfirogennetos'un Sarayı'' olarak anılıyor.
Logos ve tinosları birbirine karıştırma pahasına bu konu biraz daha karışıyor.
Porfirogennetos; babasının hükümdarlığı sırasında dünyaya gelen
prenslere verilen bir unvan oluyor.
Ne var ki ''Konstantin Sarayı'' yakıştırması 16. yüzyılda yabancılar
tarafından yapılıyor ve bunun aslı astarı bulunmuyor.
Prensesin evi
Bilinen, Bizans imparatorlarının 12. yüzyılda Ayasofya çevresindeki
saraylardan çıkıp İstanbul'un öteki ucuna taşındıkları ve Ayvansaray kıyısından
uzanan tepede Blahernai Sarayı'nda yaşadıkları.
Bu saray artık yok.
Tekfur Sarayı'nın, artık olmayan bu sarayın bir parçası olma olasılığı
yüksek.
Eğer öyleyse o zaman, Tekfur Sarayı 12. yüzyılda İmparator I. Manuel
Komnenos 'un, İstanbul'da Eirene adını alan Alman karısı Betrha von Sulzbah
için yaptırdığı ''Alman Prensesinin Evi'' olabilir.
Ama bütün bunlar, duvarın önündeki parkta koşturan çocukları hiç
ilgilendirmiyor ve ilgilendirmeyecek. Parkın içinde belediyenin halk ekmek kulübesi
var; ekmeği 200 bin liradan satıyor. Karşıdaki bakkal da camına kâğıt
yapıştırmış: Ekmek 200 bin lira. Her mahallede olduğu gibi bu mahallede de
insanlar ekmek derdinde.
Bir rivayet, bulanın iki tahta kaşık karşılığında satması yüzünden
''kaşıkçı elması'' adını alan elmas, yine rivayet içinde bir başka
rivayete göre Tekfur Sarayı'nda bulunmuş...
Bu nedenle kazıcıların gözü Tekfur Sarayı'nda.
Bir keresinde sarayın bahçesinde günlerce çalışıp kuyu gibi çukur
bile açmışlar. Günlerce çalışıp yapılan demir kapılar ve kalın
zincirler bu yüzden... Ama Nasreddin Hoca' nın türbesi gibi.
Çünkü duvarlardaki deliklerden isteyen içeri girebiliyor.
Ama önlem alınmış; Kültür Bakanlığı, Tekfur Sarayı'nın yanındaki
boş araziyi turist otobüslerinin park yeri olarak işleten mahallenin spor kulübüne
emanet etmiş; göz kulak oluyorlar. Kilitlerin anahtarı da kırmızı boyalı
evdeki teyzede duruyormuş. Galiba bu ve benzeri örnekler Kültür Bakanlığı'nın,
Türkiye'ye fazla geldiğini gösteriyor; onun için Kültür ve Turizm Bakanlığı
yaptılar.
Fil ahırından şişehaneye
Sarayı çevreleyen duvar diplerinde, yarısı toprağın içinde mermer
yontular görülüyor. Taş, inceden inceye işlenmiş; desenlerle süslenmiş.
Yerinden kopmuş ve oradan oraya sürüklenip kendine yeni bir yer edinmiş.
Tekfur Sarayı'nda çukur kazmak yerine toprağı eşeleseler tarih fışkırıyor.
Osmanlı, Tekfur Sarayı'nı çeşitli amaçlar için kullanmış. Eski gravürlerde,
minyatürlerde çatısı kiremitle kaplı olarak görülen bina fillere ahır
olmuş.
Çini atölyesi olmuş. ''Tekfur Sarayı çinileri'' Sultan III. Ahmet Çeşmesi'nde,
Kasım Paşa Camisi'nde, Hekimoğlu Ali Paşa Camisi'nde kullanılmış.
Tekfur Sarayı şişehane olmuş.
Museviler için sosyal meskene dönüştürülmüş ''Yahudihane'' olmuş ve
1864'te yanmış.
Kilit altında koruma!
Tekfur Sarayı'nı üç katta dört duvar olarak bugüne getiren onarımlar
1950'lerden 1970'lere kadar sürüp gidiyor...
Bir ara binanın üstünün kapatılması, katlarının yapılması ve Tekfur
Sarayı'nın kullanılır hale getirilmesi düşünülüyor ama proje hayata geçmiyor.
Bizans döneminden kalan tek sivil mimari örneği kapısına kilit vurulmak
suretiyle korunuyor!
Sarayın balkonu, bir terasın varlığını gösteren mermer uzantılar, dış
cephedeki taş ve tuğla süslemeler öylece duruyor. Fakat rüzgârın ve yağmurun
sabrı taşları aşındırmaya devam ediyor.
Bir otomobil korna çalıyor. Dar sokaktaki çocuklar kenara çekiliyor.
Tekfur Sarayı, zamanını doldurmaya çalışıyor.
Cumhuriyet
|