Küllerinden doğmak
Ünlü
saat kulesiyle Solider Meydanı Beyrut'un Taksim'i.
Akdeniz'in en doğu ucu orası. Daha ötesi yok. Biblos kayalıklarından batıya
gün batımına bakınca sanki İspanya sahillerini göreceğinizi sanıyorsunuz.
Lübnan öyle bir yer. Hikâyelerle dolu. Her zaman canlı, hep eğlenceli. Savaş
sanki kazayla olmuş gibi.
Ünlü İtalyan gazeteci Oriana Fallaci'ye akciğer kanseri olduğu dönemde
600 sayfalık roman yazacak ilhamı veren Beyrut sokaklarında, Robert Redford
ve Brad Pitt'in "Spy Game"inden noktalar arıyorsunuz... Yok elbette,
ama yine de kentin "entrika ve cazibe" dolu bir güzelliği var.
60'ların meşhur Korniş'i şimdilerde yeniden inşa edilmiş. Pırıl pırıl
apartman daireleri 6 milyon dolardan başlayan fiyatlara satılıyor. Beşyüz
metre ileride Arafat'ın yıllarca yaşadığı yoksul mahalleler başlıyor.
Burası Beyrut, burada her şey gerçek.
Çok güçlü bir orta sınıf, binlerce yıllık ticaret geleneği, ABD ve
Avrupa'daki diaspora, savaş sonrası Lübnan'ı 10 yılda ayağa kaldırmış.
Beyrut şık giyinmiş, takılarını takmış, stilettoları üzerinde yürürken
hani ayağı takılmış da çukura düşmüş, sonra kalkıp aynı zarafetle üzerini
silkeleyerek hiçbir şey olmamış gibi, tıkır tıkır akşam kokteyline
giden alımlı bir Akdenizli kadını andırıyor. İstanbul gibi aşırı
makyajlı ya da çok pejmürde değil. New York gibi hızlı ve yırtıcı da değil.
Paris gibi nedensiz bir snob da değil. Tam ayarında.
Toz yok, çamur yok
Kentte hayatın merkezi Solider meydanı. Saat kulesinin altı. Etraf
kafeler, lokantalar, pahalı mağazalarla dolu. Sosyalleşme öğleden sonra başlıyor.
Gece iğne atsanız yere düşmez bir kalabalık... Ama dikkat, gürültü yok.
Diskotek kulüp tepinmesi hissedilmiyor. Solider'in etrafı bütün gün inşaat
yapılan dev bir şantiye, ama hayret yerde "çamur yok", "toz
yok"... İç savaş zamanında bu meydanın ortasında şimdilerde bizim Kıbrıs'ta
gördüğümüz varilli, dikenli telli sınırlardan varmış. Meydanın yarısı
Müslümanların yarısı Hıristiyanların kontrolündeymiş. O günlerle
ilgili çok önemli bir fotoğraf sergisini Türk-Lübnan İş Konseyi Başkanı
Mehmet Habbab, Mayıs ayında Türkiye'ye getirmeye çalışıyor şimdilerde.
Efsane savaş muhabiri, şu aralar gözden uzak olsa da Türkiye'yi hep seven
Peter Arnett o günleri biraz da delilikle anlatırdı. "Oturur balkona,
elimizde sigara/kahve/viski nerden kim kime roket atacak diye seyrederdik, böylesine
bir güzellik içinde savaşı anlamamıza imkan yoktu" derdi.
Şimdi Beyrut ve Sayda sokaklarındaki genç nesil savaşı hayal meyal hatırlıyor.
Şoförümüz 25 yaşındaki George biraz da maksatlı, anlatmamakta ısrar
ediyor. "Çocuktum anlamıyordum. Bum bum ses duyuyorduk" diyor. Bana,
beyaz Citroen içinde giden Suriye askerlerini gösteriyor, "Resimlerini çekme"
diye uyarıyor.
Gece hayatı İstanbul'dan canlı ve keyifli bir kent Beyrut. Çıplaklık
derecesinde, gözünüze sokarcasına dekolte yok gece kulüplerinde. Belediye
otobüsü gibi tıklım tıklım barlara girseniz bile size kibarca yer açılıyor.
Dans ederken insanlar birbirlerine saygılı. Kimse kimsenin üzerine içki dökmüyor,
sigara söndürmüyor, kavga edilmiyor. Eğlenmeyi bizden çok ve iyi
biliyorlar.
Tatil dönemi yaklaşıyor. Yine herkes "Avrupa" diye koşturacak.
Ama hani kafanızın bir kenarında yıllar önce TRT'den siyah-beyaz izlediğiniz,
içinde "Dürzi, falanjist, Emin Cemayel, Velid Canbulat" gibi
isimlerin geçtiği haberler yankılanıyor, anneniz babanızdan duyduğunuz
"Ah o güzelim Beyrut neydi" sözleri geçiyorsa... Şimdi görme
zamanı. Çünkü bize sadece 1.5 saat uzaklıktaki Beyrut tüm görkemiyle küllerinden
doğuyor.
Radikal -Ahu Özyurt
|