Büyüyen
mahfel
'Korporatizm'den söz ediyordum. Hem Osmanlı'nın
geleneksel (loncalı, her çeşit 'kompartmanlı') yapısına aykırı düşmeyen
hem de geleceğin Türkiyesi'nin 'muhafazakâr-modernleşme' ideolojisine uyan
bu anlayış, İkinci Dünya Savaşı sonrasının koşullarında ülkeye adapte
edilemedi, demiştim. Ama alttan alta belirleyici olmaktan çıkmadı.
Siyasi hayatın gözle görünür biçimlendiricisi olmamakla birlikte,
toplumsal hayatın düzenlenmesinde çok etkilidir. Özellikle Ankara'ya gittiğinizde,
bunu görürsünüz -ama yalnız Ankara'da da değil.
Bir günlük hayat tarzı olarak işin başını devlet memurları çeker. Bu
da zaten Türk tipi 'modernleşme'nin bürokratik tabiatına uygun bir durumdur.
Bir tarafta 'Hâkim Evi', bir tarafta 'Polis Evi', Maliyeciler şunlar bunlar
derken, memurluk içinde ayrışmış çeşitli kolların lokallerini görürsünüz.
Ankara'da oturan, o kolun mensupları, günlük hayatlarını, 'sosyalleşme'lerini
buralarda gerçekleştirir; bir vesileyle Ankara'ya gelmiş olanları otele
filan gitmez, lojmanda, lokalde, adına ne diyeceksek, korporasyonun tesisinde
kalır.
Gündüz normal olarak mesleğin uygulayıcıları -ki tabii çoğu
'bey'lerdir-
işte, çalışmakta olduğundan, buralarda 'hanım'ları görürsünüz.
Cumhuriyet'in erken yıllarında, taşrada, 'mahfel' vardı. Orada da bürokrasi,
kaymakam, savcı ve yargıç, öğretmen, kasabanın okumuş ve aydınlanmışlarıyla,
doktor ve eczacı ve davavekili vb. ile oturur, konuşur, memleket meselelerini
görüşür, hem sosyalleşir, hem de politika oluştururdu. Şimdi kocaman
toplum olduk. Böyle insanları tek bir 'mahfel'e sığdıramıyoruz. Bir bakıma,
kapsam daha da daralıyor; aynı mesleğin insanları başkalarıyla ilişkilerini
kesip burun buruna yaşamaya başlıyorlar.
Her şeye rağmen 'mahfel'in 'geçirimsizlik' özelliği azalıyor, duvarları
inceliyorsa, bu, daha çok, son arabesk şarkıyı, pop star sohbetini, bu tür
şeyleri içeri bırakan bir süzgeç gibi çalışıyor. Başka türlüsü
filtrede takılıyor.
Gene aynı meslek sahipleri başkent dışına çıkmak, sözgelişi tatil
yapmak söz konusu olduğunda, bellenmiş yöntemi elden bırakmıyorlar. Bu
sefer 'siteler' kuruluyor: valiler sitesi, sayıştay sitesi, şu bu.
Devletin koyduğu norm bu olduğu için toplum da devletini taklit etmekten
geri durmuyor (böyle alanlarda hep öyle olur zaten). Onun için orada burada
basın sitelerimiz var, profesör sitelerimiz var, falanca yerin çalışanları,
filanca kurumun mezunları, ama sonuçta bir yerden ortak bağımız olan, dolayısıyla
bize benzediğini, 'bizden' olduğunu varsaydığımız birileriyle birlikte
kurduğumuz sitelerimiz, köylerimiz, kurumlarımız var.
Derken sendikalar katılıyor kervana.
İş adamları zaten şuranın 'lion'ları, buranın 'lioness'leri, oranın
'rotaryenleri' olarak birbirleriyle birlikte vakit geçirmenin kurumlarını
yaratmışlar (bunlar, dünyada, korporatistten çok, bir düzeyde olup da farklı
işler yapanların arasında ilişki kurmak için yaratılan sosyalleşme
kurumlarıdır).
Bütün bu kurumlarda, bir 'devlet estetiği' de görüyorsunuz. Meslek dalının
itibarı, gelir düzeyi, kurumu 'güzelleştirmek' için yapılan harcamada
farklılık yaratıyor. Ama bundan daha ağır basan bir ortak özellik görüyorsunuz,
devletin yaptırmadıklarında bile. Bu da bir 'ortalamalık' sağlıyor ya da
zaten sağlanmış olan o 'ortalama' karakteri yeniden üretiyor.
Her şeye rağmen, Gökalp'in ruhu şaddır, diyebiliriz.
Radikal - Murat Belge
|