Bir Kıbrıs Anısı...
Bu yazı Annan Planı için dün yapılan referandumun sonuçları bilinmeden
yazılıyor... Kıbrıslıların eğilimini duyuran haberlerle aynı gün
okunacak ve yorumlanmasına az ya da çok katkıda bulunacak...
1990'ların ilk yıllarıydı, Mimarlar Odası'na, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Mimarlar Odası (KKTCMO) tarafından düzenlenen bir panelin
davetiyesi geldi... Konusu; ''Kıbrıs'ta Tarihi Yapıların Korunması ve Türkiye'den
Örnekler.''
Panel katılımcılarına baktık, ''konuşmacıların'' çoğu, bu konuda hiç
de öyle başarılı çalışmalar yapanlar değildi...
Örneğin aralarında kültür varlığı binaları ''üzerlerine yeni katlar
ekleyerek'' apartmanlaştıranlar bile vardı... Dahası, Boğaziçi'nde eskiden
varlığı bilinmediği halde, bazı tartışmalı belgelerle ''hayali eski
eser'' yaratıp bunları sözde ''restitüe'' ederek (yeniden eskisi gibi
yapmak) ''düzmece projelerle'' koruma amaçlı imar yasaklarını ''delen''
akademisyenlerden biri de galiba panelin yöneticisiydi...
Dayanamadık,KKTCMO'ya farklı ve uzun bir ''teşekkür'' mektubu gönderdik...
Eğer eski eserlerin restorasyonu konusunda ''doğruları'' öğrenmek
istiyorlarsa, bu konuda hem yetersiz kalan, hem de yapılanların bile çoğunlukla
yanlış olduğu Türkiye'nin ne yazık ki ''örnek'' olamayacağını
belirttik...
Kıbrıs bir Akdeniz adasıydı ve aynı denizi paylaşan İtalya ya da
Adriyatik'teki Dubrovnik vb. gibi ''tarihsel mimarisini çok iyi koruyan'' ülke
ve kentleri incelemelerini tavsiye ettik...
Birkaç ay sonra, Kuzey Kıbrıs'tan bir meslektaşımız Mimarlar Odası'nı
ziyarete geldi... Mektubumuzdan söz etti ve Kıbrıs'taki yankılarından
haberimiz olup olmadığını sordu.
Anlattıkları hem ilginç hem de düşündürücüydü... Yazdıklarımız günlerce
basında manşet olmuş; televizyonlarda yer almış; tartışma programlarında
bile konu edilmişti...
Dostça ve kardeşçe ilettiğimiz uyarılarımızın neden böylesine
heyecan yarattığını ise konuğumuzun açıklamasından anlamak zor değildi...
''İlk defa'' diyordu KKTC'li mimar; ''Türkiye'den Kıbrıs'a ana vatan-yavru
vatan söylemini içermeyen bir resmi yazı geldi... Lefkoşa'da dört gözle
yolunuzu bekliyorlar...''
İzleyen yaz Kıbrıs'a gittiğimizde, gördüğümüz içten ilgi unutulmaz
ev sahipliği bu sözü fazlasıyla kanıtladı... Eski eserlerin restorasyonu için
Türkiye'den vakıflar eliyle yapılan parasal yardımların ''İşin Türk yüklenicilerine
verilmesi koşuluyla'' kullanılabildiğini öğrenmemiz ise neşemizi kaçırmıştı...
Aynı gezide, Saray Otel 'in terasından Lefkoşa'nın ''tümünü'' gören
manzara karşısındaki şaşkınlığımı da eklemeden edemeyeceğim...
Ortadan bölünmüş kentin Rum tarafı tümüyle betonlaşmış; koca koca
çirkin apartman yığınları göz alabildiğine uzanıyor... Türk tarafı ise
aslında güneyin de eski görünümü olan tarihi dokusunu koruyor... Sınırla
birlikte kuzeye doğru yayılan ''kimlikli'' Lefkoşa, Türkiye'ye de ''ders
verecek'' duyarlılıkta bir kent kültürünü yansıtırcasına insanı mutlu
ediyor...
Ne var ki hiç değilse bu görüntünün içimize su serpmesi bile uzun sürmedi...
Bize eşlik eden KKTC'li mimar; ''Sizi kutluyoruz...'' dememe fırsat vermeden sözümü
keserek dedi ki: ''O kadar değil... Eğer bizde de para olsaydı, eski yapılar
çoktan yıkılırdı ve aynı manzara kuzeye de egemen olabilirdi...''
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|