reklam

17 Mayıs 2004 Pazartesi
Ana Sayfa > Haberler

Oğlum bil bakalım bu caminin mimarı kim?

Bu şehirde yaşayan insanların yüzde 44’ü kendini İstanbullu hissetmiyor. Yüzde 11’i Boğaz’ı hiç görmemiş, 28’i tarihi ve turistik yerlere hiç uğramamış. İstanbul’u turistlere bırakmışız. Tam da bu yüzden, İstanbul’un orta yerini, İstanbulluya tanıtmayı amaçlayan tarih turlarını düzenleyen şirketlerin sayısı artıyor.

Biz de bir pazar sabahının köründe, Galata bölgesini gezmek üzere böyle bir kültür-tarih turuna katıldık. Baktık ki, herkes orada: Tüm Avrupa’yı gezdiği halde İstanbul’u tanımayan emekli öğretmenler, çocuğuna Mimar Sinan’ı tanıtmak isteyenler, evlilik yıldönümünü kutlayanlar, sevgililer, Meryem Ana’ya çay yapan papazlar, cami rehberle gezilir mi diye azar işitttiğimiz imamlar, çok bilmişler daha neler neler...

Bektaşi her gün bir kağıt parçasına ‘Yarın oruç tutacağım’ yazar, her sabah aynı káğıdı okuyup ‘Tamam yarın tutacağım’ deyip tekrar cebine koyarmış. Pek çoğumuzun yaptığı da bu işte... Hep ilk fırsatta bilmediğimiz yerleri gezeceğiz. Fakat o ‘ilk fırsat’ çıkmaz ayın son çarşambası olur, bir türlü gelmez.

İstanbul’da son birkaç yıldır turizm şirketleri, tarih ve kültür turları düzenliyor. T-Vitamini de bu şirketlerden biri. Merak ettik kimdir bu turlara katılan insanlar diye ve yazdırdık adımızı T-Vitamini’nin gezi listesine. Bir pazar sabahı 9.00’da 35 kişilik ekibimiz Karaköy rıhtımında toplandı. Ekipte 60’lı yaşlarını süren emekli öğretmenlerden, çocuklu ailelerden, güzel bir haftasonu geçirmek isteyen sevgililere ve 18. evlilik yıldönümünü kutlamak için gelen bir çifte kadar birbirinden farklı insanlar vardı.

Tur rehberimiz Yasemin Süner önce eski Galata surları içinde kalan bölgenin sınırlarını çizerek başlıyor işe. Bir yelpazeye benzeyen surların nereden nereye uzandığını anlatıyor. Bunları dinlerken yanımda beş kişiden oluşan bir emekli öğretmenler grubu bulunuyor. Aralarında tura katılmak için şehir dışından gelenler var. Eskiden aynı okulda öğretmenlik yaparlarmış, şimdi böyle vesilelerle buluşuyorlarmış. ‘Sık sık mı katılıyorsunuz’ diye soruyorum. ‘Yok kızım, bugüne kadar Avrupa’yı gezmekten İstanbul’u tanımaya fırsat bulamadık. İlk defa katılıyoruz’ diyorlar.

İlk durağımız Galata Kalesi olarak inşa edilen Yeraltı Camii. Fatih Sultan Mehmed’i gemileri karadan yürütmek zorunda bırakan meşhur zincirin bir ayağı burada bulunurmuş. İnşa edildiği dönemdeki adıyla Kastelyon hakkındaki bilgileri içeri girmeden önce alıyoruz. Çünkü görevliler, caminin içinde Bizans’tan bahsedilmesini pek hoş karşılamıyor. İçeride soru sormak gerekirse rehberimizin kulağına fısıldıyoruz. Yanıma eşarp almadığım için pişman oluyorum. Benimle aynı durumda olup, kazağını başına saranlar var ki, asla tercih etmeyeceğim bir yöntem. Estetik değil bir defa. Yanında fotoğraf makinesi getirenlerin sayısı pek fazla değil. Onun yerine kameralı cep telefonlarını kullanıyorlar. Benim açımdan aynı yöne uzanan 10-15 tane cep telefonu görmek komik.

Ekibin Bilmiş Çocukları 
Ekibimizin ‘çalışkan öğrencileri’ de var bu arada. Rehberin yanından hiç ayrılmıyor, sürekli soru soruyor ve gerek gördükleri yerlerde düzeltmeler yapıyorlar. Kurdukları cümleler genellikle şöyle başlıyor: ‘İzninizle ama bildiğim kadarıyla’, ‘Pardon, sözünüzü kesiyorum ama’, ‘Yanlış hatırlamıyorsam...’ Bu mühim dipnotlar nedeniyle gezimiz bittiğinde yarım saat rötar yapmış olacağız.

Yeraltı Camii’nden sonra Karaköy Geçidi’nin yanındaki Ömer Abed Han’ı ve bugün Liman İşletmeleri binası olarak hizmet veren Karantina binasını geziyoruz. Liman boyunca yürürken sağda bulunan Fransız Geçidi ve Karaköy Karakolu’na sıra geliyor. Anlaşılan bölgedekiler bu tip gezilere ve yerli turistlere gayet alışık. Karakoldaki polis memurları bizi içeri buyur edip, çay ikram ediyorlar. Üstüne rehberlik vazifesini de devralıp, hemen girişte bulunan Abdülmecid’in tuğrası hakkında bilgi veriyorlar. Allah insanı karakola düşürmesin elbette ama bir fırsatını bulup, içeri bakmanızı tavsiye ederim.

Bilsek Yemek Yapardık 
Gezi programının büyük bölümünü kiliseler oluşturuyor. Ne de olsa bölge İstanbul’un en eski Hıristiyan yerleşimlerinden. Türk Ortodoks Kilisesi Aya Nikola’yı ayin nedeniyle dışarıdan izleyebiliyoruz. Rehberimiz bir çatı kilisesi olan Aya Panteleymon’da ayin olduğunu söylese de meraklılardan oluşan öncü bir birlik kurup, beş katı ayaklarımızın ucuna basa basa tırmanıyoruz. Terasın ortasında büyük bölümü camla çevrili bir kilise burası. O sırada içeride ilahiler okunuyor. Bizimkiler dört bir yandan camlara burnunu yapıştırmış vaziyette içeriyi görmeye çalışıyor. Cemaatin rahatsız olduğunu söylemeye gerek yok.

Sonraki durağımız Süryani Kadim Kilisesi’nde büyük bir misafiperverlikle karşılaşıyoruz. Gelmeden önce haber vermediğimiz için sitem ediyorlar. Haberleri olsa Mardin-Midyat yemekleri yapacaklarmış. Kilisenin yaşlı rahibi doğu şivesiyle bize Meryem Ana’nın burayı üç kere ziyaret ettiğini anlatıyor. Kendisi de gözleriyle görmüş. ‘Tam şurada. Sizin oturduğunuz yerde oturdu’ diyerek en ön sırayı gösteriyor. Önce çay ikram etmişler ama almamış, ardından kutsanmış ekmeği kabul edip, yemiş.

Genelev Meraklıları 
Galata bölgesine dönüşü Saint Benoit Fransız lisesinin bulunduğu cadde üzerinden yapıyoruz. Rehberimiz genelevlerin bulunduğu Zürafa Sokağın, Saint Benoit Lisesi’nin arkasında bulunduğunu söyleyince ekibin büyük bölümü heyecanla burayı merak ettiğini söyleyip, rotanın değiştirilmesini talep ediyor. Merak edenlerin tamamı kadın. Ancak nafile, biz yine Bankalar Caddesi ve Yüksek Kaldırım’dan yolumuza devam ediyoruz. San Pietro ve Paoli Kilisesi’nin misafirhanesi Akdeniz mimarisinin tipik bir örneği. Tüm Avrupa’yı görmüş olan emekli öğretmenler topluluğu kendilerini İtalya veya İspanya’da sandıklarını söylüyorlar. Zaten az önce çıktığımız Galata Kulesi’ni de Paris’teki Eyfel ile kıyaslamışlardı.

Bankalar Caddesi’ndeki Merkez ve Osmanlı bankalarının bulunduğu bina, turun en popüler mekanı. Çünkü Bir İstanbul Masalı adlı dizinin holding binası çekimleri burada yapılıyor. Mehmet Aslantuğ kapıda göründüğünde turu bitirmek zorunda kalıyorlarmış, çünkü herkes onu görmek için turdan ayrılıp gidiyormuş. Biz şanslıydık; o gün dizi çekimi yoktu.

Gaudi'yi Sorsak Bilirdin 
Perşembe Pazarı’na yürüyoruz. Azapkapı’daki Sokullu Camii bir Mimar Sinan eseri. Geziye yabancı dilde eğitim yapan bir okulda okuyan 11 yaşındaki oğluyla katılan çift, ‘Oğlum bil bakalım bu caminin mimarı kim’ diye soruyor. Karşı taraftan tık yok. Baba dayanamayıp ‘Oğlum, Gaudi’yi sorsak bilirsin ama’ diye çıkışıyor. Kapıda bizi karşılayan cami görevlisi önce yabancı turist olduğumuzu sanıyor. Türk ve üstelik İstanbullu olduğumuzu öğrenince şaşırıyor. ‘Yahu cami gezmek için rehbere ne gerek var, rehberi minaresi değil mi?’ diye soruyor. Kurşunlu Han ve Fatih Bedesteni ile turumuzu 17.30’da Karaköy meydanında bitiriyoruz. Herkes başka bir turda yeniden buluşmak üzere sözleşiyor. Bacaklarımıza kara sular inmiş bir halde dağılıyoruz.
Hürriyet - Banu Tuna

 

Mayıs 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02
03 04 05 06 07 08 09
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
31
diğer aylar için tıklayın

Anket

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz