Apartmanlaşan
Türkiye...
Karadeniz'in her biri farklı kimlikli kıyı yerleşmeleri artık 'tek tip
kentler' olmuşlar... Denizle aralarında yol duvarı var; silüetleri ise
sadece beton...
Çoğu ülkede tarihsel kentler genelde birbirlerine benziyor... Binalarının
mimarisi, anıtsal ve dinsel yapıları, dar ve sevimli sokakları, hatta
meydancıkları bile ortak bir kültürün benzer yansımalarını taşıyor...
Bu kentleri farklı kılan özel değerleri arasında en etkili olanları da
bulundukları yörenin doğası, üzerinde yer aldıkları topoğrafyaları ve
elbette ki geçmişten gelen yaşama kültürleri ile kimi gelenekleri...
Bizim kentlerimizin tarihsel karakterleri ise 'mimarilerinin' de kendilerine
has oluşu... Özellikle farklı bölgelerdeki yerleşmelerimizde, evlerden anıtsal
binalara kadar hemen tüm eski yapılar değişik nitelikler gösteriyor.
Çünkü Anadolu , hem geçmişinin derinliği, hem de aynı binyıllardan süzülüp
gelen yaşama kültürlerinin çeşitliliği ile adeta bir 'uygarlıklar coğrafyası'
gibidir. Bu zengin birlikteliği gözeten Türkiye Cumhuriyeti 'nin başlangıçtaki
kent politikası da aynı kültürel çeşitliliğin 'sürdürülmesi' ni
hedeflemişti...
Ne var ki geçen hafta sonu Kars - Ardahan - Rize - Trabzon illerini içeren
gezimizde de gördük ki Türkiye'nin bu en değerli özelliğini en olmayacak bölgelerde
bile hızla tarihe gömüyoruz.
'En olmayacak' diyorum; çünkü, Anadolu'nun kuzeydoğusu, öteden beri 'en
korunaklı bölge' sanılırdı. Ülkenin en yeşil, en dağlık, en uzak ve en
'gözden ırak' bölgesinde, her biri o yörenin sanki birer 'kimlik belgeleri'
olan eski kentlerdeki bu kimliği 'bozabilecek' bir betonlaşmayı, kimse hayal
bile edemezdi...
Kura hüzünle akıyor
O gün, biz de aynı heyecanla Kars'tan yola çıkıp, önce Ardahan'a vardığımızda,
'kışın sıcak, yazın serin' taş evlerinin nereye kaybolduğunu anlayamadık.
Onların yerini alan çirkin betonarme apartmanlar, tıpkı Kars'ın da başına
dert olanlar gibi Ardahan'ı artık 'herhangi bir Türkiye kentinin sıradan görünümüyle'
kaplamışlar...
O kadar ki bu ilimizde doğup doğuya doğru sınırı geçerek Gürcistan 'a
yaşam katan, Tiflis 'in ortasından akan, sonra da Azerbaycan 'ın kuzeyine
bereketini sunarak Hazar 'a yaklaşıp, güneyden gelen Aras 'la kucaklaşarak
denize kavuşan Kura Irmağı , kendisine vaktiyle türküler yakan kentinin bu
yabancılığına karşı hüzünlüydü...
Eğer Ardahan Kalesi de olmasaydı, Kura'nın üzerinden geçen beton köprünün
başında durmamız için hiçbir neden kalmamıştı...
Kuzey - Doğu Anadolu'nun en görkemli dağ, orman, vadi ve tümü kütüklerden
yapılmış, yörenin doğal yapısıyla inanılmaz uyumlu 'yayla evleri'
manzaralarını sunan Şavşat'a ulaştığımızda, yine kenti henüz görmeden
seyrettiğimiz güzellikler anlatılacak gibi değil... Çalışkan ve yörenin
doğasına sevdalı bir ailenin işlettiği Laşet tesislerindeki alabalık da
aynı şekilde...
Ne var ki bu çarpıcı dünyadan Şavşat'ın kent merkezine doğru yaklaşınca,
bu kez 'çarpılmışa' dönüyoruz... Aynı doğada, aynı manzaralarda, aynı
yamaçlarda 8-10 katlı dev apartmanların adeta dev duvarlar yaratarak hangi
'hemşerilik' duygularıyla dikildiğini bilmem ki kavrayabilen var mıdır?..
Betonarme cambazları
Şavşat dağlarından Çoruh vadisine inip, yakın gelecekte buralardaki
nice güzel yerleşmeyi su altında bırakmaya hazırlanan baraj şantiyeleri
arasından Artvin 'i gördüğümüzde ise değil fotoğraf çekmek, ona doğru
bakmak bile istemiyoruz...
Yüksek tepeler üzerindeki konumuyla 'dünyada tek' olan Artvin, aynı
tepeleri işgal edenleri bir yana, yeşil ve dik yamaçlarından aşağı akan
bir 'beton seli' gibi sıralanmış apartmanlarıyla, artık Türkiye'de de tek
değil...
Herhangi bir kimliksiz kentten tek farkı ise o zor topoğrafyadaki, yine
kimsenin kolay kavrayamayacağı bir 'özensiz ustalık' içinde gerçekleştirilen
'betonarme cambazlıkları' ...
Hopa 'da Karadeniz'e kavuşacağımızı sanırken, kentle denizin arasında
adeta bir 'set' oluşturan 'kıyı yolu' na çarptık... Önce neye uğradığımızı
şaşırdık, sonra da bütün bir Karadeniz bölgesinde aynı tahribatı
yaratan bu yolun 'yeni kent kimliğiyle' tanıştık.
Sırasıyla, Arhavi, Fındıklı, Ardeşen, Pazar ve Çayeli , artık eskisi
gibi 'Karadeniz'in sevimli ve özgün kıyı kasabaları' değiller... Yeşil
vadilerin bile kaya dolgular için dinamitlerle yok edilmesine neden olan
Karadeniz kıyı yolunun, 'birbirine benzeyen karayolu güzergâhı yerleşmeleri'
olmuşlar... Tabelaları da olmasa 'nereye gelindiğini' anlamak çok zor...
Yine tümündeki ortak özellik ise aynı tür apartmanların sıralanmasının
ötesinde, Karadeniz'le birlikte yaşamak yerine, karayolunu seyrederek ve gürültüyü
dinleyerek 'yaşayamamak' ...
Rize, işte bu altüst oluşun denebilir ki 'doruğunu' yaşıyor... Kentin
denizden adeta 'tümüyle' ayrışması istenircesine, kıyı yolu bu kez dev
istinad duvarları üzerinden geçirilmiş... Kıyıya en yakın binaların bile
denize doğru seyrettikleri manzara bu beton duvarlar. Yerleşme merkezindeki ve
çevreye doğru yayılan semtlerdeki 'rekor yükseklikte' sayısız apartmanlar
da güney yamaçlarda nasılsa kalmış yeşil dokunun önünü kapatma yarışındalar...
Neyse ki vadiler var...
İşte böylesi gözlemlerle Derepazarı, İyidere, Sürmene, Araklı ve
Arsin 'den de 'afakanlar basarak' geçip Trabzon 'a vardığımızda, yine de hâlâ
içimizde bir 'huzur' vardı. Çünkü, ne yapıp edip, hiç değilse 'vadilerde
gizlenen cennetlerimizi' görmeye zaman ayırabilmiştik.
Önce Fırtına Deresi boyunca Çamlıhemşin 'e ve Zil Kale yakınlarına
kadar uzanmamız, ardından da Of 'tan güneye kaçıp Uzungöl'de rüya gibi
bir saat geçirmemiz, kıyı kuşağındaki betonarme cehenneminde uğradığımız
'travmayı' sanki tedavi etmişti.
Bu vadilerdeki yüreğimizi ferahlatan gözlemlerimizi, gelecek yazılara bırakıyorum.
'Apartmanlaşan' Anadolu'muzun ve 'yollaşan' Karadeniz'in tüm betoniyer gürültüsü
ve egzos zehirlerini ise böylesi bir imar ve ulaşım politikasının
sorumlularına 'gezinin armağanı' olarak sunuyorum.
Alsınlar, güle güle kullansınlar...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|