Akla ziyan
konular
İstanbul’da yeni bir Büyük Şehir Belediye Başkanı
var: Kadir Topbaş. Kendisi, sanat tarihi doktorası olan bir mimar.
Daha önce Beyoğlu Belediye Başkanlığı da yapmış. Yani belediyecilik
deneyimi de var. Üstelik ezici çoğunlukla iktidar olan AKP’nin adayı
olarak seçildi. Kısaca kuşun işlemez bir konumda. Bu durumda ben başkandan,
şehir planlaması, kaçak yapılaşmayı durdurma, belediyenin mali kaynaklarının
güçlendirilmesi, belediyede bürokrasiyi ve suistimalleri azaltma, BİT’lerin
özelleştirilmesi, kamu sağlığı, trafik düzenini tesisi, kayıt dışılıkla
savaş, esnafın denetlenmesi gibi çetin konulara el atmasını istiyorum.
Arkasında bu kadar yüksek halk desteği olan bir başkan olarak, kendisinden
‘vatandaşı sadece sorunların değil, çözümlerin bir parçası haline
getirecek’ iktisadi bir yönetim modeli oluşturmasını talep ediyorum.
Mesela, çöp toplamak ve bunları fenni bir şekilde işleyerek yer altına
depolamak belediyenin görevi. Peki bu konuda vatandaşın ödevi ne? Sadece
çöpünü atmak mı? Zor ama, Avrupa’da yıllardır uygulanan bir çok
rasyonel bir proje, İstanbul’da da hayata geçirilebilir.
Yapılacak iş kısaca şöyle: Evsel çöpler, vatandaşlar tarafından
‘plastik’ , ‘kağıt’ , ‘cam’ ve ‘gıda atıkları’ olarak
tasnif edilip, farklı renklerde özel olarak işaretlenmiş torbalara konularak
her binanın kendi çöp sandıklarına, çöp kamyonları geçmeden bir süre
önce konacak. Bu şekilde torbalanmış, geri kazanılabilecek malzemeler
kirlenmeden tasnifli bir şekilde ait olduğu işleme merkezlerine götürülecek.
Geriye kalan az miktarda gıda atıkları, toprağa gömülerek doğada hercümerc
olmaya terkedilecek. Böylece hem çöpten para kazanılacak hem de çevre de
kirlenmemiş olacak. Ayrıca bu torbaların fiyatlandırması, vatandaşları,
çöp toplama giderlerine, çıkardığı çöp oranda katkıda bulunmasının
bir aracı da olabilir. Ben tam bunları düşünürken baktım ki başkan, Eyüp-Miniatürk
ve Cihangir-Çamlıca arasında teleferik çalıştırmak gibi lunapark
projeleri üzerinde çalışıyor.
İstanbul’un esasen yetersiz yolları, iyice yetersiz hale geldi. Artık İstanbul
şoförleri için başta ana caddelerde olmak üzere, her tür yolda, özellikle
durulmaz veya park edilmez levhalarının dibine araçları iki sıra bırakmak
hak olarak tesçil edildi. Tesettürlü veya sarı saçlı hanımlardan, yanağı
cep telefonlu şehir magandalarına; İngilizce’yi su gibi konuşan Avrupa görmüş
profesyonellerden, Kartal’dan başka arabaya binmeye parası el vermeyen kır
kökenlilere kadar herkes arabasını, park edilebilecek en yakın yere değil,
işinin olduğu yerin en yakınına park edip gidiyor. Trafik polisleri ile
vatandaşlar arasında bu konuda ‘ulusal mutabakat’ tesis edilmiş durumda.
Bu durumda yapılacak tek iş, ‘park edilmez’ ve ‘durulmaz’ levhalarının
sökülmesidir. Hiç olmazsa bu kadar dürüst olalım bari.
İstanbul’da deniz kıyılarının, parkların, bahçelerin, kaldırımların,
yolların, üst geçitlerin altlarının ve üstlerinin, kavşakların, en sıkışık
yol köşelerinin ‘sabit-seyyar veya yüzer’ esnafca işgali de tamamlanmak
üzere. (Henüz yer kapmamış olanlar ellerini çabuk tutsunlar.) Vatandaşlarımız
da işgal edilmiş ve amacı dışında kullanılan bu kamusal mekanlarda, güzel
güzel ve çok ucuza alışverişlerini yapmakta ve yemeklerini yemektedir. Alan
razı, satan razı; belediye razı, máliye razı. Kim ne diyebilir?
Son Söz: Toplumsal sorunların kaynağı, bireysel çözümlerdir.
Hürriyet - Ege Cansen
|