Arkeolojik
tahribat
TAY Projesi adı altında yürütülen bir proje var.
Bunun açılımı Türkiye Arkeolojik Yerleşmeler Projesi. Bu projeyi yürüten
ekibin hazırladığı Türkiye Arkeolojik Tahribat Raporu 2003 son derecede önemli
saptamalar yapmış. Gerek raporu okurken gerekse projenin web sitesinde
(www.tayproject.org) dolaşırken Türkiye'deki arkeolojik alanların uğradığı
tahribatın boyutlarını dehşet içinde görüyorsunuz. Son dönemlerde okuduğum
en üzücü rapor buydu. Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerini değerlendiren
raporda yer alan bazı saptamaları sizinle paylaşmak istiyorum.
Araştırma ekibi 102 gün süreyle 24 bin 11 km. yol kat ederek 34 ilde araştırmalar
yapmış 776 yerleşme sayısına ulaşmayı hedeflemiş buna karşılık 663
yerleşmeye gidebilmiştir. Gidilemeyen yerleşmelerin bir bölümü yeni yerleşimler
nedeniyle, bir bölümü başka nedenlerle bulunamaz durumdadır. Bir bölümü
ise yasak bölgeler içinde yer almakatadır.
Araştırma konusu yapılan 663 yerleşmeden 589'unda (yüzde 89) tahribat
olduğu belgelenmiştir. Tahribat nedenlerinin en önemlilerinin dağılımı şöyledir:
definecilik, kaçak kazı (yüzde 28); tarım (yüzde 20); baraj (yüzde 15);
yapılaşma (yüzde 10.) tahribata etkin olan doğal nedenler yüzde 2 gibi küçük
bir oranı oluşturmaktadır. Demek ki tahribatı yapan doğadan çok daha fazla
insanlardır. Anılan raporda ve web sitesinde tahribatın fotoğraflarla örnekleri
yer almaktadır.
TAY Projesi ekibi bütün bölgelerdeki yerleşmelerde oluşan tahribatın
envanterini çıkarmaya devam etmektedir. 'Biz bu ülkede misafir değil ev
sahibiyiz' sözünü kendilerine slogan almış olan bu ekibi candan kutluyor ve
çalışmalarında başarılar diliyorum. Bu çalışmalar sonucunda biraz daha
bilinçlenip de elimizdeki olağanüstü arkeolojik değerlere sahip çıkabilirsek
çok önemli kazanımlar elde edeceğiz.
Türklerin kendileri için çok yaptıkları bir benzetme göçebe toplum
benzetmesidir. Göçebeliğin genlerimize işlediğini kendi kendimize söyler,
kendimize yönelik özeleştirilerde bunu çokça kullanırız. Bu ülkede
misafir miyiz evsahibi mi tartışması bu benzetmeyle yakından ilgili. İstanbul'a
bakıyorum örneğin. İstanbul'da en az üç kuşaktan beri yerleşik olanların
sayısı son derecede düşük. Son 20 yılda İstanbul'a gelenlerin sayısı
ise inanılmaz boyutlarda. Gelenler burayı ev olarak görmüyor. O nedenle de
bu kentin tarihine, kültürüne, geçmişine sahip çıkmıyor. Burayı gelip,
geçici, para kazandıktan sonra terk edilecek bir yer olarak görüyor. Öyle
olunca da çevreyi kirletmekten, bozmaktan ve tahrip etmekten çekinmiyor. Çünkü
burası onun evi değil. Burayı evi olarak benimsememiş olanlar burada misafir
gibi bile durmuyorlar. Çünkü misafir de ev sahibi kadar özen göstermese
bile misafir edilmenin yarattığı olumlu duyguyla eve özen gösterir.
Arkeolojik tahribat raporuna baktığımda bizim buralarda bırakın ev
sahibi gibi hissetmeyi kendimizi misafir olarak bile görmediğimiz duygusuna
kapıldım. Sonuçta bu tahribat düşman toplarıyla, tüfekleriyle, saldırısıyla
ortaya çıkmış değil. Bu faciayı biz yaratmışız. Kimimiz define avcılığı
peşinde koşarak tarihi mahvetmişiz, kimimiz altında binlerce yıllık bir
yerleşim barındıran bir höyüğün üstüne bir ev yapmışız. Devlet de bu
tahribata baraj, yol, elektrik direği yaparak katkıda bulunmuş. Tahribatın
altında kalan yerlerde kim bilir kaç tane Çatalhöyük benzeri yerleşim yok
oldu? Hititlerden önce Anadolu'da yaygın bir ticarete girişmiş bulunan
Asurluların ticaret kentlerinin sayısı 20 dolayındaydı. Bunlardan üçü
bulunmuş durumda. Kim bilir kaç tanesi bu tür tahribata kurban gitti? Kim
bilir kaç tane tablet müzelere kaldırılmak yerine pazarlarda satıldı?
Biz bu ülkenin ev sahibiyiz. Bunu anlayamıyorsak bari misafirmiş gibi
yapalım. Yaşadığımız topraklara ve onun tarihine düşmanca davranmaktan
artık vazgeçelim.
http://www.tayproject.org
Radikal - Mahfi Eğilmez
|