reklam

09 Temmuz 2004 Cuma
Ana Sayfa > Haberler

Londra: Yeni Bir Gökyüzü Şehri?


Londra'nın 2010 yılındaki görüntüsü

İki yüzyıl önce Wordsworth “Dünyanın gösterecek daha adil bir şeyi yok”, diye yazmış Londra hakkında. Ama onun Westminster Köprüsü’nden bakıp hayran olduğu “gemiler, kuleler, kubbeler, tiyatrolar ve tapınaklar” yerlerini savaş sonrasında şekillenen çok daha zevksiz bir görünüşe bırakalı çok oldu. Şimdi Londra bozulmuş silüetini düzeltmenin zamanı geldiğine karar verdi.

Londra, ünlü mimarlar tarafından tasarlanan endamlı gökdelenlerin, şehrin yenilikçi bir 21. yüzyıl metropolisi olduğunu ilan ettiği, tam anlamı ile yeni bir profil arıyor. 2010 yılında Londra’nın tarihi merkezini sadece St. Paul Katedrali değil yeni bir cam ve çelik ormanı simgeleyecek. Yüzyıllar süren yatay büyümeden sonra şehir sonunda göğe doğru yükseliyor.

Bu konuda bazı Londralılar endişeli. Onlar şimdiden şehrin tarihi kimliğini kaybetmesinden korkuyorlar. Onlar için ideal çözüm 1960’lar ve 70’lerde dikilen beton ofis kulelerini yıkmak. Bunun yerine yapılan, kötü mimarlığı iyi mimarlığın arkasına saklamak umuduyla, beğenilmeyen binaların etrafına modaya uygun yeni gökdelenler dikmek. Oysa bu tutum da riskli: bugün geçmişe meydan okuyan gökdelenlerin gelecekte modası geçecek gibi.

Londra’nın seçimle iş başına gelen ilk belediye başkanı Ken Livingstone, şehrin merkezinin daha yoğun bir nüfusa ihtiyacı olduğunu düşünüyor ve bu nüfusa ulaşmak için yüksek binalar inşa etme ilkesini benimsiyor. Mimarlar bundan daha fazla mutlu olamazlardı. Yakın zamana kadar New York’tan Şangay’a gökdelenler tasarlarlarken Londra’da ise Kraliyet Opera Binası’nı, İngiliz Müzesi’ni yenilemek gibi işler yapıyorlardı. (Jacques Herzog ve Pierre de Meuron’un Güneydoğu Londra’da tasarladığı Laban Dans Merkezi yeni olan ender kültür yapılarından.) Bu baharda şehrin finans merkezinde yükselen 40 katlı binasının bitmesiyle, Norman Foster şehirde gökdelenlerin yükselmesini sağlayan yeni tutumu canlandırdı.

Christopher Wren’in 1666’daki büyük yangından sonra eski Londra’yı yeniden inşa etmesinden beri ilk defa İngiliz ve yabancı mimarlar şehrin görünümünü dönüştürme konusunda aynı güce sahipler. Planlamacılar inşa etmeyi teşvik ediyor, prestijli mimarlar bunu gerçeğe dönüştürüyor. St. Paul Katedrali’nin doğusundaki Square Mile olarak adlandırılan meydan Avrupa’nın finans merkezi olarak, yeni büyümenin odak noktası.

Livingstone’un mimarlık ve şehircilik konusundaki baş danışmanı ünlü bir mimar, Richard Rogers. “Yeni Şehir Mimarlığı” sergisinde Bay Foster ve Bay Rogers tarafından seçilen Londra’daki “En iyi” 21 bitmiş ve planlanmış projenin maketleri yer alıyor.

Hepsi yüksek binalar değil ancak Foster’ın 198 metre yüksekliğindeki squat füzesine benzeyen “kornişon” lakaplı binası gökyüzüne yükselişi körüklüyor. Diğer planlanmış veya bitmeye yakın yüksek yapılar arasında Rogers’ın uzun ince ve üçgen şeklindeki İngiliz Emlak Şirketi binası, Nicholas Grimshaw’ın 43 katlı Minerva Binası ve Kohn Pedersen’in Fox’s Heron Binası bulunuyor.

Bu yıldırım saldırıda yaşamayı başaran St. Paul Katedrali gözden kaçırılamaz. 1950’ye kadar hiç bir binanın onun 99 metre olan yüksekliğini geçmesine izin verilmiyordu. Ama dikdörtgen binalar yükselmeye başladığında katedralin bile ön cephe görüntüsü çirkin bir ofis binası tarafından kesilmişti. 1987’de Prens Charles “Son 15 yılda şehrin plancıları, mimarları Londra’nın silüetini mahvetti ve St. Paul’ün kubbesine saygısızlık etti” diye hayıflanmıştı.

Bugün plancıların yüksek binalar için izin almaları, binalar tamamlandığında Londra’nın çeşitli yerlerinden St. Paul Katedrali’nin görülebilmesine bağlı. Westminster’daki Parlamento Binaları ve Londra Kulesi de önemli yapılar arasında. Bu yapıların görülmesine engel olacak yüksek binalar için izin verilmesi, İngiliz mirası ve tarihi Kraliyet Sarayları gruplarının itirazlarına sebep oldu. Ancak şimdiye kadar bu izinler veto edilmedi.

Tarihi Kraliyet Sarayları Koruma Müdürü John Barnes, yeni Minerva Binası'nın Londra Kulesi manzarasına tek başına hakim olmasından korktuğunu ayrıca Renzo Piano’nun tasarladığı Avrupa’nın en yüksek binası olmaya aday Londra Köprüsü Binası’nın da yapılmasına engel olmaya çalıştığını söyledi.

66 katlı 335 metre yüksekliğinde Thames River Bankası için planlanan bu bina gotik sivriliği sergileyerek, tabanda geniş başlayıp yukarıda bir noktaya doğru yukseliyor. Piano bu binanın Londra’nın silüetine uyduğunu ve şehrin karışık, ticari, kültürel ve yerleşim amaçlı kullanımını, bunun yanında enerji tasarrufu sağlayan yenilikleri de vurguladığını düşünüyor. Yine de bina onaylanmadan önce kamuoyu oylaması yapılacak.

Yukarı doğru yükşeliş hareketi dinmeden devam ediyor. Ken Shuttleworth, geçenlerde 325 metre yüksekliğinde Girdap lakaplı bir öneri sundu. Hiç bir zaman inşa edilmeyecek olsa da Girdap burada mimarların dikey olarak düşündüğünü gösteriyor. Aslında, Londra’nın doğu muhiti Canary Rıhtımı’nda 1980’lerde inşa edilen gökdelenlerin sunduğu güçlü profil gibi Square Mile’deki yüksek binaların yoğunluğu da görsel tutarlılık sağlayacak. Ama yine de bu yatay şehirden çok fazla gökdelenin yükselmesi her zaman biraz mekan dışı gözükecek.

Sonuç olarak gelenekselcileri en çok endişelendiren Londra’nın karakterini kaybetmesi.

“Planlamacıların başkentin ayırt edici tarihi özelliğini güçlendirmesini istiyoruz, yok etmesini değil.” diyor İngiliz Mirası Koruma Müdürü Bay Cossons. Bu yüzden, Londra’yı benzersiz yapan tarihi binaları, alanları ve manzaraları korumaya devam edeceğiz.”

Onu zor bir savaş bekliyor.
New York Times - Alan Riding
Çeviren: Gizem Candemir - Arkitera

 

Temmuz 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04
05 06 07 08 09 10 11
12 13 14 15 16 17 18
19 20 21 22 23 24 25
26 27 28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Yarışma

AMV Genç Mimar Ödülü 2004


Son başvuru tarihi:
30.07.2004

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz