'Güneşin
Doğduğu Yer'in kitabı
Bugün Avrupa'da da hangi müzeye giderseniz gidin, o müzeyi Anadolu aydınlatıyor.
Çünkü Avrupa kendi batısına baktığında, uçsuz bucaksız okyanusu gördü,
doğuya baktığında ise yaratıcılık ve akıl deryasının en zengin
hazinesiyle dopdolu Anadolu'yu izledi...
Henüz bir yıl geçmedi Doğubayazıt 'taki tarihsel buluşmanın üzerinden...
Türkiye'nin en doğu ucunda, ''Güneşin Anadolu'ya doğduğu'' yerde, bölgeden
ve ülkeden bilim insanları, uzmanlar, yerel ve merkezi yönetim temsilcileri
ile duyarlı yöre aydınları, 13-14 Eylül 2003 tarihlerinde unutulmaz 'Doğubayazıt
Sempozyumu' nu yaşamışlardı...
Doğubayazıt Kaymakamı Nurullah Çakır 'ın öncü çabaları ve ev
sahipliğiyle gerçekleşen sempozyuma ÇEKÜL Vakfı, Erzurum Atatürk Üniversitesi,
İstanbul Üniversitesi ve Van 100. Yıl Üniversitesi'nin Doğu Anadolu'ya gönül
vermiş temsilcileri eşsiz katkılarda bulunmuşlardı. İstanbul Üniversitesi'nde
oluşturduğu enstitüyle 30 yılı aşkın zamandır bölgenin tarihini araştıran
Prof. Dr. Oktay Belli de Türkiye'de ilk kez bir 'ilçede' gerçekleşen böylesi
bir bilimsel beraberliğin önde gelen emektarı olmuştu...
Geçenlerde, işte o güzelliğin yeniden anımsandığı alçakgönüllü
bir toplantı yapıldı. 8 Temmuz 2004 günü ÇEKÜL'ün İstanbul, Tarlabaşı'ndaki
binasında düzenlenen 'tanıtım' da, editörlüğünü yine Oktay Belli'nin üstlendiği
'Güneşin Doğduğu Yer; Doğubayazıt Sempozyumu' kitabının yayımlanması
kutlandı.
'Alçakgönüllü' diyorum; çünkü masalardaki kitabın muhteşemliği o
denli büyüleyiciydi ki, böylesi bir yayını kim yaparsa yapsın, basın
toplantısını en geniş katılımla ve en parlak törenlerle düzenler, mekân
olarak da tarihi bir Beyoğlu binasının 40 m2 lik holünü değil, belki de en
lüks otellerin saray yavrusu salonlarını seçerdi.
ÇEKÜL'de bir araya gelenler, kitabın basımına kaynak sağlayan Doğubayazıtlı
Selahattin Bayazıt 'ın içtenlikli katkılarına teşekkür ederlerken bu ilçenin
tarihsel derinliğine yakışır bir içerik ve düzenlemenin de yaratıcısı
olan Oktay Belli'ye ''İyi ki varsınız'' dediler.
'Sınır ötesi' sınır kenti
Yıllar önce İran 'a yaptığımız bir seyahat nedeniyle Doğubayazıt'taki
konaklamamızda, notlarıma ''sınır ötesi bir sınır kenti'' yazmıştım. Sınırın
ötelerini de kucaklayan, hem etkileri, hem de etkilenmeleriyle ''sınır tanımayan''
coğrafyalarla buluşan bir sınır kenti olmak, kolay değil...
Ağrı 'yı gururla seyreden bir İshakpaşa Sarayı , bir Bayazıt Kalesi ve
tarihin diğer armağanlarını bir bütün olarak görebilen gözler, Doğubayazıt'ın
herhangi bir uygarlık merkezi olmadığını, mayasındaki ''insan aklı ve
duygu dünyasının'' da binyıllarına damgasını vurduğunu fark ederler...
Örneğin, özellikle düşünce ve yaşamın buluşmasında, yine bu bölgenin
felsefe tarihinde çok önemli yeri olan Ahmed-i Hani 'yi anlatan bildiriyi
okuyun. Cizre'de yaşarken Memuzin adlı eserini yazdığı 1700'lerin Anadolu dünyasını
da anımsadığınızda, Hani'deki insan ayırmayan sevginin ve hümanizmanın
öylesi bir ''kandil ışığı çağında'' bile bu coğrafyadan Avrupa 'daki
aydınlanmaya doğru nasıl yayıldığını göreceksiniz...
Sempozyumda 'Güneşin Doğduğu Yer' tanımlaması da ne kadar heyecan
yaratmıştı?
Aslında, denebilir ki her yer, bir bakıma kendi batısındaki her yer için
güneşin doğduğu yerdi... Ama, eğer güneşin doğduğu bir yer, şafağın
söktüğü ufkun daha ötesinden gelen kültürleri ve uygarlıkları da taşıyan
bir 'tan yeri' gibiyse, işte orası 'her açıdan' güneşin doğduğu yer değil
miydi?
Dahası, bir de örneğin İran'dan baktığımız zaman, Doğubayazıt bu
kez de 'güneşin battığı' yerdi. Ama bu nasıl bir güneşin battığı yer
ki tarih boyunca 'güneşini' hiç yitirmemişti?
Çünkü Anadolu, hemen tüm Asya ve hatta Afrika coğrafyası açısından,
tarihin en büyük 'Batı uygarlığı' ... Denebilir ki, tüm Doğu dünyası için;
'güneşin batmadığı batı' da yaşıyoruz; ama farkında mıyız?...
'Kendilerini' göremeyen Batıcılar
Bütün bir uygarlıklar tarihi boyunca geçerli olan bu evrensel gerçek,
ne yazık ki son yüzyılın ardından tersine bir tavrın, tersine bir duruşun
doğmasını da önleyemedi.. .
Güneşin ufukta kaybolup gittiği yerde, örneğin tarihi 200 yılı geçmeyen
bir Amerika'da, 'çağdaş uygarlık' söylemiyle 'derinliksiz büyümeyi'
arayanlarımız var...
Bugün Avrupa'da da hangi müzeye giderseniz gidin, o müzeyi Anadolu aydınlatıyor.
Çünkü Avrupa kendi batısına baktığında, uçsuz bucaksız okyanusu gördü,
doğuya baktığında ise yaratıcılık ve akıl deryasının en zengin
hazinesiyle dopdolu Anadolu'yu izledi...
İşte bütün bunlar, Doğubayazıt Sempozyumu'nda da şu soruyu gündeme
getirmişti. Peki, biz bu eşsiz 'ayrıcalığımızı' neden önemsemedik? Dünya
'Anadolu hayranı' iken biz neden bu hazinemizin varlığını yeterince
kavrayabilmiş değiliz?
Evet... Tarih ve arkeoloji sempozyumlarını hep üniversitelerde yaptık.
Hep akademik toplantılarda tartıştık. Ama böyle bir gözden ırak, gönlü
tarih dolu bir kentte, hatta bir 'kasabada' , uygarlık ve sanat tarihinin beşiği
olan topraklarda, yine uygarlık ve sanat sempozyumları hemen hiç yapmadık.
Doğubayazıt kitabı, bu eksikliğimizi ilk kez 'gidermenin' tarihsel önderliğini
de belgeliyor. Okumakla yetinmemek, bilim tarihimizin müzesine de koyarak 'kuşaktan
kuşağa kutsamak' gerekiyor...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci |