Tarihin
gizemli öyküsü...
Sidon, Baalbek ve Anjar
Lübnan'ın Doğu Akdeniz'i boydan boya kuşatan kıyısında tarihin gizemli
öyküsü, sonu belirsiz bir anlatım gibi.. Sayda, eski adıyla Sidon, bir
liman kenti.. Kıyıdaki kalede, uygar Fenikelilerin izleriyle dile gelen geçmiş,
Haçlıların, Arapların, Osmanlı'nın öyküsüyle sürüyor. Bu topraklara
ayak basan tüm kavimler, ordular aynı yolu izlemişler...
Güneye doğru uzanan yolda ilerlerken doğuya, Nahr Ed-Damur tepelerine yönelirseniz,
1880 yılına dek Lübnan'a başkent olan Dar El-Kamar kentine ulaşırsınız.
1565'te yenilenen, Emir Fahrettin 'in kurduğu bu yerleşimden tüm Lübnan'a
bolluk dağıtılmış. Fahrettin, ipekçiliği burada geliştirerek, Sidon'u
(Sayda) büyük bir dışsatım limanı yapmış, halkını yoksulluktan, açlıktan
kurtarmış. 1860'da yaşanan kıtlık döneminin, ilkinden daha korkunç olduğu
söyleniyor. Çevre, bağlarla, sedir ve zeytin ağaçlarıyla örtülü. Kentte
eski ipek üretim evi, bir Osmanlı kervansarayı, Memlük mimari özelliklerini
taşıyan cami, onarılmakta olan bir Katolik kilisesi göze çarpıyor. Fransız
kitaplığı da bu eski yapıların çatısı altında.
Görkemli yapılar
Tepeleri aşarken içinden geçtiğimiz Dürzi köylerinde yaşlı kadınlar,
küçük başörtülerinin bir ucunu dişlerinin arasına almışlardı. Bunun
nedeni, inançlarının gizlerini yabancılara anlatmaktan sakınmalarıymış.
Dürziler tek eşli. Yeniden doğuşa inanıyorlar. Memlük soyundan gelen bu
topluluk, Mısır'dan bu kıyılara göç etmiş. Bir Dürzi molla 60. yaşına
dek 24 temel kitabı hatmederek olgunluğa eriyor. Tapınmaları gizli. İncil,
Kuran ve Budizmden yeni bir inanç yaratmışlar. Beyrut'ta bir taksi sürücüsüne,
Müslüman mı Hıristiyan mı olduğunu sorduğumda, anlamlı bir gülümsemeyle
''İkisinin arasındayım..'' demişti..
Beyrut'a 85 km. uzaklıkta, Bekaa vadisinin kuzeyinde, Romalıların kutsal
kenti Baalbek, dev sütunlarının üstünde, tüm görkemiyle ayakta...
Roma kartalının egemenliği altındaki Suriye'den, Kudüs'e uzanan
kolonilerinin sınırları içine aldığı kente, Sezar çok sevdiği kızı
Julia 'nın adını vermiş. MÖ 66'da basılan sikkelerde, ''Colonia Julia
Augusta Felix Heliopolitana'' yazar. Romalılar bu tarihten sonra, koloniyi önemsemişler.
Bu bölgede geçerli olan Asya'ya, Ortadoğu'ya dair tüm töreleri, dinsel
gelenekleri dışlamadan dev tapınakların yapımına başlamışlar.
Jupiter'e, Baküs'e, Venüs'e adanan üç tapınak bütün boyutlarıyla eskisi
gibi gözler önünde. Romalıların güttükleri politika, ele geçirilen bölgede
yaşayan toplumlara uyum sağlamayı temel ilke edinmiş. Bu nedenle, Julia
kolonisi, kısa zamanda Jupiter'le özdeşleşen, bu bölgenin yerlisi, Güneş
Tanrısı Baal'in adını almış. 'Tanrıların Cennet Kenti' ya da 'Baal'in
kenti' anlamını taşıyan Baalbek, birçok tapınak gibi, Fenike tapınaklarının
taşları da kullanılarak eski kutsal yapıların üstüne yapılmış.
Kiliselerin yapımında da Roma tapınaklarının taşlarından yararlanıldığı
görünen bir gerçek. Beyrut müzesinin dışında, Baalbek'te de Byblos'ta da
bu konuda panolarla kesitleri gösteren, çok iyi düzenlenmiş müzeler var.
Anjar, Beyrut'un güneydoğusunda, Anti-Lübnan dağlarının eteklerinde, MS
800 yılına dek yaşamış, daha yeni bir kent. Bizans yapı yöntemleri, pişmiş
toprak katmanlarla göze çarpıyor. Daha yükseklerde yılın 8 ayında kayak
yapılabilen turistik yerler var.
Lübnan'ın Doğu Akdeniz'i boydan boya kuşatan kıyısında tarihin gizemli
öyküsü, sonu belirsiz bir anlatım gibi.. Sayda, eski adıyla Sidon, bir
liman kenti.. Kıyıdaki kalede, uygar Fenikelilerin izleriyle dile gelen geçmiş,
Haçlıların, Arapların, Osmanlının öyküsüyle sürüyor. Bu topraklara
ayak basan tüm kavimler, ordular aynı yolu izlemişler. Fenikeliler, Romalılar,
Emeviler, Haçlılar, Osmanlılar; Akdeniz kıyısında kuzeyden güneye,
Tripoli'de, Byblos'ta, Beyrut çevresinde, El Damur'da, Sidon'da, Sur'da, önce
konaklama yerleri yapmışlar, daha sonra ulaşımı güvenceye alan savunma
noktalarını yerleşime dönüştürerek korumuşlar.
Kervan yolları, limanlar, tecimsel mal akışına, hacıların geçişlerine
hep açık tutulmuş. Bu nedenle uygarlıkların kalıntıları yan yana, üst
üste, bir arada... Byblos'ta geçmişin derinliklerine de iniliyor..
Tarih öncesinden, demir ve bronz çağına bağlanan kalıntılarla, tahıl
ambarlarıyla; Fenike limanıyla; Roma, Bizans, Arap, Memlük, Osmanlı yapılarıyla,
o görkemli canlılığı yeniden ayağa kaldırıyor.
Kültürler arasındaki etkileşimin coşkusunu izlemek; insanlığın yazınsal
anlatımı mitolojiden yola çıkarak daha da düşsel boyutlara taşıdığı
Eski-Yeni Ahit'in satırları arasında bilinmeyen yakınlıkları yakalamak, bu
coğrafyanın da, Anadolu gibi destanını noktalaması olanaksız, benzeri
olmayan bir ülke olduğunu, ta yüreklerde duyumsatıyor.
'Tarihin sonu'
Amerika'nın yeryüzü egemenliği tutkusu, demokrasinin yeniden keşfi gibi
boşuna bir uğraş.. Ya da bugünün imparatorlarının, teknolojik üstünlükleriyle
tarihin kanlı sayfalarına yenilerini eklerlerken sığınmak zorunda kaldıkları
kirli bir yalan.. ''Tarihin Sonu'' başlıklı senaryoları uyarınca, yangını
Ortadoğu'dan başlatıp Asya'nın kapılarına, Kuzey Afrika'ya taşıyanların,
zaman boyutu içinde yitip unutulmaları kaçınılmaz.
Çünkü arkalarında düzeyi düşürülmüş demokrasi düşüncesinden;
seyreltilmiş radyoaktif katkılı bombalarının artıklarından, işkence görüntülerinden,
acıdan başka bir şey bırakmıyorlar...
Cumhuriyet |