Kalbim
Ege'de kaldı...
Geçenlerde, Ahmet Piriştina 'nın ardından ilk kez İzmir' deydik...
Bir kent, sevdiğini yitirmiş olmanın hüznünü, ancak bu kadar derin ve
sessiz yaşayabilir...
Bir kent, kendisine sevdalanmış bir insanı sonsuzluğa uğurladıktan
sonra, ona ancak bu kadar saygılı ve bağlı olabilir...
Eskiler, bu kente ''Gâvur İzmir'' demişler...
Ne demek istemişlerse, eminim ki ''sevdiklerinden'' demişlerdir.
Çünkü Ege' de, çok sevilenlere nazar değmesin diye ''tersi'' sözler söylenir.
Vaktiyle bir valinin işgüzarlıkla ''Şirince'' diye değiştirdiği o güzel
köyün adının aslında ''Çirkince'' olması gibi...
Annelerin, bebeklerini bile severken; ''pek de çirkinmiş...'' diyerek
burunlarını sıktıkları gibi...
Gâvur İzmir'de ilk gecemizi Kordon' da yaşadık... Hem de Piriştina'yla
''başka ne yapılabilir İzmir için'' diye başlayan sayısız konuşmalarımızın
tanığı Deniz Restoran' da...
Masalarda sanki herkes onu anıyor. Ne o coşkulu konuşmalar şen kahkalarla
dolu ne de kadehler paldır küldür havada...
İnceden bir fısıldaşma, göz göze muhabbetler, özenli yudumlamalar...
Başkan sanki herkesin yanı başında, belki de karşılarında, her
yerde...
Gençler, fularlı çapkınlar, kenti arkadaş yapanlar yine Kordon'da...
Ama, herkes sanki onunla...
Satıcılar, hele ki o sigaracılar ve midyeciler, ''geldim'' diye de bağırmıyorlar,
sadece herkesin gözlerine bakıyorlar, ''buradayız'' diye...
Sevgililer bile birbirlerine sarılırken başlarını sanki bir ''teselli''
duygusuyla yaslıyorlar omuzlarına... Hem birbirlerini seviyorlar hem de başkanlarını...
Karşıyaka'nın ışıkları yine parlak, yine ''ben başkayım'' dercesine
Körfez'e yayılıyorlar ve yine o hiç kızılamayan ''bencil'' liğin şavkını
vuruyorlar...
Ama, belli ki orada da insanlar suskun ve saygılı... Hem gecenin içindeler
hem de içlerinde hiç unutamayacakları Piriştinalı geceleri...
Bir kent, başka nasıl ''insansı'' olabilir; bir kent başka nasıl
''duygulu'' olabilir?...
Ertesi gün, eski itfaiye binasında yaratılan İzmir Kent Arşivi ve Müzesi'ne
uğradık. Büyükşehir Belediye Meclisi kararıyla, adı artık ''Ahmet Piriştina
Kent Arşivi ve Müzesi'' ...
Aynı adla ormanlar yaratılıyor, bahçeler kuruluyor...
İster kamu binası olsun, ister özel... İster apartman olsun, ister mağaza
ya da banka... Hemen tümünde Piriştina'nın resmi ve ''kalbimizdesin'' ...
Caddeler yine kalabalık ama gürültüsüz. O çılgın İzmir şoförlerinin
''bıçkın kornalarına'' ne oldu?... Elinden gelse, ambulans bile siren çalmadan
geçecek. Müzik mağazaları, belki de ilk kez dışarıya çalmadan satış
yapıyorlar. Acaba, en çok hangi parçaları satıyorlar?..
Sorunun yanıtını ''başkanlıkta'' dinledik...
Büyükşehir Belediyesi çalışanları, başkanları için bir ''anı albümü''
hazırlıyorlar. Piriştina'nın hiç yayımlanmamış resimlerinden kurgulanmış
bir CD...
Fonda Sezen Aksu söylüyor;
''Yareme tuz diye yakamoz bastım, / tek şahidim aydı...''
Başkanlığı devralan Aziz Kocaoğlu ile konuşuyoruz. Ne kadar kibar, düşünceli
ve bir o kadar da ''sorumluluk'' yüklü...
''Hem İzmir'e hem de Piriştina'nın anılarına hizmet etmek...''
Aziz Başkan, dünyada belki de başka hiçbir belediye başkanının yaşamadığı
böylesi kutsal bir yükümlülüğü o denli içten bir bağlılıkla üstlenmiş
ki...
Özel kalemdeki bilgisayarda, Sezen, devam ediyor;
''Aman efendim, ayrılık ölümden beter, / canım efendim, yeter bu
hasretlik yeter...''
İzmir, kim bilir kaç yüzyıl bu şarkıyı söyleyecek...
Belki de binyılların tarihinde; ''Piriştinalı yılların'' ezgisine dönüşecek...
Ve, Asansör' deyiz...
Sanki başkanın vasiyetiydi, Asansör'deki birlikteliğimiz...
Körfez'e doğru dalıp giderek yemek yerken de aynı şarkı kentin yüreğinden
bize sesleniyor:
''Bir elimde defne, bir elimde sevda;
kalbim Ege'de kaldı...''
Sessizce ayrıldık İzmir'den...
Bir kent , başka nasıl bu kadar ''sevgili'' olabilir ki...
Cumhuriyet - Oktay
Ekinci |