reklam

21 Temmuz 2004 Çarşamba
Ana Sayfa > Haberler

Mardin’de zaman

Mardin şüphesiz çok gizemli bir şehir. Yüzünü Mezopotamya’nın uçsuz bucaksız ovasına çevirmiş taş evler, araçların giremediği gizemli tünellerden oluşan ve sonu hiç gelmeyecekmiş gibi uzayıp giden daracık sokaklar her an yeni bir sürprizle karşılar sizi. Özellikle de dışarıdan gelenleri…

Sırtımı uçsuz bucaksız ovaya dönüp bu şehrin iki yüz yıl öncesini hayal ediyorum. Henüz elektriğin icat edilmediği, gecekonduların keşfedilmediği, yüzyıllarca öncesinin estetik kaygılarının yerle bir edilmediği dönemleri. Ne çimento var ne de müteahhitlik garabetleri. Teknoloji armağanı uydu antenleri de reklam panoları da gözükmüyor ortalıkta. Şehri, estetik kaygıya sahip imarların ve ustaların elinden çıktığı haliyle tasavvur ettim, gözlerimi kapatarak...

O dönemde bu şehri görmeyi ve sokak sokak fotoğraflamayı ne kadar çok isterdim. Hele hele, korna çalarak geçen otomobillerin olmadığı caddelerini; insana inanılmaz derecede dinginlik veren taşlı yollarını; Mezopotamya ovasını tepeden seyreden ibadethanelerini… Elbette, taşlı merdivenlerden ağır ağır çıkan tevekkül sahibi insanlarını da binlerce fotoğraf karesine konuk etmek isterdim.

Gerçi Mardin hâlâ çok etkileyici ve medeniyet tarihimiz için hâlâ çok önemli. Ama bir şehir olarak, estetik olarak çok hırpalanmış. Elektrik telleri ve direkleri hoyratça kirletmiş bütün bir şehri. Ya yüzyıllarca öncesindeki estetikle uzaktan yakından ilgisi olmayan gecekondulara ne demeli. Denecekse en çok da yıllarca bu cinayete sessiz kalan yetkililere demeli.

Birbirinden uzak yerler olmasına rağmen Mardin ile ilgili düşündüklerimi Beypazarı’nda da düşündüm. Bu şehre elimde fotoğraf makinesiyle 200 yıl önce gelmek isterdim, dedim. Elektrik direklerinin ve tellerinin olmadığı, eski şehre yeni binaların yapılmadığı bir zamanda satır satır dolaşmak isterdim bu şehri.

Beypazarı da hâlâ etkileyici bir yer, bu kadar çok konağı bir arada görmek hakikaten insanı çok etkiliyor. Ne kadar zengin bir sofrası var ve Beypazarı halkı ne kadar cömert ve sıcak.

11 gün boyunca Beypazarı’ndan, Tuz Gölü’ne, Mardin’den Aksaray Urfa’ya kadar Türkiye’nin birçok yerini gezdik ve gittiğim her yerde bunları düşündüm. Anadolu’da binlerce yıllık bir birikimin üstünde yaşıyoruz. Pek çok şehrimizin kuruluş tarihi birkaç bin yıl öncesine dayanıyor. Ama hangi şehrimiz bir Heidelberg, bir Floransa ya da Roma kadar korunmuş. Hangi korunan şehrimiz Venedik gibi bir marka olmuş. Ya da hangi şehrimiz Londra gibi geçmişleriyle uyumlu gelişme göstermiş. Batı’nın hangi şehri Mardin kadar birbirinden farklı etnik ve dini kimliklerin yaşamasına müsaade etmiş. Ama bunu dünyada kim biliyor? Kısacası Anadolu’da üretilmiş onca değer var. Ama çok azı marka haline gelip dünyaya mal edilmiş durumda.

Dünya turizmi yüzünü mistik dünyaya çeviriyor. Özellikle Amerika ve Avrupa toplumlarında mistisizme duyulan yoğun ilgi turizme de yansıyor. Türkiye’de de deniz kenarında saatlerce kalıp gece de çılgınca eğlenmeyi fazla yoz bulan kesimler de yüzünü keşfetmeye çeviriyor.

Bu konuda Anadolu’nun dünyaya söyleyeceği o kadar çok şey var ki.
Zaman - Mehmet Kamış

 

Temmuz 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04
05 06 07 08 09 10 11
12 13 14 15 16 17 18
19 20 21 22 23 24 25
26 27 28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Mimarlık ve tasarım dünyası ile ilgili genel tartışma konuları Mimarlık forumunda

Arkitera.com/forum

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz