Simgesel Binalar Şehirlerin Görüntüsünü Bozuyor mu?
Onlar küstah, karmaşık ve farkedilmemeleri imkansız. Peki “bu simgesel
binalar şehirlerimizin görüntüsünü bozuyor mu?” diye soruyor The Guardian’dan
Graham Morrison.
Mimarlığın her zaman ikonları oldu. Binalar yüzyıllar boyunca kiliselerin ve
tapınakların formlarını aldılar. Yaşadığımız çağda da hala tanıdık ve güven
veren referans noktalarına ihtiyacımız var – ama bu ihtiyacı karşılama
acelesinde, tasarımcılar simgesel uygulamaları yaptıkları her binaya ekliyorlar.
Şiirsel sihirden esinlenen bu yeni tasarımların spiral, koza, bulut, girdap gibi
isimleri var. Aslında bu binalar nedensizce karmaşık şekillere çevrilmiş sıradan
binalar. Asıl amaçları dikkatimizi çekmek.

Sidney Opera Binası |

Pompidou Merkezi
|
Gerçekten mimari ikon olan bina,
yanlış anlaşılmayan, genellikle kışkırtıcı ve amacının da ötesinde kültürel
işaretler taşıyan binadır. Bariz simgesel binalara örnek: Sidney Opera Binası,
Pompidou Merkezi, hatta yeni İskoç Parlamento Binası. Bu modern ikonların hepsi
başta yadırganmıştı ama şimdi kendiliğinden işlevlerini ve kamusal önemlerini
yansıtıyorlar. Yapıldıkları zamanın ruhunu taşıyorlar ve anılmaya değerler.
Ama simgesel olmaya özenip de ikon olmayı hak etmeyen binalar da var. Bu
bağlamda Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’nin önemli bir etkisi oldu. Kamunun
ilgisi açık olsa da ben bu binanın çok iyi bir mimarlık işi olduğuna ikna
olamadım. Yapı, alışılmamış şekli ve yüzeyinin popülerliğinden dolayı önemli
görülüyor. Bu tarz yapıları kültürel enstitüler olarak tanımlamaya alıştıktan
sonra bu soyut formül daha sıradan yapılara da uygulanabilecek mi acaba? Bir
hastane ya da belki bir okula?

Bilbao Guggenheim Müzesi Bilbao ile birlikte “şöhretli mimarlık” tüm
maskeleriyle geri geldi. Bir çok taklitçinin bu modayı takip edeceği kesindi
zaten ama Guggenheim’ın bu seçimi kamuoyunun “flaş mimarlık”a olan iştahına da
denk geldi. Sonrasında gelen basının ilgisi de “bitirilmiş” imajlar için bir
talep yarattı. Bu durum eskiden kamunun kabullenmesinin zor olacağı, bitmemiş
fikirleri sunmak için mimarları cesaretlendirdi. Rekabetin artması ile her
imaj bir öncekini gölgede bırakacak kadar sıradışı ve şok edici olmak zorunda
kaldı. Artık her yeni tasarım anlık olarak unutulmaz ve simgesel olmalı. Bu
durumun etkilerini görmek için Thames Nehri boyunca Southwark’tan Wandsworth’a
doğru yürümeniz yeterli. Benim ‘Costa del Icon’ (ikon sahili) dediğim bu yerde,
dikkatimizi çekmek için uğraşan, birbirleriyle ilişkisi olmayan bir dizi ikinci
sınıf yapı görüyorsunuz. Bilgisayarda ustaca yaratılmış, dikkatle
ışıklandırılmış modeller, baştan çıkarıcı planlar yaratsa da, bu planlar beton
gerçekliğe dönüşünce sonuç genellikle bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Üstelik
bu yapılar çoğaldıkça etkileri daha da azalıyor. Kaç tane ‘landmark’a ihtiyacı
var bu şehrin? Belki de “hayalperest” mimarlara daha fazla para ve alkış
vermeden önce bir kaç basit soru sormalıyız: İşlevsel binaları simgesel binalara
çevirmenin değeri nedir? Binanın stili, varoluş sebebinin önüne mi geçiyor? Ve
ikon çevresine ne gibi bir katkıda bulunuyor? Çok fazla simgesel bina ile
şehrin dokusu bozuluyor, çok az simgesel bina ile şehir çok boş kalıyor. Sıradan
sokakların ve değişik olmayan binaların gücü ikonun özel olmasına izin veriyor.
Bu yüzden şehre bir bütün olarak bakmamız gerekiyor.
Bilbao örneğinde tek bir binanın şehrin algılanışını ve ekonomisini nasıl
değiştirdiği görülünce tüm silik kentler veya enstitüler mimari biçimlerini
değiştirmekten medet ummaya başladılar. Oysa yeni, zeki bir bina da bunun zıttı
bir etki yaparak çırpınan bölgeleri ortaya çıkarabilir.

Londra Metropolitan Üniversitesi Öğrenci
Merkezi |
Londra Metropolitan Üniversitesi’nde Daniel
Libeskind, Halloway Yolu’nda sihrini uygulamayı denedi. Yeni mezunlar
merkezi Orion –tipik bir isim-, gri metalden 3 çanağın birleşmesinden
oluşuyor, yine kendi projesi Victoria ve Albert Müzesi Spiral ekinin
planlarında görülen karışık düşüncelerin biraz geliştirilmiş hali. |
Libeskind’in websayfasındaki özenle hazırlanmış konsept açıklamalarının
dışında bu tasarım kültürel bir placebo [yalancı ilaç]
olmanın biraz daha fazlası sadece. Üniversite yönetiminin bu seçimi yarardan çok
zarar getirecek bir çılgınlık olmuş. Bu arada ofis binası zamanımızın gerçek bukalemunu haline geldi. Mies’in
idealinden, postmodern saraya, yüksek teknoloji ürünü bir makinaya, organik
formlara ve şimdi de sanat giydirilen baloncuklara (Will Aslop’un Liverpool’daki
“Bulut”u gibi) dönüşerek gelişen bir mutasyona şahit olduk. Gariptir ki, verimli
olmayan binalar için bu kozmetik değişimler çok nadir olarak piyasa –veya
müşteri- tarafından talep ediliyor. Çoğu zaman basitçe planlama onayını alma
amaçlı olarak ortaya çıkıyor. Bunu Londra Köprüsü’nde planlama müfettişinin
Renzo Piano’nun cam çanaklarını sanatsal bir başarı olarak selamlamasında
görüyoruz. Tahmin edildiği gibi şimdi bu tutum Waterloo’daki Elisabeth Evi
önerisinde de devam ediyor. Bu baskın, fil gibi hantal proje tamamen camdan
yapılmış ve ışığı çok çeşitli güzel şekillerde yansıtması amaçlanmış. Kocaman
olduğu doğru, ancak güzel olduğu doğru değil. Aralarında bir sanatçının da
olduğu, yenmesi zor tasarım ekibi ise, bizi bu objenin kültürel bir meziyet
olduğuna ikna etmeye çalışıyor.

London Eye |
Peki gerçekten doğruyu yakalayan simgesel
tasarımlar neler? Dört tanesi kendilerinden bahsedilmeyi ve kutlanmayı
hakediyor. Will Aslop’un Goldsmith Koleji için yaptığı planlar, New
Cross’un şehir dokusuna da çok iyi uyuyor. Richard Rogers’ın Londra
şehrinde Leadenhall Sokak’ta önerdiği kule, Swiss Re’den daha yüksek
olsa da ince düşey bir kamaya dönüşerek St. Paul Katedrali’ne uyum
sağlıyor. London Eye, dümdüz sarp yüzeyi ve yöneliminin
kalitesiyle şehre hoş bir katkı sağlıyor.
Herzog ve de Meuron’un yeni ödül kazanan
tasarımları Jerez’deki yeni kültür merkezi de rakiplerinin karışık ve
burkulmuş geometrilerine meydan okuyarak öne çıkıyor. |
Tüm bu
projeler, hem görsel olarak etkili, hem işlevsel, çevresiyle uyumlu ve mimari
bütünlük içinde olan binalar yaratmanın da mümkün olduğunu kanıtlıyor. Bunlar
gerçek ikonlar.
Guardian - Graham Morrison
Çeviren: Gizem Candemir - Arkitera |