'Arada Kent'
Balıkesir...
Belediyeler ve valilikler, kentleri ve illeri tanıtan yayınlarda yarış
halindeler... Yıllar öncenin resmi görünümlü ''kaynak'' kitapları olan
''il yıllıklarının'' yerini çok renkli broşürler, kalın ve lüks baskılı
''armağan'' kitaplar aldı.
Başta tarih, kültür ve doğa değerleri olmak üzere, hemen her yöremizin
tüm güzellikleri, bol fotoğraflı ve özenle hazırlanmış yayınlarla
''turizm'' dünyasına sunuluyor. Ne var ki bu kitapların çoğunda her şey
varsa da ''insan'' yok... Bir de oradaki ''yaşam'' ...
Tarihi binalar adeta ''vesikalık'' gibi fotoğraflar ve kuru alt yazılarla
ilk sayfalarda... Hemen tümü de ''anıtsal'' olanlar; camiler,
kervansaraylar... Sivil mimari ise sadece restore edilmiş bazı ''müze evler''
ile en görkemli birkaç konaktan ibaret..
Doğal güzellikler bile ''ruhsuz tablolar'' gibiler. Orada ne yapılır; nasıl
yaşanır; nasıl keyif alınır; kentli nasıl kullanır?... Yok...
'Kenti' sahiplenebilmek...
Geçen hafta (16 Temmuz 2004) Balıkesir 'deki panelden önce, işte bu resmi
geleneğin doruktaki örneklerinden biri olan ''Valilik Kitapçığı'' nı
incelemiştim.
Mimarlar Odası Balıkesir Şubesi , odanın merkez yönetim kurulu toplantısına
ev sahipliği yapmanın anısına düzenlediği panel için ''Arada Kentler''
temasını seçmişti. Şube Başkanı Cengiz Dikici de paneli yönetirken,
neden bunu yeğledikleri konusunda hiçbir ipucu vermemiş, böylesi anlamlı
bir temanın değerlendirilmesi için panelistleri yönlendirmek istememişti...
İlk konuşmacı Prof. Dr. Gürhan Tümer başkanın suskunluğunu bozarak özetle
dedi ki: ''Anlaşılan Balıkesir'in arada kent gibi olmasından ötürü yaşananları
tartışmamız isteniyor. Ne var ki bana kalırsa bunun bir olumsuzluk değil,
sadece bir durum olduğunu kabul ederek kenti konuşmak daha doğru değil
mi?..''
Yıllarını kent sosyolojisine adayan Prof. Dr. H. Ünal Nalbantoğlu da Balıkesir'in
yerleşme tarihine değinerek ''öteden beri zaten hep arada olduğunu''
vurguladıktan sonra; ''önemli olanın kentte yaşamı kurgulamak ve zenginleştirmek
olduğunu...'' belirtti... ''Birlikte yaşamak, üretmek, kararlara katılmak ve
kenti sahiplenmek için arada kalmak, kenarda durmak ya da başta yer almak gibi
durumların hiçbir engeli veya katkısı yok... Bu bir kent kültürüdür ve
kent nerede olursa olsun, kentlinin yaşama bakışı bu olmalıdır...'' diyen
Nalbantoğlu, örnekleri vermeyi ise bana bırakmıştı...
Valiliğin 'Balıkesir'i
Valiliğin 57 sayfalık ''Balıkesir'' kitapçığında bu kentle ilgili sadece
''üç sayfa'' var. Biri ''Saat Kulesi'' ile tarihi ''Şadırvan'' ın fotoğrafıyla
kaplı. İkincisinde ''Değirmenboğazı'' mesiresini ve o gün bahçesinde
paneli yaptığımız ''Kuvayi Milliye Müzesi'' binasının fotoğrafları.
Sonuncusunda da yine tam sayfa ''Zağnos Paşa Camisi'' ... Kalan tüm sayfalar
ise Marmara ve Ege kıyılarındaki bu ile bağlı turistik yerleşmeler...
Yani, mimarların ''arada'' dedikleri Balıkesir kenti, bu yayında ''başta''
ama aslında gerçekten ''arada kalmış'' çasına ezik, sıkışmış ve
kaybolmuş. Panelin temasının belirlenmesinde de eminim ki işte bu
''tutumun'' yarattığı diğer benzer davranışlar etkili olmuş...
Acaba bu kitapçıkta, örneğin Kuvayi Milliye Müzesi binasının aslında
''eski belediye binası'' olduğu neden yazmaz? Böylece, o güzellikte ve görkemde
bir belediyesi olan kentin, arada bile kalsa, her yönüyle bir ''kent'' olduğu
neden yeniden anımsatılmaz?
Ya da Balıkesir'deki herkesin gün boyunca ve hatta geceleri bile ''kentle
birlikte yaşamalarına'' kucak açan bir ''Milli Kuvvetler Caddesi'' de aynı
kitapta neden yer almaz?.. Hem de öyle sıradan bir fotoğrafla değil, aynı
caddedeki cıvıl cıvıl yaşamı, piyasa yapan gençleri, salınarak gezinen
kadınları, oradan geçmeye bahane arayan herkesi ''o halleriyle'' gösteren ve
''o hali'' anlatan bir içerikte yansıtılsaydı, Balıkesir için ''arada kalmış''
diye bir tanım akla gelir miydi?
Benzer şekilde Değirmenboğazı'nın da sadece bir ''göl kenarı orman
gazinosu'' değil, bu kentte en iyi içilen, en güzel söyleşilerin yapıldığı
ve en keyifli anların yaşandığı bir doğa armağanı olduğundan söz
edilseydi, Balıkesir için bu değerlerin sadece ''kıyı ilçelerine'' özgü
olmadığı da anlaşılırdı...
Cengiz Dikici'nin mimar konuklarına özellikle gösterdiği, kendine özgü
kimliği ve sosyal renkleriyle bir Aygören Mahallesi 'nin, ya da o nesli tükenmekte
olan ''manda'' ların sütünden yapılmış nefis kaymakların, Mihaliç
peynirlerinin, sadece bu bölgeye has lezzetiyle Yanturalı sucuklarının ve
Susurluk çayı kenarındaki bostanlardan fışkıran sebzelerin satıldığı
pazarların, çarşıların da ''işte Balıkesir'' denerek aynı kitapçıkta
yer aldığını düşünün... Hangi ''kenarda'' kalmış kentin böylesi bir
yaşam zenginliği olabilir ki?
Nitekim, o gün öğle yemeğinde de Basri Otel anlamlı bir sofra kurdu. Balıkesir'in
doyumsuz ''düğün çorbası'' ile hani o türküsü bile olan ''tirit'' adlı
et yemeğini tatmamızı sağladı... Böylesi derinlikli ve özenli bir yemek kültürü
bile bu kentin ''arada'' değil, tarih boyunca ''orada'' olduğunun kanıtıydı...
O halde yapılması gereken, Balıkesir'i ''Balıkesir'' kılan tüm değerlere
yeniden sahip çıkmak ve bu değerlerin kent kimliği ile gelecek güvencesi açısından
ne denli ''yaşamsal'' olduğunu gören bir anlayışı öne çıkarmaktı...
Paneli izleyenlerden bir Balıkesirli; ''Biliyor musunuz, buraya 30 yıl öncesine
kadar THY'nin tarifeli uçak seferleri bile vardı...'' dediğinde dayanamadım
ve sordum:
Balıkesir'i ''uğranan'' değil, kenarından hızla ve durulmadan ''geçilen''
bir kent haline getiren ve yapılaşmayı da ovaya doğru çekerek tarım
alanlarını tahrip eden ''çevre yoluna'' zamanında neden karşı çıkılmamıştı?...
Dahası, aynı ovanın kalan yerlerini de betonlaştıracak imar planları
Mimarlar Odası'nca açılan dava sonucunda iptal edilmesine rağmen, belediye
meclisince ''yeniden ve aynen'' onaylanmasına hâlâ neden tepki gösterilmiyordu?..
Balıkesirliler, kendi güzelliklerini unuttukları ve gelişmeyi, para
kazanmayı sadece ''imar rantına'' bağladıkları sürece, o ''asude'' yaşamın
yerini alan kargaşanın da ''arada'' kalmaktan değil, ''belleksiz'' kalmaktan
kaynaklandığını göremeyecekler...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci |