reklam

27 Temmuz 2004 Salı
Ana Sayfa > Haberler

Fransızlaştırma

Beyoğlu'nun gözden ırak bir köşesini restore ettiler, şık denebilir lokaller açtılar, bir canlılık getirdiler. Bu restorasyon ve 'yeniden canlandırma' işlerinde her zaman kaçınılmaz bir yapaylık payı bulunur.

İşlemin kendinde olan bir durum bu.

Eski bir zamanın, öyle kendi başına duran bir parçasını, eskiye benzeterek, ama şimdiki zamanın ihtiyaçlarına göre elden geçiriyorsunuz.

Ben daha gidip görmedim, restorasyon işleri tamamlanmış ve 'halka açılmış' halini. Basından olayı izlerken, başka birçoklarımızın da kafasını kurcaladığını tahmin ettiğim bu adlandırma hikâyesine takıldım: yani, Cezayir Sokağı'nın Fransız Sokağı'na dönüşmesi hikâyesine.

Bu galiba resmen böyle olmamış, ama herkesin ağzında 'Fransız' lakırdısı.

Fransa, Cezayir'i 1830'da Osmanlı devletinden koparıp almıştı. O tarihte Osmanlı'nın bu kadar uzaklarda 'veririm, vermem' mücadelesini üstlenecek hali yoktu. Henüz milliyetçi bir intelligentsia yetişmediği için, Trablus'taki benzer olayın yaklaşık yüzyıl sonra yarattığı tepkisel heyecanı da yaratmadı. Unutup gittik.

O kadar unutup gittik ki savaş sonrasında Fransız sömürge yönetimine karşı ayaklanan Cezayir halkına da aldırış etmedik. Uluslararası platformlarda, bağımsızlık için direnen Cezayir'i değil, sömürge yönetimini dayatan Fransa'yı destekledik.

Bu zamana kadar da, gerek Üçüncü Dünya'da, gerek yeni yeni kıpırdanan Arap-İslam yenilikçilik hareketi içinde, prestijimiz pek yukarılarda değildi. Ama Cezayir dolayımında Türkiye'nin diplomatik tutumları o prestiji bayağı aşağılara indirdi.

Bunları, Cumhuriyet diplomasisinin (ve tabii devlet politikalarının) 'sabıka'ları olarak kabul edebilirsiniz. 'Devlet' falan... Ama şimdi, adı bir münasebetle 'Cezayir Sokağı' olmuş bir yeri 'Fransız Sokağı'na çeviren, anladığım kadar, resmi bir merci değil, halkımız ve medyamız.

Bu dönüşümde simgesel bir koku alıyorum. Hani, şu bizim Batılılaşma serüvenimiz gibi bir şey: cezayirleri fransızlaştır!

Türkiye'de antiemperyalist bir söylem her zaman varolmuştur. Bazen daha geri plandadır, bazen çok ön planda, ama hep oradadır. 60'larda, 70'lerde bu söylemin rengini daha çok o dönemin solu veriyordu; 80'lerden bu yana gitgide faşizan bir renge bürünüyor.

Bütün bu hegemonyaya rağmen, Türklerin düşüncesinde gerçek bir antiemperyalist çizgi bulunduğunu düşünmüyorum. 'Niye?' derseniz, bunun ilk nedeni, kendini 'emperyal' bir kılıkta hayal etmekten hiçbir zaman vazgeçmemiş bir toplumun (ya da o toplumun seçkinleri), otantik bir 'antiemperyalist' duyarlılığa sahip olmasının ciddi güçlüğüdür.

Kendi 'imparatorluğu'nun şu ya da bu şekilde elinden gitmiş olmasını halen de sindirememiştir.

Bu koşullarda, emperyalist sistemin zulmünü çekmiş halklarla sahici bir özdeşlik kuramamakta, onlara herhangi bir 'empati' ile bakamamaktadır.

'İmparatorluk' hayalini elden bırakmıyorsan, bir halkın 'emperyal zulüm' altında tutulmasını da fazla söz konusu etmeyeceksin.

Böyle olunca, 'antiemperyalizm', 'Kurtuluş Savaşı', 'mazlum milletlere örnek olma' edebiyatı, sahiden de 'edebiyat' ve 'retorik' olarak kalıyor. Bu 'antiemperyalizm' filan değil, düpedüz 'yabancı düşmanlığı'dır ve aynı zamanda 'haset'tir. 'Niye ben değil de o?' diye antiemperyalizm yapılmaz.
Radikal - Murat Belge

 

Temmuz 2004 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04
05 06 07 08 09 10 11
12 13 14 15 16 17 18
19 20 21 22 23 24 25
26 27 28 29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Koruma, restorasyon, sanat tarihi ve arkeoloji sorunlarını, düşüncelerinizi Koruma ve Restorasyon forumuna yazabilirsiniz. 

Arkitera.com/forum

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz