Türkler ve Binalar...
Milletlerin estetik zevkleri olur mu? Daha doğrusu milletlere ait özel
estetik tercihler var mıdır? Bunu bilemem, ancak şunu biliyorum, biz Türkler
şehircilik alanında ve mimarideki zevksizliğimizle ünlüyüz. Bunun
yoksullukla ne kadar ilgisi var, onu da bilemiyorum. Geçen haftalarda
Kastamonu'nun Küre Dağları'nı gezmiştik. Bundan 100 yıl ya da 50 yıl önce
yapılmış binaların bugün yapılanlardan çok daha estetik olduğunu gördük.
Karadenizliler, ülkemizin inşaat sektörünün en etkin temsilcileri olarak
bilinirler. Ancak bu etkinlik, ne kadar olumlu bir sonuç veriyor, işte orası
çok tartışmalı. Rize, doğal güzellik olarak dünyanın en güzel
kentlerinden birisi, ancak gelin görün ki şehir Karadenizli inşaatçıların
elinde bir zevksizlik ve beton yığınına dönüşmüş durumda. Dünya güzeli
sahil yüksek ve çirkin beton apartmanlarla kapatılmış, arkasındaki dağları,
doğal ihtişamı reddeden bir görüntü ortaya çıkmış.
İstanbul'da yapılanlar üzerinde konuşmak bile gerekmiyor. Gidin Galata çevresinde
yüz yıl veya daha önce yapılmış binalara bakın, bir de onların yanı başında
yapılmış yeni binaları görün, ulusal mimarimiz üzerine bir görüş
sahibi olabilirsiniz. Bu konudaki en çarpıcı örneklerden birisi Büyükada'daki
belediye başkanlığı binasıdır. Büyükada, çok önemli tarihi binaların
yer aldığı bir yer. Dünyanın dört bir yanından mimarlar 19. yüzyılın
sonunda kendi ülkelerinin mimari zevklerini Büyükada'ya yansıtmak amacıyla
çok farklı üsluplarda değişik binalar yapmışlar. Bu binaların kimi yeni
sahipleri ellerindeki kıymetten habersiz gizli gizli o binanın yerine apartman
yapmayı hayal ediyor ya da bir pundunu bulup yapıyor. Bütün bunlara rağmen
Büyükada'da hâlâ bakmaya doyamayacağınız çok sayıda eski bina
bulunuyor.
Belediye başkanlığı da iki sene öncesine kadar, çok güzel bir eski ada
konağında çalışmalarını sürdürüyordu. Şimdiki bina ise İller İdaresi
tarafından yaptırılmış. Tam anlamıyla bir mimari felaket. O binanın mimarı,
hangi akla hizmetle, sırtını denize dönmüş, denize bakan penceresi bile
olmayan, bu çirkinlik anıtını, Büyükada'ya yapmaya karar vermiş, anlamak,
çözmek mümkün değil. Ben olsam, mimarlık fakültelerinde Adalar Belediye
Başkanlığı binasını, kötü mimarinin bir örneği olarak ders konusu
yaparım. Onca güzel binanın yanına bu binayı yapan mimarı da Mimarlar Odası
disiplin kurulana veririm.
Toplumsal Tarih dergisinin bu ayki sayısında, bundan tam yüz yıl önce İkdam
gazetesinden bir haber aktarılıyor. Haber Beyoğlu caddelerinin genişletilmesi
üzerine yapılan uygulamalara dikkat çekiyor.
Tam yüz yıl önce benzer konuların tartışıldığını görmek, insanı
umutsuzluğa sevk ediyor. ''İnşası mutasavver (tasarlanan) olan binalar hakkında
beyan-ı fikir ve mütalaa etmek, belediye idarelerinin hakkıdır. Bu inkâr
edilemez çünkü binanın tarz-ı inşası bir güzel sokağın manzarasını büsbütün
ihlal edebilir. Dersaadet'de ve bilhassa Beyoğlu'nda ufak bir gezinti, şehrimizde
böyle bir komisyona ne dereceye kadar lüzum olduğunu anlamak için kafidir.
Zannedilir ki kalfalarımız sanayi-i mimariyenin, bedayi-i sanatın düşmanı
olup, bil-iltizam (kasıtlı olarak) çirkin binalar inşa ediyorlar. Böyle
kalfaların yaptıkları binalar, hiçbir tarzı mimariye tevafuk etmez (uymaz).
O garip şekiller hiçbir şeye benzemez... Halbuki bir mimar, inşa edeceği
binanın tenasüb ve zarafetini düşündükten maada, o bina yanında bulunan
veya inşası mukarrer olan ebniyeyi (binaları) dahi nazar-ı dikkate alır.
Dersaadet kalfaları hiss-i sanattan mahrumdurlar.''
Görüldüğü gibi bu sorun tam yüz yıl önce aynı bugünkü gibi tartışılıyor
ve çözüm bulunamadığı için şikayetler ediliyormuş. İkdam gazetesi bu
yazıyı o zaman İstanbul'da yayın yapan Levant Herald gazetesinden aktarmış
ve kendi görüşlerini de şöyle ifade etmişti: ''Filhakika kalfalarımız inşaatta
sanat-ı mimarinin hiçbir kaidesine riayet etmezler. Daha doğrusu vakıf değildiler.
Kalfaların münasebetsizliği en ziyade sayfiye olan yerlerde görülür.''
Cumhuriyet - Oral Çalışlar
|