Acaba yayınlamakla iyi mi ettik
Başbakan Tayyip Erdoğan’ı tebrik ediyorum. Bir Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olarak kendisine teşekkür ediyorum.
Nedenini açıklamadan önce küçük bir hatırayla başlayayım.
Bundan üç yıl önce Atina’da bir kitapçıda bir albüm gördüm.
1890 ile 1905 yılları arasında Anadolu’da Rumların yaşadığı şehirlerin
kartpostallarından oluşan bir albümdü.
O Albüm
Rize, Fatsa, Ünye, Samsun, Trabzon ve daha birçok Anadolu şehrine ait
manzaraların yer aldığı kartpostallardı bunlar.
Orada dikkat ettim.
Karadeniz’in bu şehirlerinin her biri birer Portofino, San Remo veya İtalya’nın
Positano’sunun mimari estetiğine sahip yerlerdi.
O günlerde kartpostallardaki yerlerin, aynı açıdan bugünkü fotoğraflarını
çekip yayınlamıştık.
Yan yana fotoğraflar, aradan geçen 100 yıl içinde bu şirin kasaba ve şehirlerin
ne hale geldiğini gösteren çok acıklı birer belgeydi.
Ne yazık ki bu tahribatı yapanlar da bizlerdik.
Sonraları, kendi kendimizi böylesine kötü düşürmeye hakkımız var mıydı
diye çok düşündüm.
Ama birilerinin bu cesareti göstermesi lazımdı.
İtiraf edelim, biz Türkler ne yazık ki 20’nci yüzyılın ikinci yarısından
sonra ülkemizi tahrip ettik.
İşte bu nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan’a önceki gün yaptığı konuşması
için teşekkür ediyorum.
Bir Türk başbakanı, ilk defa vatandaşlara ‘Lütfen çirkin değil, güzel
evler yapın’ diyor.
Biliyorum bazılarınız, ‘Ne yani, çirkin ev yapın mı diyecekti’
diyerek, bu sözlerin üzerini bir kalemde çizeceksiniz.
Hele hele yeminli Erdoğan düşmanlarından en küçük sempati
beklemiyorum.
Ama lütfen siz öyle yapmayın.
Çocuklarınınz için
Bu ricayı ciddiye alın. Kendiniz için, ama daha çok da çocuklarınız
ve torunlarınız için ciddiye alın.
Türkiye dünyaya açıldığından beri çok kötü bir yanımızı daha çarpıcı
şekilde görmeye başladık.
Ne yazık ki şehirlerimiz çok çirkin.
Şehir dokusuna sahip, gözümüzü rahatsız etmeyen mahallelerimiz,
semtlerimiz yok denecek kadar az.
1950’li yıllardan itibaren demokrasiyi, istediğimiz yere, istediğimiz
kadar çirkin binalar yapmak olarak algıladık.
Alaçatı Örneği
Babadan, anadan kalma arsayı kıymetlendirmenin tek yolunun, üzerine ecüş
bücüş apartmanlar dikmek olduğuna inandık.
Mide bulandırıcı bir egoizm ve açgözlülükle ülkemizi tarumar ettik.
Evet hiç çekinmeden itiraf edelim, gocunmadan adını koyalım.
1950 sonrasında dünyanın en barbar toplumlarından biri haline geldik.
Ne yazık ki bu barbarlık, bizim kuşaklarımıza ait bir insanlık suçu
oldu.
En kötüsü, çirkinlikten rahatsız olmayan, zevksiz, vurdumduymaz nesiller
yarattık.
Şimdi artık görüyoruz ki, bir arsayı, bir mahalleyi, semti değerlendirmenin
en kalıcı ve kárlı yolu, onun üzerine estetik binalar yapmak, şehir
dokuları yaratmakmış.
Alın Alaçatı’yı.
Denize sahili olmayan bir kasabanın nasıl yükseldiğine bir bakın.
Nasıl mı?
Yarım yüzyıllık barbarlıktan kendini kurtarabilmiş basit ama güzel
evleri, ayakta kalmayı başarmış dokusu sayesinde.
Çirkin kooperatifler birer çekirge sürüsü gibi, üzerine kuruldukları
toprakları kurutur, nasibini ve kısmetini kaçırırken, denizsiz, sahilsiz gölsüz
bir kasaba her gün daha da parlıyor ve yükseliyor.
Onlar ne mi yaptılar?
Başbakan’ın bugün söylediğini 40-50, yüz yıl önce yaptılar.
Daha doğrusu yapılmışı korudular.
Yabancı bir dostum, bir gün ‘Sizin Avrupa Birliği yolundaki en önemli
engellerinizden biri, estetik yoksunu, çirkin şehirlerinizdir’ demişti.
Sitede Yaşıyorum
Bir başka arkadaşım da şunu söylemişti: ‘Sırf bu çirkinlikleri görmemek
için duvarlarla çevrili bir sitede oturuyorum.’
Emin olunuz bunlar snop düşünceler değil.
İşte bakın, Kasımpaşa’da doğmuş, büyümüş bir Başbakan da artık
bunu söylüyor.
Hürriyet - Ertuğrul Özkök
|