İstanbul afetlere ne kadar hazır?...
İkisi de İstanbul'u 17 Ağustos'ta vurmuştu. Deprem 17 Ağustos'ta
Marmara'yı ve İstanbul'un bir bölümünü yerle bir etmişti.
Bundan tam beş yıl sonra yine bir 17 Ağustos günü bu kez de sel altüst
etti İstanbul'u.
Sadece beş yıl geçti aradan. Geriye ne kaldı, hangi dersler çıkarıldı?
Koskoca bir hiç. Depremi bırakın hatırlamayı onu hatırlatacak hiçbir şeyin
kalmasına da müsaade etmedik. Yalova Belediye Başkanı bu yıl anma töreni düzenlememe
kararı aldığını ifade ederken 'Acıları tazelemenin bir anlamı yok.' demiş.
Düzce Valiliği de anma törenleri yaptırmamış.
Evet belki acıları deşmenin bir anlamı yok; ama unutmanın ne faydası
var? İstanbul'da, Yalova'da, Sakarya'da ya da Kocaeli'nde depremi hatırlatacak
hiçbir şey kalmadı geriye. Keşke törenleri hiç kaldırmasalar ve yıllarca
Marmara'yı yerle bir eden bir depremin olduğunu insanlar hatırlasa. Keşke şehirlerin
ortasında depremden yıkılmış birkaç binaya hiç dokunmasaydık. Japonlar
Kobe depreminden sonra kırılan fay hatlarını koruma altına alıp müze yapmışlardı.
Kuşkusuz bunu yapmalarının altında yatan sebep acıları sürekli deşelemek
değil sadece unutmamak, gelecek nesillerin de hatırlamasını sağlamaktı.
Belgrad'a gittiğimde, NATO tarafından 1995 yılında bombalanan binalara hiç
dokunulmadığını gördüğümde çok şaşırmıştım. Bizi gezdiren taksici
"Başımıza yağan bombaları unutmamak için bunları hiç onarmıyoruz."
demişti.
Balık hafızalı bir toplum olduğumuz kesin. Ama hafızalarımızı biraz
zorlayarak hatırlayalım günlerce yıkılmış evleri, kayıp insanları,
enkaz altında kalmış insanları konuşmuş yerle bir olmuş mahalleleri,
siteleri, ortadan kalkmış şehirleri izlemiştik. Yakınlarımız kaybolmuş,
en sevdiklerimiz binaların altında kalmıştı. Ama sonra ne oldu, hangi dersi
çıkardık bütün bunlardan?...
Yine seçim dönemlerini fırsat bilip bir katı zor taşıyan temellerin üstüne
dört beş kat daha çıktık. Sanki yaşananlar hemen yanı başında olmamış
gibi. İstanbul gibi deprem kuşağında olan Meksika'nın başkenti Mexico City
1986 yılında 8,1 ile yerle bir olduktan sonra 1999 yılında da 7,6 ile sarsıldı.
Hem de Marmara Depremi gibi 45 sn. sürdü bu deprem. Ama sadece iki kişi, o da
kalp krizinden öldü. Çünkü bina yapımı konusunda öyle sert tedbirler
getirdiler ve uyguladılar ki bunun karşılığını da 1999 depreminde aldılar.
17 Ağustos 2004'te bir başka tabii afet yaşadı, Marmara Bölgesi. Bu kez
felaketin adı seldi. Mahalleler sular altında kaldı. Herkesin yüreği ağzına
geldi. Sel geçti, herkes bunu da unuttu. En azından seli yaşayanların
kendisi unuttu. Büyükşehir Belediyesi acil olarak dere yatağına yapılmış
binaları kamulaştırma yoluna gidileceğini, buraların yeşil alan olacağını
duyurdu. Ancak bunca sel felaketini yaşayanlar sanki kendileri değilmiş gibi
kamulaştırmak için sadece 10 daire sahibi gönüllü oldu. Diğerleri de TV
ekranlarından belediyeyi tehdit edip evlerinden çıkmamakta kararlı olduklarını
beyan ettiler. Aslında sorun sadece Alibeyköy'de değil. İstanbul, belirli
yerleri saymazsak yanlış yapılaşmalar şehri sanki. Türkiye'nin her açıdan
en önemli bölgesi kötü şehirleşme ve yanlış yapılaşma yüzünden,
depremin ve doğal afetlerin tehdidi altında.
İstanbul'da şehirleşme bir belediye sorunu olmaktan çoktan çıkmış
durumda. Bir hükümet hatta bir devlet sorunu halinde. Yanacak canları, hiçbir
paranın asla satın alamayacağı acıları saymıyorum; Allah korusun ciddi
bir deprem ya da başka bir doğal felaket İstanbul'a kaç paraya mal olur...
On milyarlarca dolar. Belki de çok daha fazlası. O nedenle çok daha az
parayla İstanbul'un belli yerlerini yıkıp yeniden yapalım. Keşke Türkiye'nin
laiklikten başka da önem verdiği bir konu olsa.
Zaman - Mehmet Kamış
|