'Balık
ekmeksiz' İstanbul (!)
''...Ve Eminönü denince kafamın içinde oluşan tablonun olmazsa olmaz bir
unsuru var... O unsur ne mi? Tabii ki balık ekmek tekneleri...''
Bu sözler Haşmet Babaoğlu 'nun...
Bence sadece Eminönü değil, bütün İstanbul , hatta Türkiye ve bir
anlamda da ''dünya'' adına bu tarihsel kentin yerel ve evrensel kimliğini sürdürmek
için olmazsa olmaz koşul olan balık ekmek teknelerinin kaldırılmasına haklı
tepkisini belirtirken yazmıştı... (Vatan-8 Eylül 2004)
''Eğer bu kadar düşünülüyorsa tarihi doku, o devasa çirkinlik abidesi
yeni Galata Köprüsü'nün ne işi var diye sorarlar adama...''
Bu satırları da aynı gün aynı gazetede Nihat Sırdar 'ın köşesinde
okudum... Şimdi de balık ekmekçilere savaş açan ''devlet'' eliyle Eminönü,
Karaköy ve Haliç üzerine oturtulan ve İstanbul'un beş kıtada ün salmış
en özgün tarihsel peyzajını paramparça eden yeni Galata Köprüsü kıyaslaması
için Sırdar'a yüreğimden teşekkür ederken şu sözlerini de gönülden alkışladım:
''Vefa'nın bozası, Sultanahmet'in köftesi, Kanlıca'nın yoğurdu neyse,
Eminönü'nün balık ekmeği de odur...''
Bu iki yazarımızın duyguları bile ''kentle'' ve ''yaşamla'' ilgili böylesi
kararları alabilmek için sadece ''uzman'' olmanın ya da ''akademisyen,
sorumlu bürokrat, kamu görevlisi..'' vb. olmanın yeterli olmadığını,
hatta belki de hiç gerekli olmadığını yeterince göstermiyor mu?
Bir kentte, hele İstanbul gibi sadece binalarıyla ve siluetiyle değil,
2600 yıldır kesintisiz süren yaşamıyla da geleneklerine ve alışkanlıklarına
sayısız şarkılar bestelenen, aynı geçmiş içinde çok özel kimlik değerleri
kazanmış bir ''dünya mirası'' kentte, öncelikle bütün bu değerlerin
''insan'' ve ''biz'' anlamına geldiğini de kavrayabilen ''karar verici'' lere
gereksinme var...
Eminönü'nden ve yeni duyduğuma göre tüm Boğaziçi ile Haliç kıyılarından
balık ekmek teknelerini kaldırmayı ''düşünebilmek'' bile bu ülkenin
insanlık değerlerini göremeyen bakışların artık ne denli ''egemen''
olduklarını gösteriyor...
Balık ekmeğin, o vapurların, o motorların ve o dalgaların seslerine karışan
bağrış çağrış içindeki ''tarihsel'' varlığına son verilmesine ne
kadar kızıyorsam, işte buna neden olan düşüncenin ''yönetimlerde'' söz
sahibi olabilmesine de çok daha içerliyorum.
Çünkü şimdi bunu başımıza getirenler, yarın simitçileri de kaldırabilirler;
derken köprülerden, kıyılardan ve her yerden balık tutmayı
yasaklayabilirler; hatta tramvaya ''asılmaya'' bile çok ağır cezalar getirip
belki de gecenin geç saatlerinde o inanılmaz lezzetteki ayaküstü ziyafetleri
armağan eden ''pilavcıları'' , ''turşucuları'' , ''kestanecileri'' ve İstanbul'un
ne kadar ''İstanbul keyfi zenginlikleri'' varsa tümünü ''Sağlıklı değiller;
ortalığı kirletip çirkinleştiriyorlar...'' (!) gibi gerekçelerle elimizden
alabilirler...
Oysa, onların da sağlıklı hizmet vermelerini sağlama ve denetleme görevi,
bunun yerine ''yasaklama'' kolaycılığını yeğleyenlerin değil mi?
Karaköy 'de ya da Kasımpaşa kıyılarında durun... Hatta Mimar Sinan 'ın
kendi eseri olan Sokullu Camisi 'nin yanında, Azapkapı 'daki heykeline arkanızı
yaslayın, karşıya, yani Eminönü-Unkapanı-Fener panoramasına bakın...
Adına ''Tarihi Yarımada'' denen ve İstanbul'un en eski dokusunu barındırdığı
için sayısız SİT kararıyla korumaya alınan bu bölgenin siluetindeki ne
kadar ''uygunsuz'' yapı varsa, büyük çoğunluğu ''kamu yapısı'' dır...
Diğerleri için de kim bilir kaç kez ''yıkım'' kararı alınmış, ancak
şimdi balık ekmekçilerin peşine düşen yetkililer o kararları uygulamak için
kıllarını bile kıpırdatmamışlardır...
Deniyormuş ki; ''Ama balık ekmekte mafya da var!..''
Olabilir... Ancak sorumlusu ''balık ekmek kültürü'' müdür; yoksa bu kültürümüzü
de mafyaya teslim eden politikalar mıdır?
Süleymaniye semtinde ''mafyanın'' yaktığı tarihi ahşap konakların
yerlerindeki ''paralı otoparklar'' var olduğu sürece, bu gerekçe de asla
inandırıcı olmayacaktır...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|