'Mimarlığa saygı' için
Mimarlar Odası 50. yaşını kutluyor...
Yarım yüzyıldır Türkiye'de mimarlığın ve mimarca kentleşmenin
mesleki duyarlılığını ve beklentilerini savunan oda, 50. yılında ilk kez
bir ''mimarlar yürüyüşünü'' gerçekleştirecek.
Ülkemizin yine geçen 50 yıl içinde mimarlıktan, mimarlığından, mimari
değerlerinden ve mimarlarından adım adım uzaklaşmasına karşı ''tarihsel
bir uyarı'' amacıyla düzenlenen yürüyüş 2 Ekim 2004 Cumartesi günü İstanbul'da
İstiklal Caddesi'nde yapılacak.
Kamuda görev yapan mimarlardan serbest çalışanlara, eğitim kurumlarındaki
öğretim elemanlarından mimar belediye başkanlarına ve başka sanat dallarında
yaratıcılıklarını sürdürenlere kadar tüm kesimlerden mimarlar, ''Mimarlığa
Saygı'' yürüyüşünde Türkiye'yi yeniden bu tarihsel zenginliğiyle ve
uygarlık mesleğiyle buluşmaya davet edecekler...
Yürüyüş saat 12.00'de Taksim Meydanı'ndaki Cumhuriyet Anıtı'nda yapılacak
törenle sona erecek ve aynı törende Mimarlar Odası'nın ''Türkiye Mimarlık
Raporu'' niteliğindeki ''Mimarlar Bildirgesi'' de ilan edilecek...
'Ulusa Sesleniş' için
Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) tarafından ''Dünya Mimarlık Günü''
, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından da ''Dünya Konut Günü'' olarak
kutlanan her ekim ayının ilk pazartesisi, bu yıl 4 Ekim 2004...
Mimarlar Odası, üyelerine gönderdiği çağrıda, aynı zamanda bu dünya
günlerini de kutlayacakları 2 Ekim 2004 yürüyüşünün amacını şöyle özetliyor:
''Türkiye'nin mimarlığı yeniden 'fark etmesini' sağlamak; sürekli dışlanmakta
olan 'mimarlık sanatı ve mesleğinin' uygarlık ve çağdaşlık açısından
önemi ve değerini yeniden anımsatmak; ve dünya mimarlık tarihinin beşiği
olan bir coğrafyayı 'ülkemiz' yapan değerlere layık bir mimarlık ortamına
yeniden kavuşmak üzere; odamızın 50. yılındaki 'mimarların ulusa seslenişi'
nde birlikte olalım...''
Dünya mimarlık ve kent tarihinin en eski birikimlerini taşıyan bir ülkede
böylesi bir çağrıya ''neden olan'' hemen tüm gelişmeler de aslında 50 yıllık
bir geçmişe dayanıyor. Çünkü, günümüzde artık ''kaçak kentleşmeye''
dönüşen gecekondulaşmadan, her biri özgün tarihsel kimliklere sahip yerleşmelerimizi
''tek tip apartmanlaşma'' yla donatan arsa rantına dayalı imar anlayışına
kadar, mimarlık ve şehircilikte yaşanagelen temel sorunların hemen tümü,
1950'lerden sonraki ''planlamayı ve kültürel değerleri dışlayan''
politikaların ürünü...
'Plan yerine pilav'...
Aynı süreçteki, örneğin ''Plan yerine pilav isteriz'' sloganıyla,
kentlerin toplumsal çıkarlara ve çevre değerlerine saygılı bir imar
disiplini içinde gelişmesi yerine, ''talan'' ve ''yasadışı yapılaşma''
ile büyüdükleri bir düzen yaratıldı. Aynı anlayış, kıyılarda ve hatta
yaylalarda bile egemen olunca, Türkiye yeryüzünün belki de en hızla
''betonlaşan'' ülkesi haline geldi...
Benzer şekilde, yine 1950'lerin emlak rantına öncelik veren ekonomik
politikalarını simgeleyen; ''Her mahallede bir milyoner yaratacağız'' sloganıyla
da tarihi kent dokularındaki eski evler ''kat karşılığı apartman'' sektörüne
teslim edildiler. Böylece bir yandan kültürel kimlik yok olup tarihsel sivil
mimari zenginliğimiz ortadan kaldırılırken bir yandan da toplum sadece ''yık-yap-sat''
sisteminin üretime dayanmayan spekülatif gelirlerine alıştırılarak, ''kültürel
erozyonun'' tohumları atılmış oldu.
Mimarsız planlama...
Mimarlığın ve mimarlık kavramının giderek unutulduğu bu süreci 1980
sonrasında daha da hızlandıran ve bugün mimarlarımızı ''yürüyüş
yapma'' noktasına getiren gelişmeler ise günümüzde eğitimden yasalara
kadar geniş bir yayılma içinde...
Örneğin, mimarlık sadece plansız yapılaşma nedeniyle yasadışı yerleşmelerden
değil, mesleki içerik ve sorumlulukları bakımından doğrudan ilişkili olduğu
''kent planlamasından'' bile dışlanıyor.
O kadar ki yükseköğrenimde de bu dalları birbirlerinden tümüyle ayıran
''bölümler'' oluşmuş durumda ve ''mimarsız planlama'' ile ''plansız
mimari'' dünyada sadece Türkiye'ye has bir öğrenim türü olarak okullarda
egemen...
Bu ''ayrıştırmanın'' son hukuksal düzenlemesi ise Koruma Yasası'nda yapılan
değişiklikle gerçekleşti. Bütünüyle mimarlık mirasının, tarihsel
mimarinin ve eski mimari dokunun bulunduğu ''kentsel sit alanları'' nın yine
bu mimari değerlerini yaşatmak için gereken koruma planlarında mimarların
değil sadece ''plancıların'' sorumlu ve ''müellif'' olabilecekleri yasada
yer aldı. Mimarlığın dışlanmasında ''doruğa'' ulaşmanın örneği olan
bu tutumun, aslında aynı yanlışı düzeltmesi gereken ''kültür'' den
sorumlu bakanlık tarafından sürdürülmesi ise Türkiye açısından da büyük
talihsizlik...
Benzer anlayış, özellikle 1999 depremlerinden sonra yürürlüğe giren
''yapı denetimi'' yasalarında da var. Binaların doğru inşa edilmeleri için
öncelikle ''mimarinin'' ve ''mimarlık ilkelerinin'' bu yönde kurumsallaşması
gerektiği evrensel gerçek olmasına rağmen, yasada mimarı değil sadece ''inşaat
mühendisini'' yetkili kılan bir anlayış egemen. Böyle olunca, depreme dayanıklı
yapının da aslında bir ''mimarlık kültürü'' sorunu olduğu artık hiç anımsanmıyor.
Sayısız depremden edinilen dersler sonucunda en şiddetli sarsıntılara bile
dayanabilen ''tarihsel mimarinin kazanımlarını'' yorumlayarak çağdaşı
yaratmak ise eğitim gündeminde bile yok...
İşte bu ve buna benzer çok sayıda örnekle Türkiye'nin ''mimarlığını''
giderek göz ardı ettiğini saptayan mimarlar, sadece kendileri için değil,
toplumun ve ulusun uygarca geleceği için de 2 Ekim 2004 Cumartesi günü İstiklal
Caddesi'nde yürüyecekler. Bu yürüyüşe İstanbul'un mimar Belediye Başkanı
Kadir Topbaş ile Bayındırlık Bakanı ve mimar olan Zeki Ergezen 'in de katılması
bekleniyor.
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|