Bizim Sokak ve AB
Bizim gazetenin sokağı Türk Ocağı Caddesi'nin adına bakmayın, belki geçen
yüzyılın başında Osmanlı ölçülerine göre, cadde olarak
nitelenebilirdi, ama çağdaş cadde kavramıyla bağdaşmayacak kadar dar bir
sokaktır aslında.
Bu sokağın çilesini otuz yıldır çekenlerdenim. Yüz elli metre
mesafeyi, nadiren iki dakikada, kimi zaman yirmi dakika, yarım saatte aldığım
olmuştur.
Türk Ocağı ''Caddesi!'' üzerinde tarihimizin önemli binaları vardır.
Girişte hemen sağda, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler
Sendikası binasının karşısında, büyücek bir bahçe içinde İran
Konsolosluğu bulunur.
Onun hemen yanında, bir zamanlar sadrazamın da oturduğu Babıâli'ye
tepeden bakan görkemli bina, bir zamanlar Osmanlı'nın dış borçlarını
tahsil etmek amacıyla kurulmuş olan Düyunu Umumiye binası idi ki, sonradan
İstanbul Lisesi olmuştur. Binanın bitimine doğru karşı köşede bulunan ahşap
yapı ise bir zamanlar Osmanlı'nın egemeni haline gelmiş olan İttihat ve
Terakki Cemiyeti'nin merkezi iken Cumhuriyetten sonra Cumhuriyet gazetesinin
idarehanesi ve matbaası buraya taşınmıştır.
Bizim sokağın öyküsü ilk kez 27 yıl önce bu sütuna yansımıştı.
Aradan geçen süre içinde, iki kez daha aynı konu yine bu sütunda gündeme
geldi. Kaç kez haber konusu olduğunu ise anımsamıyorum. Ama bugünkü
gazetemizin Haber Servisi'nin hazırladığı ''Yılların çözülemeyen sorunu
Türk Ocağı Caddesi'nin trafik sorunu'' diye bir haber daha yayımlandı.
Kısacası çeyrek yüzyılı aşkın süredir, sorun sürüyor ve en ufak
bir düzelme yok.
Sorunun süregeldiği otuz yılı aşkın bu zaman dilimi içinde Türkiye'de
birbirini izleyen on beşten fazla hükümet, altı cumhurbaşkanı, iki askeri
darbe geldi geçti, sokağın trafik durumunda en ufak bir düzelme olmadı.
Pardon bir ara, tekstil krize girince, işlerin kesatlaşması yüzünden mal boşaltıp,
yükleyenler dükkânının ve küçük atölyesinin bulunduğu binanın önüne
arabasını park edenler azaldığı için sokak rahat bir nefes aldıysa da bu
dönem kısa sürdü.
Bizim sokağın üzerinde her yerde durulur, her yere araba park edilir,
isteyen malını boşaltır, isteyen yükleyeceğini yükler, isteyen bir
dostuna kahve içmeye giderken arabasını bulduğu boş yere park eder, bunu hiçbir
güç önleyemez.
Gerçi devletin, park yasağını gösteren levhaları vardır; sokağa arada
sırada, devletin trafik polisi de girer, ama sonuç değişmez.
Geçenlerde, sokağa giren polis memuru, arabalara, ''Sen dur! Sen geç!''
diye değnekçilik ederken camı açıp,
- Memur Bey sizin göreviniz, bu park etmiş arabaları engellemek, değnekçilik
yapmak değil, diye seslendiğimde, suratıma dik dik baktı, bir şey söylemeden
değnekçilik görevini sürdürdü.
Evet, devlet de polisi de, kutsal olan mal indirip bindirme hakkına karışamaz.
İki askeri darbe, bu sokağa girmiş, Cumhuriyet gazetesinden, Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti ile Türkiye Gazeteciler Sendikası'ndan insanları alıp
hapse tıkmış, ama trafik düzeni karşısında eli böğründe kalıp hiçbir
şey yapamamıştır.
Bugünkü haberde okuyacaksınız; sokakta dükkân ya da atölyesi olan
vatandaş, ''park ücretleri pahalı olduğu için'' arabasını dükkânının
önünde park ettiğini, mal indirmek ve yüklemek zorunda olduğunu söylüyor.
Ama belediye yetkililerinin İkitelli'de bu esnaf için yaptırdığı
yerlere gitmeye kimse tenezzül etmiyor.
Düşünceye karşı ceberrut olan devlet, tekstil imalat ve satıcısının
keyfiliği karşısında cart curttur.
Devlet bu sokaktan beni, bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde tahakkümü
suçunun propagandasını yaptığım gerekçesiyle alıp hapse tıktı.
Öyle bir şey yapmamıştım. Çünkü Türkiye'de işçi sınıfının,
kimse üzerinde tahakküm kuramayacağını zaten biliyordum.
Ama gelişmiş kapitalist ülkelerin tersine, bizde büyük sermayenin değil
de esnafın diğer sınıflar, katmanlar insanlar üzerinde tahakkümü zaten
gerçekleşmiş bulunmaktadır ve bu tahakküm bizim sokakta yürümeyen trafik
olarak somutlaşmaktadır.
Bu yüzden kavgalar olmuş, insanlar yaralanmış, bir kişi ölmüş, ama hiçbir
şey değişmemiştir.
Dün sokağın yüz elli metrelik mesafesini aşmaya çalışırken, arabada
NTV radyoyu dinliyordum. Spiker AB ülkelerinde trafik uyglamasının standartlaşmasını
sağlayacak, elektronik bir aletten söz ediyordu.
Haberi dinlerken güldüm.
Hiçbir elektronik aygıt, hiçbir erk, hiçbir kurum, hatta AB bile bizim
sokağın başına buyruk efendilerini dize getirip trafiğini olması gerekene,
yani normale çeviremezdi.
Peki sokağın düzenini değiştirmekten aciz bir toplum, AB'ye uyumu sağlayacak
düzen değişikliğini nasıl gerçekleştirecek dersiniz?
Yine de umutsuz değilim, bu da değişecek eninde sonunda. Sokağın düzenini
Çin değiştirecek. Nasıl mı? Bu tekstilcileri rekabet yoluyla çökerterek.
Kısacası, sokağın umudu yedi dağ ardında yatıyor.
Cumhuriyet - Ali Sirmen
|