Avrupanın
kalbinde bir Türk imzası
Mimar Emre Arolat'ın Brüksel'de gerçekleştirdiği Kraliyet Antreposu
yenileme çalışması, Avrupa ölçeğinde bile benzeri sık görülmeyen büyük
bir proje.
Bir asırlık yapının toprak rengine sahip ve seyredenlerde dramatik çağrışımlar
yapan bir çehresi var. Yirminci yüzyıl Avrupasının tüm olaylarına tanıklık
etmiş olmanın mağrur havasını taşıyan bina, bu haliyle dışarıdan oldukça
yalnız ve terkedilmiş görünüyor. Ancak yapının içine girildiğinde bu
atmosfer daha farklı bir havaya bırakıyor yerini. Burada ortama, neon ışıklarının
parıltısı ve şeffaf yüzeylerin verdiği canlılık hakim.
Bu görkemli bina, Belçika'nın başkenti Brüksel'deki Kraliyet Antreposu.
Bindokuzyüzlerin başında trenlerin bir ucundan girip, yüklerini boşalttıktan
sonra diğer ucundan çıktıkları dev bir depo burası. Yıllar boyu, bir
zamanlar sahip olduğu ihtişamına uygun olarak yaşayamayan bu yapıya, mimar
Emre Arolat'ın yenileme çalışması yeni bir kimlik kazandırdı.
Toplam 550 bin metrekarelik bir alan üzerine yayılan 100 bin metrekarelik
kompleksin 56 bin metrekaresini Kraliyet Antreposu, veya orijinal adıyla
"Entrepot Royal" oluşturuyor.
Brüksel'e yapıyı görmek için gittiğinde, havaalanından dosdoğru yapının
bulunduğu bölgeye giden Arolat, daha o anda binayı büyüleyici bulmuş. Yapıyı
ve bulunduğu çevreyi "terkedilmiş ve solgun" olarak niteleyen
Arolat, buna rağmen - belki de sadece bu nedenle - bölgenin kendine özgü bir
ruhu olduğu fikrinde.
Anonim amaçlarla inşa edilmiş endüstri yapılarına tipik bir örnek oluşturan
bina, aslında bir tütün deposu olarak yapılmış. Arolat'ın projesi ise
kendi deyimiyle "bu sistematiği örtmeyen, tersine onu hatırlatan"
bir çıkış noktasına sahip.
Fransız 'star' mimar bekleneni veremedi
Yapının bir depo için, o günün mimari motivasyonlarını sonuna kadar
uygulayan bir özelliği olduğunu söyleyen Arolat'a göre, bina daha o
zamanlarda kentsel ofis veya konut normlarına göre inşa edilmiş. Bugün böylesine
değer görmesinin nedeni de bu. Arolat'ın yenileme çalışmasından sonra yapının
zemin katları, rekreasyon alanları, lokantalar ve 'showroom'lar olarak düzenlenmiş,
diğer katlar ise ofislerden oluşuyor.
Antrepo birkaç kez yenileme görmüşse de bunlar hep tamir bazlı çalışmalar
olmuş. Bu görkemli eserin sahipleri, son olarak ünlü bir Fransız mimar
tarafından yürütülen yenileme çalışmalarından pek de memnun kalmamışlar.
Binanın iki büyük firma tarafından sahiplenildiğini söyleyen Arolat,
bunlardan birinin büyük bir gayrimenkul şirketi, diğerinin ise bir inşaat
şirketi olduğunu belirtiyor. Antrepo ise, içinde bulunduğu kompleksin kuşkusuz
en gösterişli binası. Yenileme çalışmalarının 'master plan'ı ise bir
Amerikan firması tarafından yapılmış.
Yapı sahipleri de sözkonusu plana yüzde yüz uymadan bir yenileme çalışması
yapmak istemişler. Ancak Fransız mimarın çalışmaları, binayı yeniden
kullanılır hale getirmekte yetersiz kalınca, iki şirket yeni bir mimar arayışına
girmişler.
Avrupalı konuğun 'sürpriz ziyareti'
Arolat'a ilginç gelen olaylar ve deyim yerindeyse 'öykünün heyecanlı kısmı'
ise bundan sonra başlıyor. Yapının sahibi olan iki firmanın tüm
projelerinde dünyanın 'star' mimarlarıyla çalıştıklarını söyleyen
Arolat, bu firmalardan birinin üst düzey yöneticisinin Belçikalı bir mimar
arkadaşının tanıdığı olduğunu belirtiyor.
Arkadaşı, Arolat'ı şirket yöneticilerine "genç fakat bu projenin
altından kalkabilecek yeteneğe ve deneyime sahip" bir mimar olarak tanıtıyor.
Daha sonra arkadaşı, bir gece telefon edip onu Brüksel'e çağırıyor ve
Arolat da ertesi sabah ilk uçakla Belçika'ya uçuyor.
Aynı gün öğle saatlerinde şirket yöneticileriyle görüşme yapılıyor
ve şirketler bir ön proje talebinde bulunuyorlar. Verilen süre ise üç ay.
Arolat ve ekibi ise daha yirmibirinci gün projeyi bitirip sunum yapacak hale
geliyorlar.
Bu gelişme üzerine sunum, Brüksel'deki lüks otellerden biri yerine bu
eski, terkedilmiş yapının odalarından birinde gerçekleştiriliyor. Ancak 35
kişilik yönetici grubu, Arolat'ın Fransızca ve İngilizce bildiğini öğrendikleri
için toplantı boyunca aralarında Flamanca konuşuyorlar.
Bu durumdan rahatsız olan Arolat, toplantıyı umutsuz olarak terkediyor
ancak, Türkiye'ye döndükten birkaç gün sonra şirketlerden birinin genel müdürü
telefon edip İstanbul'da olduğunu ve zamanı uygunsa Arolat'ı ofisinde
ziyaret etmek istediğini söylüyor.
Arolat'ın o zamanlar Ortaköy'de bulunan bürosuna tam bir baskın yapan 'sürpriz
konuk', büronun genel durumunu görüyor, o güne kadar yapılan projeleri
inceliyor ve sonunda Brüksel'e telefon ederek mesajı veriyor: "Bu iş
tamamdır!"
Belçikalılar, Türk ekibinin çalışma hızına yetişemedi
Arolat'ın deyimiyle bu "garip müzakere süreci" nin ardından çalışmalara
başlanmış. Proje gereği, zemin kat mümkün olabildiğince 'showroom', satış
üniteleri ve lokantalara ayrılırken, bodrum katları da bu bölümlerin bir
devamı şeklinde tasarlanmış.
Binanın en büyük şansının çelik strüktürünün görünmeyişi olduğunu
söyleyen Arolat, yapının halen çok sağlam olduğunu ve bir yüz yıl daha
yaşayabileceğini belirtiyor. Binanın iki 'lineer' kapalı kol ve bunların
ortasındaki üstü camlı atriumdan oluştuğunu anlatan Arolat'a göre,
binadaki en büyük yorulmalar ve eskimeler de bu camlı tavan bölümünde oluşmuş.
Arolat yapının konstrüksiyonuna bu bölüm hariç hemen hemen hiç iyileştirme
müdahlesinde bulunmamış. Yapıyı eski sağlığına kavuşturmak için
sadece belli yerlerde altyapıyı onarmaya yönelik olarak bir takım drenaj çalışmaları
yapılmış.
Arolat'ın dikkat çektiği başka bir ilgi çekici nokta ise çalışma hızlarının
Belçikalı firmalara göre çok daha yüksek olması. Brüksel'de bulunan
yenileme çalışmasını denetlemekle görevli 'yerel ortak' konumundaki firma,
çalışmaların hızına yetişmekte güçlük çekmiş. Arolat'ın yapıyla
ilgili ilginç bir anısı da işçilerle ilgili.
"Binaya temizlik için ilk gittiğim gün işçilerin Türkçe konuştuğunu
duydum. İşçiler kendi aralarında 'Bu adam da kim? Nereden çıktı?' şeklinde
konuşuyorlardı. Ben de Brüksel'de olduğumu bir an önemsemeyerek aralarında
konuşurken bunu bana duyurmadan yapmaları gerektiğini düşündüm. Ama onlar
doğal olarak beni yabancı sandıkları için aralarında Türkçe konuşmakta
sakınca görmüyorlardı. Ben de Türkçe olarak 'Ben buranın mimarıyım.'
dediğimden biri merdivenden düşecek gibi oldu."
'Başkalaşarak' kendisi halinde kalan bir eser
Yabancıların iş itinası konusunda daha duyarlı olduğunu söyleyen
Arolat, bu sayede ortaya çıkan ürünlerin niteliklerini biraz daha 'üst düzey'
buluyor. Belçikalıların çalışma tempolarını ve bürokrasilerini bize göre
biraz sıkıcı olarak niteleyen Arolat, itinanın da zaten bunların sonucunda
ortaya çıktığını gözlemlemiş.
Kraliyet Antreposu'nun yıllar sonra yeniden yenileme görebileceğini söyleyen
Arolat, bununla birlikte yapının aslında bünyesine çok fazla müdahaleyi
kabul etmeyeceği düşüncesinde. Bu nedenle Arolat, bünyenin içine girmek
yerine dışında durmayı tercih etmiş.
Yenileme çalışmasında binanın "kendisiyle çatışmaması ve başkalaşarak
kendisi halinde kalması" ana fikir olarak benimsenmiş. Yapının üzerindeki
patinayı temizlemeyişlerini de buna bağlayan Arolat'a göre, aksi takdirde
yapı heryerde görebileceğimiz banal bir hale gelebilirdi.
Peki, modernizm, postmodernizm gibi akımların sözkonusu olduğu ve özellikle
iç mimarlıkta minimalizmin dillerden düşmediği bir dönemde, kendi içinde
böylesine sade ve çağdaş görünüm kazandırılan bir yapı hangi
kavramlarla tanımlanabilir? Arolat, malzeme kullanımını, yenileme çalışmasındaki
tasarım felsefesini ve binanın yenileme sonrası kazandığı nitelikleri şöyle
açıklıyor:
"Kullandığımız malzemeler, bugünü yansıtan, uçucu, kolay kaldırılabilecek
ve damga vuran değil kenarda duran şeyler. Olabildiği kadar şeffaf ve örtücü
olmayan malzemeleri kullanmaya dikkat ettik. Binanın bugünkü mimarlık
kavramları ve -izm'leriyle tanımlanması bence çok yerinde olmaz. Yapıyı böyle
kalıpların içine sokmayı doğru bulmuyorum açıkçası. Ancak şunu söyleyebilirim
ki, geride durarak kendisi olmaya çabalayan bir iştir bizim yaptığımız.
Bildiğimiz -izm'lerle açıklamaya çalışmak hem o görüşlere hem de bizim
işimize karşı haksızlık olur düşüncesindeyim."
Türkiye'de yenileme çalışmaları sınırlı bir 'klik' içinde
Projenin Avrupa'da hala devam eden en büyük yenileme işlemlerinden biri
olduğunu hatırlatan Arolat, binanın özel ticari şartları nedeniyle fazla
yayın yapmayı istememiş.
Kraliyet Antreposu hakkında abartısız, mütevazi bir yaklaşım sergileyen
Arolat, çalışmalarını dünyadaki benzeri işler arasında doğru olarak
yerine getirilmiş yenilemelerden biri olarak görüyor. Türkiye'de yenileme çalışmalarının
farklı bir uzmanlık alanı gibi algılandığına da dikkat çeken Arolat'a göre,
sonuçta tüm restorasyon işleri bir tasarım ve bu bağlamda yenileme işlerini
de bu alanda uzmanlaşan mimarların yapması gerek.
Ancak Türkiye'de bu alanda da bir 'klik' oluştuğunu dile getiren Arolat,
genellikle bu gruplar içindeki davranış biçimlerini benimseyen ve bazı köşe
başlarını tutmuş kişilerin restorasyon yaptığını vurguluyor.
Avrupada bu tür büyük çaplı yenileme çalışmalarının çok sık yapılmadığına
değinen Arolat, kendisine benzeri bir projenin sunulması halinde yine böyle
bir çalışmanın sorumluluğunu üstlenmeye hazır.
Arolat, dünyanın en önemli kültürel merkezlerinden birine sanatçı ve
tasarımcı kimliğiyle imza atan bir Türk. Ama sonuçta Brüksel gibi,
havaalanında "This Is The Heart Of Europa" (Burası Avrupanın
Kalbidir) yazan bir kentte bile işlerin hiç de bizdekinden farklı yürümedeğini
görmüş. Türk mimar ve tasarımcılarına yönelik olarak verdiği mesajı
ise şu şekilde özetliyor:
"Türk mimarları, dışarıda kapıların bize kapalı olduğu gibi bir
motivasyona kapılmamalılar. Doğru ve kurallarına uygun iş yapıldığı
zaman, gerek rastlantısal olarak gerekse girişkenlikle bu tür projelerin alınması
olanaksız değildir."
Cumhuriyet |