İstanbul'un yeşilini
kim yok etti ?
Yanlış politikalarla, Avrupa’nın ve
dünyanın en büyük şehirlerinden biri haline gelen İstanbul kendine özgü doğal
yaşamını orman eko sistemini, yeşilini, artık belki de geri gelmeyecek şekilde
kaybetti. Konferansa gittiğim bazı okulların yönetimi satın aldığı ağaçlara
dikecek yer bulamamaktan şikayetçiydi. Günümüzde ancak XVII, XVIII ve XIX
yüzyıllara ait İstanbul tablo ve gravürleri ile eski Türk filmlerinde
hayranlıkla ve hayretle seyrettiğimiz yeşil siluetli güzel İstanbul maalesef
insanların “hep ben demesi'' politik ve maddi çıkarlarla en kolay para kazanma
yöntemi olan inşaat açma ve çirkin müteahhitlere ruhsat verme, Koç Üniversitesi
ve son olarak Formula-1 rüyası ile kısa zamanda yağmalandı.
Bir zamanlar bu tarihi kentin kendisi ve çevresi tamamen geniş yapraklı
ormanlarla kaplıydı ve endemik (sadece bölgeye has) bir flora ve faunaya
sahipti. Orman, tarım alanları, çayır ve meralar hızla yerleşim ile atık
depolama alanlarına dönüştü. Ormanlar hem alan olarak azaldı ve hem de bölgesel
türlerinde büyük değişiklikler oldu.
Oysaki; İstanbul’un merkezi bundan yüz yıl önce Moskova, Roma ve Paris gibi
yerel ve merkezi yönetimlerce menfaat uğruna değiştirilmeyecek yasal
düzenlemelerle kapalı şehir olarak ilan edilmeliydi. İstanbul’da kişi başına
yeşil alan, büyük bölümü mezarlık, askeri alan, futbol sahaları, (halı saha
değilse) ve türbelerin etrafında (herhalde “çarpılırlar'' diye kesemiyorlar.)
olmak üzere 3 metrekareyi geçmezken, aynı sayının Avrupa ortalaması 20
metrekare, Brüksel’de bu değer 50 metrekare, Moskova’da ise 60 metrekaredir.
İstanbul ve Çevresinde Yokolan Yaban Yaşam
Her İstanbullunun oturduğu ilçede bir ormanda yürüme, oksijen alma, yeşil görme,
ve temiz hava teneffüs etme anayasal hakkına sahiptir. Ben yol kenarlarındaki
10-15 ağaç veya ufacık parklardan bahsetmiyorum. Psikolojik olarak rahatlamak
için içinde saatlerce dolaşılabilecek, insanın toprağa basabileceği koruluk ve
ormanlardan söz ediyorum. New York’un Manhattan Adası, Tokyo ile birlikte
dünyanın en pahalı arazilerinden biridir. Koskoca Central Park’ın (1843 dönüm)
bir bölümünü hiçbir politikacı inşaata açmayı aklının ucundan bile geçirmiyor.
Beni Yunanistan sınırından alan bir resmi araçla Arnavutluk’un başkentine
gidiyordum. Tiran levhasını gördükten sonraki 15 dakikalık yol boyunca sağım
solum hep ormanlıktı, tek bir ev bile göremedim. Herhalde burası başkent
“Tiran'' olmamalı diye düşündüm. Şoför “Evet başkentimiz Tiran’a girdik'' dedi.
“peki, ev yok'' dedim. Yanıtı ülkem adına ibret verici idi. “burası bizim
oksijen depomuz, kimse dokunamaz''. Ama İstanbul’a dokundular, hatta
yumrukladılar ve baştan sona adım adım yok ettiler. Çok üzülerek ve yakınlarını
depremde kaybedenlerden özür dileyerek, İstanbul’u ancak arkasından planlı,
yeşil ve çağdaş bir İstanbul inşa edilecekse bir deprem kurtaracak diyorum.
Aslında ben utanmamayım da bana bu satırları yazdırmak zorunda bırakanlar
utansın. Yaşadığımız kuraklık ve ardından gelen seller hep biz insanların suçu,
doğa da kendi yöntemleri ile bizlerden intikam alıyor. Bakalım doğa mı, yoksa
insan mı güçlü ?
Birgün - Prof. Dr. Orhan Kural*
*İTÜ Maden Fakültesi |