'İstanbul Modern' Mucizesi...
Birbirinden muhteşem yapıtlar barındıran, sanat
tapınaklarına dönüşmüş, yarışması zor ''eşsiz'' müzeler var dünyada: Tate'ler,
Moma'lar, Reina Sofia'lar falan. Ama ben ''İstanbul Modern'' i kendi küçük
kişisel listemde şimdiden ilk üçe soktum. Bilbao'daki Guggenheim ve
Danimarka'daki Louisiana ile birlikte... Birbirinden tamamen farklı örnekler
olmakla birlikte, insanı hemen kavrayan, içine alan ve aynı zamanda canlı birer
sosyal çekim merkezi olan müzeler bunlar. ''İstanbul Modern'' de çok kısa
zamanda bu müzelerden biri olmaya aday.
Guggenheim Bilbao, kuşkusuz başlıbaşına bir mimari
harikası. Hiçbir özelliği olmayan, eski, köhne bir sanayi kentinin ortasında,
hiç beklemediğiniz bir yer ve anda karşınıza çıkıyor ve sizi inanılmaz bir
gelecek yolculuğuna çıkartıyor. Binanın kendisi, sergilenen eserlerden çok daha
önemli ve görkemli. Modern mimari ''gurularından'' Frank Gehry' nin imzasını
taşıyan, ''titanyum'' dan yapılmış kavisli süper modern cepheyi görür görmez,
zamanın önünde koşmaya başlıyorsunuz ve birden gelecek yüzyıla ışınlanıyorsunuz.
''İstanbul Modern'' de de böyle ilginç bir ''zaman
oyunu'' var. Ama başka bir biçimde. Karşınızda Topkapı ve Ayasofya ile
İstanbul'un muhteşem tarihi duruyor. 20. yüzyıl Türk modern ve çağdaş sanatının
örneklerini sergileyen duvarların arasında, geçmiş ve gelecek arasında köprü
kuran bu biricik manzarayla karşılaşıyorsunuz. ''İstanbul Modern'' de
''Guggenheim'' gibi bina öne çıkmıyor. Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından, başarılı
bir renovasyonla müzeye dönüştürülen 19. yüzyıldan kalma 8 bin metrekarelik
antrepo alanı, ferah, beyaz, minimalist çizgileriyle insana hafiflik veriyor ve
tamamen geri çekiliyor. Böylece sizi ''kendi zaman yolculuğunuzla'' baş başa
bırakıyor.
Hafta sonu dokuz bin ziyaretçi...
''İstanbul Modern'' i özgün kılan bir diğer özellik ''deniz'' . Liman boyu
uzanan üst kattaki 100 metrelik terasa çıktığınız anda dalgalar, martılar,
balıkçı motorları, takalar ve Boğaz vapurlarıyla burun buruna geliyorsunuz.
Yalnız sanat değil, deniz de alıp sizi başka bir boyuta taşıyor.
Benzer bir duyguyu Danimarka'da Lousiana'da
yaşamıştım. ''Lousiana'' , İstanbul Modern gibi kentin içinde değil. Kopenhag'a
yarım saat uzaklıkta, deniz kenarında, büyük bir bahçe içinde, kayaların üzerine
tünemiş bir müze. Ama aynı ''İstanbul Modern'' de olduğu gibi, tabloların
sergilendiği duvarların arasındaki büyük camekânlardan kıyıya vuran dalgaları
görüyor ve ''doğa'' dan hiç kopmuyorsunuz. Orda da gene içeriye mi baksam,
dışarıya mı baksam diye şaşıp kalıyorsunuz.
İnsana ''zaman'' ve ''mekânı'' böylesine
''interaktif'' yaşatan müzeler, yalnız müze olmaktan çıkıyor ve yaşayan mekânlar
olarak bulundukları kentin simgesine dönüşüyor. Bilbao Guggenheim da, Lousiana
da böyleydi. İnsanların yalnız sanat görmek için değil, eş dostla buluşmak,
sohbet etmek, hoş bir mekânda birkaç saat geçirmek için geldikleri yerler
bunlar. İçinde atmosferi olan hoş kafeleri, restoranları, butikleri ve konferans
merkezleri var. İki yıl önceki ''Kopenhag Zirvesi'' nin ardından Louisiana'ya
gittiğimde izdihama şaşmıştım. Müzenin ''denize nazır'' restoranı adam
almıyordu. ''Keşke'' demiştim o zaman, ''bizim de böyle hayatın içinden
yaşayacağımız bir müzemiz olsaydı!''
Martta Fikret Mualla sergisi
Artık işte var. Açılalı daha bir ay olmadı, ama hafta sonları gelen ziyaretçi
sayısı şimdiden 9 bin. 11 Aralık'taki resmi açılıştan sonra müzeye iki kez
gittim. Hemen popüler bir mekân olmuş. Öğrenciler alt kattaki kütüphaneyi derhal
mesken tutmuşlar. Tophane ile Kabataş arasındaki müze, çünkü Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi'nin yanı başında. Üst katta kalıcı koleksiyon sergilerinin
bulunduğu bölümde ise her kesimden ziyaretçi vardı. Türbanlı kadınlardan burnu
hızmalı, göbeği açık kızlara kadar...
''Loft'' un işlettiği Boğaz'a nazır restoran akşam
kahvesini ya da içkisini yudumlayan müşterilerle doluyordu. Yan masada bir
hanım, ''Yazın kitabımı alıp terasa kurulurum. Kimse beni artık burdan
çıkaramaz!'' diyordu. Daha dün bir, bugün iki.
Öyle görünüyor ki 2005 ''İstanbul Modern'' in yılı
olacak. Programda, martta Fikret Mualla sergisi var. İstanbul'un ev sahipliği
yapacağı Uluslararası Mimarlar Kongresi yazın burada yapılacak. Sonbaharda ise
''İstanbul Modern'' İspanyol küratör Rosa Martinez 'in hazırladığı uluslararası
ilk sergiyle görücüye çıkacak. Eşinizi dostunuzu alıp ilk fırsatta ziyaret
edin...
Cumhuriyet - Nilgün Cerrahoğlu |