Bir Mardin masalı
Hani, kimi kentler için ''görmek yetmez, yaşamak
gerekir'' denir ya... Bizim için de bu kentler arasında Mardin artık en
güzeli...
Yaklaşık 4 yıl önce Tarihi Kentler Birliği
kurulurken Metin Sözen hepimizin duygularına tercüman olarak demişti ki; ''Artık
bir kente yeniden gitmeye çekiniyorum; geriye kalan mirasın da yitirilmiş
olmasını görmek istemiyorum...''
Böylesi bir durumdan kurtulmak için kolları sıvayan
kentler arasında Mardin, yeniden ''Mardin'' olabilmek amacıyla öylesi çabalar
içersine girmiş ki, bunu gerçekten ancak ''yaşayarak'' kavrayabilirdik...
Hele önceki gidişlerimin ''hüzünlü gözlemleri'' hâlâ
belleğimdeyken...
Nitekim öyle oldu ve sadece iki gün, bir gece bile
bize yetti.
Çünkü ''görmek'' le kalmadık, gördüklerimizin
ardındaki duyguları ve gizemi de ''yaşadık'' ... Bu denli ''inanılmazlık'' lar
ancak masallarda olabilirdi ve yaşadıklarımızın o efsanevi tarihsel masallardan
tek farkı da ''abartılmış'' değil, ''gerçek'' olmasıydı...
Örneğin, Mardin ''gerdanlık'' takmıştı...
1999'daki gidişimizde, kentin üzerindeki ''küre'' şeklinde radar kulesini
gösteren bir emekli öğretmen demişti ki; ''Biz buna Giyom-Tell'in elması
diyoruz...''
Bir mücevher değerindeki tarihsel yerleşmenin tam
tepesinde, en riskli ''askeri hedef'' olarak duran bu radarı korumakla görevli
''komutanlar'' , son yıllarda hemen tüm çabalarını aynı yerdeki Mardin Kalesi
yapılarının korunmasına da ayırmışlar...
Böylece yüzü yeniden gülmeye başlayan tarihi kale
artık o denli yaşama bağlı ki, ''geceleri aydınlatıldığında'' kentin boynunda
bir ''gerdanlık'' gibi duruyor.
Sadece bu güzellikle tanışabilmek için düzenlenen
''seyir terası'' ndan kaleye doğru baktığımızda, ''gerdanlık'' sözünün aynı
zamanda ''kenti'' de tanımladığını fark etmemek olanaksız.
Çünkü Mardin, en güzel elbiseleriyle dağın eteğine
oturan gerçek bir ''prenses'' gibi.. Ve bu eşsiz gerdanlığın da ancak ''muhteşem
bir prenses boynunda'' iken böylesine güzel durabileceğini en ''masalsı''
duygularla seyrediyoruz...
Mardin halkı da bizlerin o anda kentlerine âşık
olduğumuzu yine aynı gerdanlıktan anlıyorlar. Çünkü, kale sadece konuklara bu
manzaranın gösterileceği zaman aydınlatılabiliyor...
Mardin kendisini böylesine süsler de kadınlarımızı
nasıl unutabilir?
Yine yıllar önce sorduğumuzda; ''tüm ustaları
İstanbul'a göçtü, burada pek yapılmıyor..'' denilen o zarif ve ipincecik
''telkari'' takılar yeniden üretilmeye başlanmış.
Mimaride ''taş'' ı nasıl ''şiirsel'' bir
sanatkârlıkla işlemişlerse, ''el emeği göz nuru'' nda da ''gümüş'' ü aynı
şiirselliğin en ince hünerleriyle kadınlarımıza armağan ediyorlar...
Mardin masalında, yakın geçmişin ''artık kalmadı''
denilen telkari kolyeleri, yüzükleri ve küpeleri, aynı ellerin ürettiği
''kişniş'' lerle birlikte yeniden ''yaşama karışıyor'' ...
Ya Büyük Mardin Oteli 'ni nasıl anlatmalı?..
Gerçi, ''Erdoba Evleri'' bu konuda çok özel ve öncü bir girişim... Tarihi Mardin
konutlarını turizm işleviyle yaşatmanın çok ''özenli'' bir örneği...
Ancak Büyük Mardin Oteli, eski bir bina değilse
bile, masalımızdaki yerini ''kentine olan bağlılığı'' yla alıyor. Odaları bile
öylesine ''yerel bir zarafet'' içinde ki; bu masalı yaşayanlar için ''pencerenin
dışı da Mardin'di, içi de..''
Çünkü artık bu büyülü kentin konuğu değil
''kendisi'' gibiydik...
Bir tarihin ''yeniden doğuşunu'' görmekle kalmamış,
sanki kendi ''doğum günümüz'' kılmıştık...
Otelin, adı bile ''Mezopotamya'' olan terasından
güneye baktığımızda uçsuz bucaksız bir ''uygarlıklar denizi'' ni gördük...
Kuzeye baktığımızda ise işte karşımızda tüm görkemi ve çekiciliğiyle, aynı
Mezopotamya'nın sevdalısı Mardin...
Ne demeliydik?
''Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine'' ...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci |