İstanbul’un kitabı yazıldı
İstanbul’u
“gözleri kapalı dinleyen”büyük şair Orhan Veli’nin tersine, bütün sırlarını
görmek istercesine “gözleri açık” gezen İstanbul sevdalısı Haldun Hürel,
İstanbul’un kitabını yazdı.İstanbul’u 7 yıl boyunca Rumeli feneri’nden
Bakırköy’e kadar karış karış gezen, yaklaşık 20 kilometrelik surlarını içten ve
dıştan yürüyerek dolaşan, taşlarına dokunan, resimlerini çizen Hürel, kitabında,
okurları yaklaşık 2600 yıllık bu yaşlı kentte ilginç bir yolculuğa çıkarıyor.
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim
görevlisi Haldun Hürel’in”İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık” adlı kitabı Dharma
Yayınları’ndan piyasaya çıktı. Kitapta, 2600 yıldan daha eski bir tarihi olan
İstanbul’un tarih sahnesine çıktığı günlerden bu yana heyecan ve serüvenlerle
dolu efsaneleri, duyulmadık anıları, köşede bucakta unutulup kalmış öyküleri,
irili ufaklı sayısız tarihi ve mimari eserleri, semt semt, sokak sokak
anlatılıyor.
Önemli eserlerin kroki ve resimlerine de yer verilen kitapta, ayrıca İstanbul’un
karşılaştığı felaketler, hüküm sürmüş Roma ve Latin imparatorları ile padişahlar
ve İstanbul Belediye Başkanlığı’nın öyküsü de yer alıyor.
İstanbul'un bilinmeyen yönleri
Kitapta, İstanbul’un fazla bilinmeyen yönlerine de yer veriliyor. Bunlardan
bazıları şöyle:
Fatih Sultan Mehmet’in kente girdiği güne dek
kentliler birey olarak kendilerine “Romaioi” yani “Romalı” diyorlardı. Hatta,
İstanbul’un fatihi 2. Mehmet’in diğer bir unvanı da “Roma İmparatoru”ydu.
Beyoğlu ilk kez 1856-57’de aydınlatıldı. O güne dek
İstanbul geceleri kapkaraydı. Sadece belirli günlerde ve Ramazan gecelerinde
bazı meydanlar ile önemli geçiş yerleri, katrana batırılmış bezlerin
yakılmasıyla aydınlatılırdı.
Beyoğlu’ndaki ilk fotoğraf stüdyosu, Kevork ve
Vichen Abdullah biraderler tarafından Sultan Abdülmecit döneminde 1858’de
açıldı.
1869’da Şehremini Server Paşa, ilk kez atlı tramvayı
İstanbullularla tanıştırdı. Bu tramvaylar, kente elektrikli tramvayların girdiği
1914’e dek kullanıldı.
İstanbul’da ilk otomobil, 1895’te Basra mebusu
Zehirzade Ahmet Paşa tarafından kullanıldı.
“İstanbul doğumlu gençler” ilk kez, 1909 yılında 5.
Murat zamanında askere alınmaya başlandı.
10 Kasım 1918’de ilk kadın tiyatrocular sahnelerde
görüldü.
Artık işlevselliğini yitiren Topkapı Sarayı, 18 Ekim 1924’de, Ayasofya ise
1935’te müzeye dönüştürüldü.
1932 yılında “Konstantinopolis” adı yasaklandı ve
bunun yerine kentin resmi adı “İstanbul” oldu.
“Kaime” adı verilen ilk kağıt paralar, Abdülmecit
devrinde 1839’da piyasaya sürüldü. O zamanlar bu paralara “Kaime-i buteber-i
nakdiye” deniyordu. Osmanlı ilk sahte parayla 16. yüzyılda 2. Selim döneminde
tanıştı. Bunlara “Kızık akçe” diyorlardı.
En büyük türbe
Hürel’in araştırmasına göre, İstanbul’un en büyük türbesi, Hatice Turhan Sultan
Türbesi... Sirkeci’ye giden yol üzerinde bulunan türbe, 1663 yılında bitirildi.
Kütlesi orta boyda bir cami gibi görünen türbe, aslen bir Rus olan ve Ünlü Kösem
Sultan’a armağan olarak saraya getirilen HaticeTurhan adına yaptırıldı. Türbenin
içinde çoğu minik sultan ve şehzadelere ait 44 sandukanınyanı sıra Osmanlı
Padişahlarından “4. Mehmet, 2. Mustafa, 2. Ahmet, 1. Mahmut, 3. Osman ve 5.
Murat”ın mezarları da bulunuyor.
4. Murat'ın taştahtı
Topkapı Sarayı’nın bahçesinde yer alan taş taht da İstanbul’un gizemli ve
sevimli eserlerinden birisi... Topkapı Sarayı’nın bahçesindeki hekimbaşı
kulesinin arkasına dayanan taş tahtın, bahçedeki oyun ve müsabakaları izlemek
için Sultan4. Murat’ın çocukluk yıllarında yaptırdığı sanılıyor. Kösem Sultan
ile 1. Ahmet’in çocuğu olan ve 11 yaşında padişah olan 4. Murat’ın taş tahtı,
çok yalın ve süssüz görüntüsü, oturma yerinin küçüklüğüyle dikkati çekiyor. Taş
tahtın yaslanma yerinde sultanın gücünü anlatan bir kitabe bulunuyor.
700 Yıldır kullanılan kilise
Fener’in tepelerinde bulunan Aziz Maria kilisesi ise İstanbul’da 700 yıldan
fazla zamandır hala kilise olara kullanılan tek eser olma özelliğini taşıyor.
Hürel’in araştırmasına göre, Bizans İmparatoru 8. Mikael Paleologos’un meşru
olmayan kızı Maria Paleologina, daha önceden var olan bu kiliseye 1282’de son
şeklini vermişti. Bu kilise o yıllarda henüz yirmi yıllık bir yapıydı ve
1261’deki işgalci Latinlerin İstanbul’dan kovulmalarından hemen sonra
imparatorun amcası Isaacos Doukas tarafından yapılmıştı. Maria, “tüm kutsal
tanrı anası” adına bağışladığı bu kilisede, kendi yaptırdığı manastıra kapanmış
ve ömrünüburada tamamlamıştı.
125 Sebilden 30'u ayakta
Kitapta, İstanbul’un simgelerinden olan sebillerle ilgili olarak da ilginç
bilgiler yer alıyor. Buna göre, ilki 1503’te 2. Beyazıt döneminde Eftalzade
Seyyid Hamüdiddin Efendi adlı bir Şeyhülislam tarafından yaptırılan sebillerin
sonuncusunu ise 1896’da Nermidil Kalfa yaptırdı. Sebil geleneğinin sürdüğü 400
yılda yaptırılan 125 sebilden sadece 30’unun ayakta olduğu belirlendi.
Mimar Sinan 98 yaşında yapmıştı
Nişancı semtinde bulunan Nişancı Mehmet Paşa Camii ise büyük usta Mimar Sinan’ın
anıtsal nitelikteki güzel eserlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Nişancı
semtinde Hasan Fehmi Paşa caddesi üzerinde bulunan camiyi,Sinan’ın ölümünden
yaklaşık 1 yıl önce 98 yaşındayken yaptığı biliniyor. Bu semtin en görkemli
anıtsal eserlerinden biri olan caminin, her yönüyle büyük ustanın estetik dolu
çalışmalarını yansıttığı belirtiliyor.
Bizans imparatorlarının trajik ölümleri
Kitapta, Bizans imparatorlarının kötü kaderlerine de yer veriliyor. Buna göre,
395-1453 yılları arasında hüküm süren 107 imparatordan sadece 34’ü ecelleriyle
öldü. Bu imparatorlardan bazılarının trajik öyküleri şöyle:
491 yılında hastalanarak komaya giren Zenon, öldüğü
sanılarak hazırlanan lahtin içine konuldu. Mezarında dirilen Zenon, acı ve
korkuiçinde kendini ısırarak parçalayarak öldü.
Phokas Aksaray’da 610 yılında bir kazanda yakılarak
idam edildi. 711 yılında 2. İustinianus idam edilirken, 820 yılında 5. Leon’un,
969 yılında 2. Nikeperos’un kafası kesildi. Romanos Diogenes’in 1072’de
Kınalıada’da önce gözleri oyuldu, sonra da acı içinde ölüme gönderildi. 1.
Andronikos’un ise elleri kesilip gözleri oyuldu. Saçı sakalı yolunup feci
şekilde öldürülen 1. Andronikos’un cesedi ayaklarından bir ağaca asıldı. 5.
Aleksios ise Latin işgalciler tarafından 1204 yılında Beyazıt’taki anıt sütunun
üstünden aşağı itilerek öldürüldü.
NTVMSNBC
|