İzmir'in unutulan
güzelliği:Sebiller
Muhayyilemizi ne denli zorlarsak zorlayalım veya
hayal gücümüz ne kadar güçlü olursa olsun, bazı konuları kendimizi ikna edecek
düzeyde hissedebilmemiz mümkün olmayabilir. Sebillerin bir kentin kamusal
yaşamındaki yeri; onun kent ve insan hayatına yaptığı katkı da bunlardan birisi
belki...
Pirinç parmaklıklar arasından size doğru uzanan bir
elin, yazın kavurucu sıcağında sunduğu serin bir su veya şerbet tasının
yarattığı ferahlığı hiç tatmamış birisinin duyumsayabilmesi ne kadar mümkün
olabilir ki? Hele hele yaşadığımız çağda, her adım başında kolayca ve aklımıza
düştüğü anda kana kana soğuk bir şeyler içme imkanına sahip olduğumuzdan
eminsek...
Ama bir düşünelim isterseniz: Şöyle yüz-yüz elli yıl
önce yaz ortasında, sıcak kelimesinin anlatmaktan aciz kaldığı hararetli bir
günde, Mezarlık Başı'ndan Tilkilik istikametine yürüyen bir İzmirli kendisini
kavrulmuş hissetse bile serinlemek için ne yapabilirdi? Yapabileceği pek bir şey
yoktur tahmin edeceğiniz üzere! Kan ter içinde, becerebildiği kadar hızlı
adımlarla ve kafasında sabitleşmiş şekilde biraz sonra ulaşacağı sebilin
düşüncesiyle birkaç yüz metre daha yürüyecekti çaresiz! Bu yürüyüşün devamında,
çöl ortasındaki vaha gibi yolu üzerindeki Dönertaş sebiline vardığında,
kendisini ferahlatacak tek seçeneğe elini uzatacaktı. İçinde buz kırıklarının
eriyerek yok olmaya yüz tuttuğu tastaki suyu, neredeyse nefes bile almadan
içiverecekti. Belki bir tas daha...
Ve bedeninin su dengesi yerine gelirken, rahatlamış
bir ses tonunun yansıtabildiği kadar içtenlikle, 'Allah razı olsun, su gibi aziz
olun, mekanınız cennet olsun, geçmişlerinizin ruhuna değsin' gibi pek çok dileği
peş peşe sıralayacaktı. Hergün yüzlerce kere tekrarladıklarından olsa gerek,
büyük ihtimalle içeriden sıradan bir sesle; şöyle belli belirsiz bir 'helali hoş
olsun' mırıltısı gelecekti.
Kar kuyularından sebillere
Fransızların ünlü tarihçisi Fernand Braudel, 'yazın en sıcak günlerinde Anadolu
kentlerinde buzla soğutulmuş bir içecek lüks değildi; hemen her kentte
sebillerden buna ulaşmak sıradan bir işti' diyor Akdeniz'i anlattığı ünlü
kitabında. Açıkça anlaşılacağı üzere, bugün baktığımız noktadan yaşam zorluğu ve
kısıtlılık gibi anlaşılabilecek olan Dönertaş'ta bir tas soğuk suya ulaşabilme,
bu imkanı dahi olmayanlar düşünüldüğünde lüks tanımını hak eden bir ayrıcalığa
dönüşmektedir. Aslında doğru yorum da Braudel'in değerlendirmesinde yatmaktadır.
Çünkü, bu lüks bir hizmet sektörü aracılığıyla düzenli bir şekilde sunulmaktadır
İzmirlilere.
Kentin süsleri
Kış mevsiminde Bozdağ ve Sipil başta olmak üzere, Ege Bölgesi'nin kar tutan
dağlarında, kuyulara doldurulan kar, çiğnenerek sıkıştırılıp buz haline
getirilirdi. Üzeri samanla kapatılan buz kütleleri, yazın sıcak günleri
başladığında, kalıplar halinde kesilerek keçelere sarılırdı. Sonra, keçenin
korumasındaki buz kalıpları katır sırtında, insanların yudumlayacağı serinliği
sağlamak için, sıcak sularda eriyecekleri yolculuklarına başlardı.
Sonunda dondurmaların, şerbetlerin ve kar
helvalarının içinde ticaret nesnesi; sebillerdeyse hayır hasenat aracı olurdu.
Durumu müsait olanların kilerlerine kadar, günlük tüketim maddesi olarak girdiği
de biliniyor.
Karcılardan şerbetçilere, dondurmacılara ve
helvacılara uzanan bir çizgide bu sektörden rızkını temin eden insanlar veya yaz
sıcağında hayır dua almak isteyenler için yüzyıllarca meşgale oldu anlatılan iş.
Kar özneli tüketim sürecinin bir yanı böyleyken diğer yanı da en az bu kadar
dikkat çekici bir sonuçla tanıştırmış kültürel coğrafyamızı.
Sebiller, kendilerine özgü mimarileriyle ve tüm
zarafetleriyle kentlerimizi zenginleştirdiler yüzyıllar boyunca! 20'nci Yüzyıl
başlarında bile, İzmir'de 23 tane sebil faaldi. Evet sayı yanlış değil; evlerin
duvarlarında ve semtlerin orta yerinde tanıdık birer sima gibi duran 300'ü aşkın
çeşmenin ve cami avlularındaki şadrevanların dışında, 23 sebil işlevini yerine
getiriyordu İzmir'de. Galiba dört tane kaldı: Kemeraltı veya diğer adıyla
Sinan-zade sebili, Çakaloğlu hanı yanında Gaffarzade sebili, Ketselli'deki
Katipoğlu sebili ve Dönertaş sebili...
Korunamazlar mı?
İzmir'in kamusal hizmet yapıları olarak inşa edilmiş olan sebilleri eski
işlevleriyle bütünleştirmek belki çok geçerli bir öneri olmayabilir. Ancak
İzmir'in yapı stoku içinde saydığımız örnekler, özel bir önemi haiz bulunuyor ve
türlerinin son temsilcileri. Bu nedenle eldeki bu son örneklerin kullanımında ve
korunmasında, hiç şüphesiz çok daha özenli olmak gerekiyor. Yoksa diğer pek çok
örnekte yaşadığımız gibi, eski fotoğrafların üzerinde soluk birer anı olarak
izlemek durumunda kalacağız onları da...
Bu makalenin daha önce bu sayfada yayınlandığı,
okurlarımızın gözünden ve dikkatinden kaçmayacaktır. Bundan hiç şüphe etmiyorum.
Hayır, dalgınlıkla veya yanlışlıkla yayın tekrarı yapıldığını sanmayın hemen!
Yeniden yayınlanmasının sebebi, sebillerin restore edilmesi için adımlar
atıldığından, okurlarımızı haberdar etmek ve konuyu tekrar gündeme getirmektir.
Evet, yanlış duymadınız sadece dört adet kalmış olan
bu özel hatıraların, kent yaşamına döndürülecekleri günler çok uzak değil.
Galiba Dönertaş sebili ile Kemeraltı camii yanındaki Sinan-zade sebili arasında
birincilik-ikincilik yarışı izleyeceğiz! Ama fark eder mi? Yapılsınlar da,
sıralama hiç önemli değil...
Akşam |