reklam

17 Ocak 2005 Pazartesi
Ana Sayfa > Haberler

İzmir'in unutulan güzelliği:Sebiller

Muhayyilemizi ne denli zorlarsak zorlayalım veya hayal gücümüz ne kadar güçlü olursa olsun, bazı konuları kendimizi ikna edecek düzeyde hissedebilmemiz mümkün olmayabilir. Sebillerin bir kentin kamusal yaşamındaki yeri; onun kent ve insan hayatına yaptığı katkı da bunlardan birisi belki...

Pirinç parmaklıklar arasından size doğru uzanan bir elin, yazın kavurucu sıcağında sunduğu serin bir su veya şerbet tasının yarattığı ferahlığı hiç tatmamış birisinin duyumsayabilmesi ne kadar mümkün olabilir ki? Hele hele yaşadığımız çağda, her adım başında kolayca ve aklımıza düştüğü anda kana kana soğuk bir şeyler içme imkanına sahip olduğumuzdan eminsek...

Ama bir düşünelim isterseniz: Şöyle yüz-yüz elli yıl önce yaz ortasında, sıcak kelimesinin anlatmaktan aciz kaldığı hararetli bir günde, Mezarlık Başı'ndan Tilkilik istikametine yürüyen bir İzmirli kendisini kavrulmuş hissetse bile serinlemek için ne yapabilirdi? Yapabileceği pek bir şey yoktur tahmin edeceğiniz üzere! Kan ter içinde, becerebildiği kadar hızlı adımlarla ve kafasında sabitleşmiş şekilde biraz sonra ulaşacağı sebilin düşüncesiyle birkaç yüz metre daha yürüyecekti çaresiz! Bu yürüyüşün devamında, çöl ortasındaki vaha gibi yolu üzerindeki Dönertaş sebiline vardığında, kendisini ferahlatacak tek seçeneğe elini uzatacaktı. İçinde buz kırıklarının eriyerek yok olmaya yüz tuttuğu tastaki suyu, neredeyse nefes bile almadan içiverecekti. Belki bir tas daha...

Ve bedeninin su dengesi yerine gelirken, rahatlamış bir ses tonunun yansıtabildiği kadar içtenlikle, 'Allah razı olsun, su gibi aziz olun, mekanınız cennet olsun, geçmişlerinizin ruhuna değsin' gibi pek çok dileği peş peşe sıralayacaktı. Hergün yüzlerce kere tekrarladıklarından olsa gerek, büyük ihtimalle içeriden sıradan bir sesle; şöyle belli belirsiz bir 'helali hoş olsun' mırıltısı gelecekti.

Kar kuyularından sebillere
Fransızların ünlü tarihçisi Fernand Braudel, 'yazın en sıcak günlerinde Anadolu kentlerinde buzla soğutulmuş bir içecek lüks değildi; hemen her kentte sebillerden buna ulaşmak sıradan bir işti' diyor Akdeniz'i anlattığı ünlü kitabında. Açıkça anlaşılacağı üzere, bugün baktığımız noktadan yaşam zorluğu ve kısıtlılık gibi anlaşılabilecek olan Dönertaş'ta bir tas soğuk suya ulaşabilme, bu imkanı dahi olmayanlar düşünüldüğünde lüks tanımını hak eden bir ayrıcalığa dönüşmektedir. Aslında doğru yorum da Braudel'in değerlendirmesinde yatmaktadır. Çünkü, bu lüks bir hizmet sektörü aracılığıyla düzenli bir şekilde sunulmaktadır İzmirlilere.

Kentin süsleri
Kış mevsiminde Bozdağ ve Sipil başta olmak üzere, Ege Bölgesi'nin kar tutan dağlarında, kuyulara doldurulan kar, çiğnenerek sıkıştırılıp buz haline getirilirdi. Üzeri samanla kapatılan buz kütleleri, yazın sıcak günleri başladığında, kalıplar halinde kesilerek keçelere sarılırdı. Sonra, keçenin korumasındaki buz kalıpları katır sırtında, insanların yudumlayacağı serinliği sağlamak için, sıcak sularda eriyecekleri yolculuklarına başlardı.

Sonunda dondurmaların, şerbetlerin ve kar helvalarının içinde ticaret nesnesi; sebillerdeyse hayır hasenat aracı olurdu. Durumu müsait olanların kilerlerine kadar, günlük tüketim maddesi olarak girdiği de biliniyor.

Karcılardan şerbetçilere, dondurmacılara ve helvacılara uzanan bir çizgide bu sektörden rızkını temin eden insanlar veya yaz sıcağında hayır dua almak isteyenler için yüzyıllarca meşgale oldu anlatılan iş. Kar özneli tüketim sürecinin bir yanı böyleyken diğer yanı da en az bu kadar dikkat çekici bir sonuçla tanıştırmış kültürel coğrafyamızı.

Sebiller, kendilerine özgü mimarileriyle ve tüm zarafetleriyle kentlerimizi zenginleştirdiler yüzyıllar boyunca! 20'nci Yüzyıl başlarında bile, İzmir'de 23 tane sebil faaldi. Evet sayı yanlış değil; evlerin duvarlarında ve semtlerin orta yerinde tanıdık birer sima gibi duran 300'ü aşkın çeşmenin ve cami avlularındaki şadrevanların dışında, 23 sebil işlevini yerine getiriyordu İzmir'de. Galiba dört tane kaldı: Kemeraltı veya diğer adıyla Sinan-zade sebili, Çakaloğlu hanı yanında Gaffarzade sebili, Ketselli'deki Katipoğlu sebili ve Dönertaş sebili...

Korunamazlar mı?
İzmir'in kamusal hizmet yapıları olarak inşa edilmiş olan sebilleri eski işlevleriyle bütünleştirmek belki çok geçerli bir öneri olmayabilir. Ancak İzmir'in yapı stoku içinde saydığımız örnekler, özel bir önemi haiz bulunuyor ve türlerinin son temsilcileri. Bu nedenle eldeki bu son örneklerin kullanımında ve korunmasında, hiç şüphesiz çok daha özenli olmak gerekiyor. Yoksa diğer pek çok örnekte yaşadığımız gibi, eski fotoğrafların üzerinde soluk birer anı olarak izlemek durumunda kalacağız onları da...

Bu makalenin daha önce bu sayfada yayınlandığı, okurlarımızın gözünden ve dikkatinden kaçmayacaktır. Bundan hiç şüphe etmiyorum. Hayır, dalgınlıkla veya yanlışlıkla yayın tekrarı yapıldığını sanmayın hemen! Yeniden yayınlanmasının sebebi, sebillerin restore edilmesi için adımlar atıldığından, okurlarımızı haberdar etmek ve konuyu tekrar gündeme getirmektir.

Evet, yanlış duymadınız sadece dört adet kalmış olan bu özel hatıraların, kent yaşamına döndürülecekleri günler çok uzak değil. Galiba Dönertaş sebili ile Kemeraltı camii yanındaki Sinan-zade sebili arasında birincilik-ikincilik yarışı izleyeceğiz! Ama fark eder mi? Yapılsınlar da, sıralama hiç önemli değil...
Akşam

 

Ocak 2005 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
      01 02
03 04 05 06 07 08 09
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
31            
diğer aylar için tıklayın

Kelime manası ipotek anlamına gelen "mortgage", bir çeşit gayrimenkul finansman sistemini ifade ediyor. Mortgage Sistemi hakkında detaylı bilgi edinmek için tıklayın.

Arkitera.com/gündem

  

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz